Adana'nın başarılı Avukatlarından Sinan Tumlukolçu 33. Dönem Baro Başkanlığı Ve Yönetimi Kurulu Seçimlerinde Demokrat Avukatlar Grubu Baro Başkanı Aday Adayı olduğunu açıkladı.

Başarılı Avukat Sinan Tumlukolçu, Baro Başkanlığı yarışında kendisinin de yer aldığını belirtmiş olduğu açıklamasında: "19/04/1975 yılında Adana ilinde dünyaya geldim. 1995 yılında girdiğim Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1999 yılında tamamladıktan sonra Adana ilinde Avukatlık stajına ve mesleğine başladım. 

Akabinde Çağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümünde Yüksek Lisans eğitimi aldım ve ‘Kamu Meslek Kuruluşları Niteliğindeki Meslek Kuruluşlarında Disiplin Suçları Ve Cezaları / Discipline Crimes And Punishments İn The Occupational Organizations Having The Quality Of Occupational Organizations İn Public’ tezi ile Yüksek Lisans eğitimimi tamamladım. 

Sonrasında Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Sosyal Bilimler Enstitüsünde Doktora eğitimine başladım ve şu an itibarı ile ‘Olağanüstü Dönemler ve Olağanüstü Dönemlerde Hak Arama Özgürlüğü’ konusu/ismi altında devam eden tez yazım aşaması ile eğitimimi tamamlamaya çalışmaktayım.

 1999 yılında stajyer olarak başladığım meslek hayatıma halen Adana ilinde bağımsız çalışan Avukat olarak devam etmekteyim. 

Yaklaşık 24 yıllık meslek hayatım boyunca ağırlıklı olarak cezai yargılamalar, insan hak ve hukukuna yönelik ihlaller karşısında görev almaya ve savunma yapmaya çalıştım. 

Çok sayıda dergide yayımlanmış makalelerim ve çeşitli yayın organlarında yayınlarım bulunmakta olup mesleki çalışmaların yanında akademik çalışmalarla da hukuka ve mesleğimize katkı sunmaya çalışmaktayım.

 Mesleğimizin/meslektaşlarımızın sorunlarının, ülkemizin içine düştüğü siyasi, ekonomik, yargısal ve beşeri açıdan karanlık ve acı atmosferin, düne kadar devam eden, üzerine çok sayıda yeni sorun da eklenerek bugüne kadar gelen sorun ve travmalarımızın katmerleştiğinin farkındayım. Bu son derece karanlık konjöktürde, ucunu göremediğimiz zifiri zindan karanlığı tünelde, Barolarımızın ışık tutucu, ufuk açıcı ve farklı bir bakış açısı yaratma zamanının çoktan geldiği, içine hapsedildiğimiz paradigmanın yırtılması/değiştirilmesi adına ilk ateşleyici gücün de insanlık tarihi dikkate alındığında adalet ve hukuk mücadelecileri olan biz ve örgütlü gücümüz olduğunun da elbette ki sizler gibi farkındayım. 

Ülkemizin hangi ilinde yine hangi görüşe mensup aday veya gurup yönetimde/başkanlıkta yer alır ise alsın ülkenin geneline hakim olduğu üzere Barolarımız maalesef bürokratik birer yapıya bürünmüş; seçimler maalesef kendi dar kısır döngüsünde bir iç değişim ve güç devri ile farklı renk, bakış ve yaklaşımların baskılandığı kurumlar haline gelmiş; hatta bir dönem, Türkiye Barolar Birliği gibi ülkenin tüm barolarının en üst temsil makamı olan o değerli makam, siyasi iktidarın mütemmim cüzü/payandası olarak hareket etmiş, asıl görevi mesleğin ve meslektaşlarının sorunlarını gidermek, onlara mesleki yaşamda destek olmak, ülkenin adalete erişiminde, hakkaniyetin tesisinde rol almak olan bu dev organizasyon Baroların parçalanmasına, içlerinde Adana Baro Başkanı ve yöneticileri de olmak üzere değerli Başkanlarımızın/yöneticilerimizin polis şiddetine, rehin alınmalarına, aç bırakılmalarına, yağmurda, çamurda, soğukta yerlerde sürüklenmesine ilk elden aracı olmuştur. İnsan olarak da meslektaş olarak da hepimiz büyük utanç duyduk ve ülke tarihine bu utancı yaratacak bir başka yönetim de bugüne kadar gelmemiştir. 

Döneminde Bir İhanet Portresi Metin Feyzioğlu… paylaşımımda da belirttiğim üzere Türkiye’de bir Avukat ve Akademisyen olarak görev yapan Metin Feyzioğlu, ülkenin en karanlık döneminde Barolar Birliği Başkanı olarak seçildi. Seçim çalışmaları sırasında ve sonrasında Hukuka, Anayasaya, Demokrasiye, Evrensel İlkelere bağlı, çağdaş, modern bir imaj sergiledi, ilkeli görünen tavrı ile farklı kesimlerden beğeni topladı, il Barolarının desteğini aldı, Avukatların desteğini aldı, solcuların desteğini aldı, sosyalistlerin, ilericilerin, laiklerin, demokratların, modern yaşam seçenlerin desteğini aldı, en uçtaki sol akımların ise en azından tepkisini almadı; ancak, omurga ve ilkeli duruşun en gerekli olduğu fırtınalı zamanlar geldi çattı ve yaldızları hızla dökülmeye başladı, parıltısını bir anda kaybetti, flaşlar sönünce, projektörler kararınca, sahne ışıkları kaybolunca, altın sikke sanılan o metanın paslı, aslında hiçbir zaman dik de olmayan, eğri büğrü, boynu sürekli yerde bir çivi olduğu anlaşıldı. Barolar, Avukatlar, çağdaş yaşamı destekleyenler, solcular, ona bir nebze de olsa umut bağlayanlar, bel bağlayanlar, büyük bir ihanete uğramışlardı; ihanetini tarih hiç bir zaman unutmayacaktı. O artık, Leonidas ve 300 kişilik ordusuna ulaşan gizli patika yolu, kadın, para, üniforma, güç için tarihin gördüğü en zalim ve barbar ordu olan, zamanın İşid’i Pers ordusuna gösteren ve onların hunharca katline neden olan Efialtes’ti. Yazıklar olsun… Evet yazıklar olsun ki Barolarımız bu durumlara düşürüldü.

 İşte bu yapının, bu atmosferin Barolarımızı esir almasına izin vermeyelim. Barolar hiç kimsenin gizli kariyer niyet basamağı, ego ve makam tatmini, güç ve iktidar hırsı payandası veya sandalyesi olmasın. Yeni Feyzioğlullarına, yeni bürokratik kadrolaşmalara, yeni kamu kurumu vasfında devlet dairesi haline gelmiş Baro yönetimleri oluşmasına izin vermeyelim. Bu yaklaşım farkını, bu paradigma değişikliğini beraber yapabileceğimize inancım tamdır.

 Unutulmasın ki çeyrek yüzyıldır organize, bilinçli ve karanlık bir tercih sonucu kasten içine düşürüldüğümüz antidemokratik yapının beraberinde getirdiği asırlık kurumlardaki büyük çürüme ve yozlaşma; 

Binlerce yıldır çetin mücadele ve zorluklarla gelişen ve yenilenen bilim, sanat, hukuk, adalet ve hakkaniyet gibi değerlerle oluşan uygarlık verileri ile harmanlanmış özgür ve nitelikli bireyler yerine ırkçı, türcü, tabiat, canlı, sokak hayvanı, yabancı düşmanı, dezavantajlı guruplara ve kadınlara kin kusan, karanlık tarikatlarda tütsülenmiş insanlar kümesinden oluşan şehirler, kasabalar; 

Kurumsal ve mesleki vasatlık, kahreden adaletsizlik, kendi parametresinde dahi dibe vurmuş liyakatsizlik, kara para cenneti haline gelmiş rant ekonomisinin neden olduğu üretimsizlik, verimsizlik, kara paranın neden olduğu yolsuzluk sarmalı ve bu sarmalın sonucunda karşı karşıya kaldığımız derin, yapışkan ve kalıcı yoksulluk, tüm meslek mensupları gibi biz avukatları da neredeyse nefes alamaz hale getirmiştir.

 Yargının siyasi erki elinde bulunduran oligarka hizmet ettiği darbe ve sıkıyönetim dönemleri gibi ülkenin en karanlık dönemlerinde dahi avukatlık mesleği bu derece itibar kaybetmemiş, Baro yönetimleri bu derece etkisiz ve nefessiz hale getirilmemiş, yönetimler bu derece uzun süreli ve adeta kast sistemi ile elden ele devir şeklinde çalışan, meslekten ve meslektaşlarından kopuk bürokratik kadrolara, kalıplaşmış siyasi parti yönetimlerine dönüşmemiş, Feyzioğluları bu kadar çok ve etkili türememiştir. O dönemlerde dahi mesleğimiz sosyal yaşamda son derece saygın, ulaşılamaz, en prestijli meslek dalı olarak kabul edilmiştir ancak ne üzüntü vericidir ki Avukatlık mesleği ülkeye hakim olan bu genel çürüme ve saygınlık yitiminden nasibini alan ilk mesleklerden olmuştur.

 Baro Başkanlığı ve Yönetiminin ülkenin üzerine bir karabulut gibi çöken tüm bu sorunları çözme kapasitesi tabi ki sınırlıdır ancak 7.000’i aşan ve son derece liyakatli, eğitimli, her biri birbirinden değerli üyeleri ile oluşturamayacağı gündem, ışık tutamayacağı karanlık, fener olamayacağı liman bulunmamaktadır. Arkasında dünyanın en etkili ve eğitimli meslek mensubu olarak kabul edilen 7.000’i aşkın hukukçusu/son derece donanımlı Avukat üyesi olan bir Baronun herhangi bir sorunu çözme kapasitesi olmadığı tasavvur edilmemelidir. Bu bizlere yakışmaz. 

Mesleğe başlarken ettiğimiz yemin aynı zamanda umuda ve cesarete dairdir. 

Diktatörlerin, otoriterlerin, hak ve hukuk tanımazların, adaletsizlerin, tiranların, yolsuzların, uğursuzların esir aldığı hangi karanlık ve umutsuz toplum varsa ve olursa olsun orada Avukat Varsa Umut Vardır 

Kadınlar, Hakları Ve Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Yerküredeki konumu, eşsiz ve çeşitli iklimi, güneşi, masmavi denizleri, berrak gölleri, yemyeşil ormanları, gencecik ve donanımlı insani ve kültürel zenginliği, çok çeşitli canlı yaşamı, doğal zenginlikleri ve florası, hayvan dostları, tablo gibi dağları ile cenneti andıran dünyanın bu nadide kara parçası, maalesef birçok dezavantajlı gurup gibi kadınlar için de adeta bir cehennem ve mezbahane haline getirilmiştir. Kadınlar namus cinayeti ismi altında yaklaşık 40 yıldır ve her yıl daha da artış gösterir şekilde eşleri, babaları, çocukları, eski eşleri, sevgilileri, saplantılıları, tacizcileri erkekler tarafından katledilmektedir. Ülkenin etkili etkisiz tüm bireyleri, siyasileri, yöneticileri, valileri, emniyet müdürleri, savcılıkları, hukukçuları ve maalesef Baroları, bu yılın sonuna kadar ( ki o da erkek cinayeti olarak kabul edilmiş istatistiği değerlere göre) yaklaşık 500/750 kadının erkekler tarafından katledileceğini de bilmektedir; seyrediyoruz, tıpkı Afrikanın Serengeti’deki vahşi ve aç aslan grubunun masum ve çaresiz yavru ceylanları katletmesindeki doğaya uygun yaşam kuralları algısı ile izlenen belgesel izleme duyarsızlığı ve profesyonel izleyici kritiği ile. Bir kadın katlediliyor, akşam haberlere düşüyor, ardından reklamlar giriyor, banka ve tuvalet kağıdı reklamlarını izledikten sonra haberlere hava durumu ile devam ediliyor ve uyuyoruz. Bir kadının katledilmesi/cinayeti deterjan ve tuvalet kağıdı reklamları arasına sıkıştırılmış 3 dakikalık haber değerinde, çoğu haber dahi olmuyor; 1 dakika kadar yüzümüzü ekşiterek izlediğimiz anlık can sıkısı ile haberler akıp gidiyor. 

Gabriel Garcia Markuez’in Kırmızı Pazartesi romanında kasabadaki herkes romanın kahramanı 21 yaşındaki Santiago Nasar’ın romanın sonunda vahşice katledileceğini bilmektedir ama hiç kimse bu cinayeti engellemeye çalışmamaktadır. Romanın sonunda tabi daha baştan belli olduğu üzere Santiago Nasar namus ismi altında katledilmiştir. Kırmızı Pazartesi ülkemizin kırmızı 365 günü Santiago Nasar ise ülkenin kadınlarının ismi haline gelmiştir. Öldürülecek kadınlar ile onu öldürecek erkekler ve cinayet nedenleri dahi bellidir. Birçok kadın 6284 sayılı, etkin bir şekilde uygulanmaması için kırk bahane uydurulan İstanbul Sözleşmesi ürünü yasal kazanımların koruması altında, Polis korumasında iken öldürülmektedir. Kadınlarımızı siyasiler korumamaktadır, yöneticiler korumamaktadır, muhalefet korumamaktadır, savcılar korumamaktadır, hakimler korumamaktadır, polisler ve Jandarma korumamaktadır, hatta korumaya değer varlıklar olarak dahi görmemektedirler. Ülke kadınlarının İran’da katledilen Mahsa Amini olmasına ramak kalmıştır. Kendi kaderlerine terk edilmiş binlerce kadın, cellatları ile birlikte yaşamak ve bir süre sonra katledilmek üzere aynı eve sokulmuşlardır. Ülke erkek ve devlet şiddeti ile bir mezbahaneye dönüşmüş durumdadır. 

Maalesef barolarımız da kadınlarımızı kendi kaderine terk etmiştir. Bu alanda ve bir an önce gerçekleştireceğimiz paradigma değişikliği, oluşturacağımız gündem, dahil olacağımız dava ve soruşturmalar, açacağımız dava ve vereceğimiz şikayetler ile kadına karşı fiziksel, ekonomik ve psikolojik şiddetle mücadele alanında gündem yaratmak ve çözme iradesine sahip etkili/yetkili mercilerin çözüme odaklanmasını sağlamak zorundayız. Başka çaremiz yok. Kadını her an katledilen bir toplumun hayatta kalması, medeni ve uygar bir ulus olarak varlığını devam ettirmesi olanaksızdır. 

Hayvan Dostlarımıza Yardım/Katliamlardan Kurtarmak

 Kimsenin kölesi değiliz ancak kainatın, insan dışı canlıların efendisi de asla değiliz; insan veya hayvan hiçbir canlı da bizim kölemiz değildir. Hiçbir canlı bize hizmet etmek için dünyaya getirilmemiş/gelmemiştir, hiçbir anne yavrusunu biz yiyelim, sokaklara terk edelim, barınaklara hapsedelim, hunharca katledip tüketim/yiyecek malzemesi olarak kullanalım, sucuk yapıp dolaplarımıza dolduralım diye doğurmamaktadır. Bu insani küstahlığı, kendini beğenmişliği, ben merkezciliği derhal, bugünden yarına kalmayacak şekilde bırakmamız lazım ve yasal düzenlemelerimizi de derhal bu paradigma değişikliği üzerine kurgulamayız. Yeryüzünün hiçbir canlısına kötü muamelede bulunamayız, bu insani sorumluluğun, ahlaki inancımızın, yeryüzündeki tüm inançların inançsal/dini veya beşeri emridir. Ancak biz Avukatların hakların koruyucusu olarak çok önemli bir görevi daha vardır ki o da tüm canlıları korumak, başta yaşam hakkı olmak üzere doğuştan sahip oldukları hiçbir hakkın ellerinden alınmasına izin vermemek. Dünyada yaşam son derece zeki yunus balıkları, devasa balinalar, birbirinden renkli ve çeşitli milyonlarca tür balık, eşsiz desenli ve nefis sesleri ile doğaya ihtişam katan kuşlar, can dostumuz sevimli kediler, sadık arkadaşlarımız köpekler, o dev cüssesi ile ayılar, tilkiler olmadan olmaz, olamaz; hayatımızı devam ettiremeyiz. Ekosistem bu canlıların ve diğer tüm canlıların varlığı ile bir anlam ifade eder, kendisini yeniler, döngü sağlanır, iyileşir, gelişir, temizlenir, doğar, gelişir, büyür, bize su, yiyecek bitki, meyve, sebze, tohum, oksijen ve yaşam verir. Bu vahşi tüketim çılgınlığı, hayvan katliamı, işkence, tecavüz ve eziyetine dayalı bu derin ahlaki çürüme yaklaşımını sonlandırmadığımız sürece, maalesef çocuklarımızın daha bu yüzyılın sonunu dahi görme ihtimali yoktur. Dünyamız yaşanacak bir küre olma özelliğini hızla kaybedecektir. Doğaya ve diğer yaşam formlarına işkence ve katliam bilinci, menfaat odaklı yaklaşım paradigmamızı derhal değiştirmemiz halinde salgın hastalıklar, küresel iklim değişiklikleri, fırtınalar, çölleşme, susuzluk, neden olduğu iç ve dış savaşlar yaşamı bir cehenneme çevirecektir. Maalesef çocuklarımıza yüzyılın sonunda koca bir mezarlık, çölleşmiş bir dünya ve utanç dolu bir tarih bırakacağız. Yaklaşık 25 yıldır Vejeteryan son birkaç yıldır Vegan beslenmeyi tercih eden ben tabi ki herkesten Vegan beslenmeye geçmesini beklemiyorum, ki umarım bir gün tüm dünya vegan olur, ancak beslenme bir katliama dönüştürülmemeli, sokağa attığımız, kaderine terk ettiğimiz hayvan dostlarımıza onların da bizlerle eşit canlılar olduğu bilinci ile sokaklardan, açlıktan, ilaçsızlıktan, hastalıklardan, sıcak veya soğuklardan kurtaracak, sevgiye erişebilecekleri son derece uygun bir çözüm muhakkak bulunmalıdır. Bu kutsal görevi siyasilere, belediyelere asla bırakmayalım. Sahiplenilmemesi durumunda uyutma ismi altında sokak hayvanlarının katline neden olacak halihazırdaki yasa değişikliğine karşı derhal itirazlarımızı dillendirmeliyiz. Barolar bu bilinci yaratmalıdır ve yaratmak zorundayız arkadaşlar. 

Unutmayalım ki dünya sadece bizim değil, onlar bizim malımız değil ve Yaşam Onlarla Birlikte Yaşamaya Değer Güzellikte Yapay Zeka/Dijital Dönüşüm

 Dijital teknoloji ışık hızı ile ilerlemektedir ve hatta yapay zeka çalışmaları o kadar büyük bir hızla ilerleme kaydetmektedir ki beşeri yaşam ve evrensel/ulusal mevzuatımız bu gelişimin gerisinde kaldığı, yapay zeka karşısında Homosapiens/insan ırkının hakimiyeti kaybedebileceği endişesi ile bilimsel çalışmaların zaman zaman durmasına veya ertelenmesine karar verilmektedir. Çocukluğumuzdan beri bilimkurgu filmlerine konu edilen yapay zekalar ve robot teknolojiler artık günlük yaşamımıza girmiştir. Sürücüsüz otomobiller, taksiler, kendi navigasyonu ile seyahat eden kargo uçakları ve dronlar, film, dizi ve belgesel senaryoları yazabilen yapay zeka senaristler, makale ve kitap yazabilen yapay zeka yazarlar artık hayatımızın bir parçası haline geldi. İleriye yönelik projeksiyonlarda sadece birkaç yıla kadar pazarlamacılık, şoförlük, pilotluk, küçük el işlerine dayalı işçilikler, söz yazarlığı, makale ve kitap yazarlığı, katiplik, ressamlık, ses sanatçılığı, enstruman sanatçılığı, tercümanlık, garsonluk, tarım işçiliği, bazı alanlarda doktorluk, mühendislik, istatistik, öğretmenlik, akademisyenlik, editörlük, kimyagerlik, askerlik gibi birçok alanda insan beyni, muhakemesi, gözü, duyu organları ile fiziksel gücüne ihtiyaç kalmayacak bu sektör çalışanları kendilerine başka alanlarda iş bulmak ya da yapay zekaya uyumlu şekilde dönüşmek/adaptasyon sağlamak zorunda kalacaktır. Basına yansıyan haberlere göre yapay zeka yargıya da dahil oldu ki henüz ilk/bebeklik aşamasında dahi bu derece ilerleyen makale, kitap, film senaryosu, bilgisayar yazılımı, mimarlık projeleri çizebilen/yazabilen yapay zekanın dava, savunma ve beyan dilekçesi hazırlayamayacağını, duruşmada savunma yapamayacağını, mahkemelerde bireyleri temsil edemeyeceğini veya danışmanlık yapamayacağını; tüm bunlara rağmen herhangi bir dönüşüme ihtiyacımız olmadan mesleğimize devam edebileceğimizi düşünmek ve beklemek asla akılcı değildir. Bilgisayar ve UYAP teknolojisine rağmen hala el yazısı ya da daktiloda ısrar eden ustad meslektaşlarımızın bizim bakışımız ile kalmış olduğunu düşündüğümüz geri plan, yapay zekanın takip edilmemesi karşısında kalınacak gerilik düşünüldüğünde son derece naif kalacaktır. Taş devri ile bilgisayar çağı farkı kadar büyük bir fark olacaktır ki yapay zeka ile uyumlu çalışan kuşağın gerisinde kalarak meslek icrası olanaksızdır. Yapay zeka ve dijital dönüşümden kaçma, saklanma olanağımız bulunmamaktadır. ‘DoNotPay‘in CEO’su Joshua Browder, şirketin yapay zekâ uygulamasının bir akıllı telefon üzerinde çalıştığını ve sanıklara mahkeme argümanlarını nasıl formüle edeceklerini öğrettiğini söyledi. Ayrıca, yapay zekâ avukatı sanığa ne söyleyeceğini gerçek zamanlı olarak kulaklık aracılığıyla söyleyecek. Browder geçen hafta Twitter’da yaptığı duyuruda, robot avukatın ilk davasını 22 Şubat tarihinde alacağını açıkladı.’(Demirkaya Yasin 2023) Bir süre sonra yeryüzünün herhangi bir yerinde istenilen herhangi bir dille ve mevzuatın tamamına, bilmesi gereken tüm yargı kararlarına hakim, ulusların mevzuat ve kararlarını karşılaştırmalı olarak sadece belki tek bir saniyede analiz edip çıkarımları ile son derece doğru ve yerinde savunma yapabilen avukatlar, hakimler veya savcılar ile yardımcıları yaşamamıza girebilecektir. Bu dönüşüme Baro ve avukatlar olarak hazır olmalı, şimdiden çalışmalarımızı başlatmalıyız.

 Yapay zekanın inanılmaz zekasını mesleki yaşamında kullanmayan meslek mensuplarının başarılı olma şansı yoktur. 

Nükleer Santraller Ve Doğa/Yaşam Düşmanı Politikalar 

11 Mart 2011'de Japonya'nın en büyük depremi ülkenin doğu kıyısını sarsmıştı. 9.0 büyüklüğündeki deprem öyle güçlüydü ki Dünya'nın eksenini kaydırdı. Honshu adasını etkileyen dev tsunami 18 bin kişinin yaşamına mal oldu, bazı yerleşimleri haritadan sildi. Dev dalgalar Fukuşima nükleer santralini de vurmuş, reaktörleri su basmış ve büyük bir felakete yol açmıştı. Radyasyon sızıntısı arttıkça yetkililer de yasak bölge alanlarını genişleterek 150 bin kişiyi bölgeden uzaklaştırdı.(BBC News Türkiye)

 Çernobil Nükleer Santralinde meydana gelen kaza 26 Nisan 1986 Cumartesi günü 4 numaralı reaktörde yapılan sistem testi esnasında başlamıştır. Geniş bir coğrafyaya yüksek derecede nükleer serpinti bulutu yayıldı. Serpinti bulutu Sovyetler Birliği'nin batısı ile buradan Avrupa'ya ve Karadeniz üzerinden Türkiye'ye sürüklendi. 1986 yılından 2000 yılına kadar Belarus, Rusya ve Ukrayna'da ciddi olarak kirlenmiş bölgelerden toplam 350.400 kişi tahliye edildi. UNSCEAR raporuna göre ise 2008 yılına kadar kazadan yüksek dozda radyasyona maruz kalan 4.000 kişiden 64'ünün radyasyon sonucu öldüğü doğrulanmıştır. Oluşturulan Çernobil Forumunda 200.000 acil müdahalede çalışan işçi, 116.000 kurtarılmış kişi ve kirlenmiş alanlardan tahliye edilen 270.000 kişinin bilgileri derlenmiştir. Akut radyasyon sendromuna bağlı olarak kazadan kısa süre sonra ölen 50 acil müdahale işçisinin ölümleri ile radyasyona bağlı olarak Tiroid kanseri ve radyasyona bağlı kanserden dolayı ölenler birleştirildiğinde, ölenlerin sayısı 3.940 olmuştur. Bunlardan tahmini olarak dokuzu çocuktur ve lösemi nedeniyle ölmüşlerdir.(wikipedia) 

Görüldüğü üzere sadece 2 dev nükleer santral kazasında, ilk anda ve akabinde hastalıklar sonucu yüzbinlerce insan yaşamını yitirmiş, kanser ve diğer ölümcül hastalıklara yakalanmış, tüm canlı yaşamı adeta katledilmiş, toprak, deniz, hava zehirlenmiş ve etkisi binlerce yıl devam edecek radyasyon bulaşığı, geri dönülemez zararlara neden olmuştur. Büyük bir atom bombası hemen yanımıza Mersin iline inşa edilmektedir. Akkuyu Nükleer Santralinin inşaatı tüm hızı ile devam etmektedir ve esasta hemen hemen hiçbir şekilde ihtiyaç yokken inşa edilmesine karar verilen bu reaktörlerin inşa süreci derin ve gizli politik süreçlerin, dev kar marjına sahip olmak isteyen karanlık odakların kararıdır. Ülkemiz daha 6 Şubat 2023’de çok acı bir şekilde tecrübe ettiğimiz üzere deprem bölgesinde yer almaktadır. Meydana gelebilecek bir deprem sonrası reaktörün zarar görmemesi, patlamaması veya depremin radyasyon kaçağına neden olmaması için kesin hiçbir güvenlik önlemi bulunmamaktadır. Doğa harikası Mersin’in masmavi denizine çirkin ve kirli bir bıçak gibi saplanan, denizi, denizdeki yaşamı, deniz altı bitki yaşamını, üzerindeki doğayı kendisi ve kalabalıklığı ile kalıcı olarak kirleten ve katleden bu çirkin yapı ile mücadele adeta bir insanlık görevidir. İnşaatı durdurulamamakla birlikte yaratılacak gündem, açılabilecek davalar ve müdahil olunabilecek yargı süreçleri ile her an üzerinde oturacağımız bu saatli bombanın faaliyete geçmesi engellenebilir. En temel hak olan sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını kalıcı şekilde katledecek bu tarz santrallerle mücadele bir yaşam hakkı savunucusu olan Avukatların ve Baroların asli görevidir. Yılmaz şekilde doğa savunucusu meslektaşlarımızdan olan varlığı ile gurur duyduğumuz değerli dostum Av. İsmail Hakkı Atal olmak üzere tüm meslektaşlarımıza ve diğer hak mücadelecisi değerli arkadaşlarımıza artık Baro olarak gerek nükleer santral, gerek madenler gerekse de dir tüm alanlarda gerçekleştirdiği mücadelede sınırsız, amasız, sonuna kadar destek verilmesi gerekir.

 En temel hak olan sağlıklı bir çevrede yaşam hakkını kalıcı şekilde katledecek bu tarz santrallerle mücadele bir yaşam hakkı savunucusu olan Avukatların ve Baroların asli görevidir.

 Stajyerler Avukatların/Genç Meslektaşların Sorunları 

1999 yılında Adana ilinde Avukatlık stajına başladığımda karşı karşıya olduğumuz sorunların neredeyse tamamının halen varlığını devam ettirmekte olduğunu görmek derin, trajik ve son derece üzüntü/endişe vericidir. Mesleğe adım atmaya çalışan bilgi dolu, heyecanlı, idealist, donanımlı ve bilgiye/çalışma hayatına girmeye istekli/aç bu değerli genç meslektaşlarımızın önünde dağ gibi duran sorunların çözülebilmesi konusunda iyi niyetli ve etkin diyebileceğimiz çabalar muhakkak ki sergilenmiştir ancak hiç bir çaba veya niyet, sorunların üstesinden gelinmesini sağlamamıştır. Bu anlamda maalesef Barolar yetersizdir/başarısızdır.

 Tabi ki en önemli sorun ekonomiktir. Öğrenci olunmayan avukatlık gelirinden de mahrum geçirilen bu evrede geçinmek, faturalarını ödemek, seyahat etmek, kültürel birikimini artırmak için yayın/kitap almak, konferans veya seminerlere katılmak, dil öğrenmek için kursa gitmek, bilgisayar veya teknolojik materyalleri satın almak zorunda kalan meslektaşlarımızın ücretsiz veya son derece düşük ücretlerle çalıştırıldığı veya çalışabilecek/staj yapabilecek büro dahi bulamadıkları, bu nedenle en temel ihtiyaçlarını dahi gideremedikleri utanç duyulacak bir gerçekliktir.

 Her ne kadar çok sayıda hukuk fakültesi olması nedeni ile mezun meslektaşımızın sayı olarak çokluğundan dolayı sorunların çözümü bulunamadığı artık dillere pelesenk edilmiş ise de az yukarıda belirttiğim üzere sadece 12 kişi ile birlikte staj yaptığım yaklaşık 23 yıl önceki 1999/2000 yılı/döneminde de aynı sorunlar aynı sıcaklığı ile vardı. Dolayısı ile stajyer avukatların sayısının çokluğu sorunların varlığı ve çözülememesinde ilk belirleyici etken veya illiyet bağı kurulacak asıl engel hal değil çözüme odaklanmaktan kaçan kesimlerin mazeret payandasıdır. 

Stajyer Avukatların ülkemiz için son derece önemli ve donanımlı bir insani değer, stajyer hakim/savcı benzeri vazgeçilemez bir kamu görevlisi olduğu dikkate alındığında stajyer meslektaşlarımıza tıpkı hakim savcı stajyerlerinde olduğu üzere, staj dönemini herhangi bir ekonomik sorun yaşamadan ve sadece stajlarına odaklanabilecekleri nitelikte maaş bağlanması için iktidar nezdinde mücadele etmek;

 Onur kırıcı diyaloglar yaşamadan, haftalarca büro büro gezmeden, araya bir sürü tanıdık insan dahil etmenin hicabını onlara yaşatmadan, hiçbir stajyer meslektaşımızı hiç kimseye ezdirmeden, rencide ettirmeden, aşağılatmadan, gönül rahatlığı ile yerleşebilecekleri büroların önceden tespiti;

 Yanında staj yapılacak meslektaşlarımızın stajyer arkadaşlarımıza daha verimli şekilde bilgi aktarımı sağlayabilmesi için kısa bir eğitim sürecine tabi tutulması;

 Yanında staj yapılacak meslektaşımıza stajyer meslektaşımızın ihtiyaçlarında kullanılmak üzere mali destek, kaynak kitap vs. sağlanması; 

Staj süresince yeterli donanıma sahip olunabilmesi için konferans, seminer, eğitim çalışmaları ve diğer enstrümanların kullanılması gibi mücadelerle yaşam kalitelerini, mesleğe duydukları bağlılığı güçlendirici, bir hukukçuya yakışır, onurlu bir dönem geçirmelerine yardım edecek nitelikte ve donanımda yetişmeleri gereklidir ve zorunludur. Bu mesleki kıdemi bizim seviyede olan meslektaşlar ve Barolar için en önemli vazifedir.

 Stajyer meslektaşlarımıza yardımcı olmak ve donanımlı şekilde mesleğe başlamalarını sağlamak Baroların asli görevidir.

 Yaşlı, Hasta Veya Bakıma Muhtaç Hale Gelen Meslektaşlarımız/Üstadlarımız

 Bakıma muhtaç hale gelmiş veya çalışamamaktan kaynaklı çok zor durumlarda kalan, sefalet haline düşmüş yaşlı meslektaşlarımızın bu durumlarını maalesef vefatlarından sonra öğrenebilmekteyiz. Mesleğe yıllarca hizmet etmiş, her biri biz daha kıdemsiz meslek mensupları ile gençlere örnek ve eğitimci olmuş hepimizin üzerinde emeği olan bu meslek büyüklerimizin ilerlemiş yaş ve çeşitli rahatsızlıklar nedeni ile zaman zaman bakıma muhtaç hale gelmeleri ve büyük bir sefalet/acı içerisinde ölmeleri kadar vahim olan durum, bu hallerinin, yardıma muhtaçlıklarının, sefalet haline düştüklerinin vefatlarından sonra öğrenilmesidir. Onurlu duruşları nedeni ile yardım istemeyen bu büyüklerimize vefa borcumuzu yerine getirmeli, ilerlemiş yaşlarında onlara destek olacak, genç meslektaşlarla beraber dayanışma ve yardımlaşma ile hayatlarını ve işlerini devam ettirebilecekleri, insanca bir yaşlılık süreci geçirmeleri için bir çalışma ekibi kurulması son derece faydalı olacaktır. Unutmayalım ki hepimiz yaşlanacağız ve yaşlılık sürecimizi ne şekilde geçireceğimizin hiçbir garantisi bulunmamaktadır.

 Ayrıca kendisi veya aile fertleri rahatsız olan, bu nedenle hem ekonomik olarak hem de mesleki faaliyetini yürütmekte zorlanan meslektaşlarımıza çeşitli kalemlerde destek olmak, meslektaşlarının onların yanında olduğunu hissettirmek son derece önemli ve zor durumda kalan değerli meslektaşımız için cesaret verici olacaktır. Sistematik ve kurumsal bir yardım organizasyonu ile elimizi bu meslektaşlarımıza rahatlıkla uzatabiliriz

İnsan Hak Ve Özgürlüklerine Yönelik Yasadışı/İnsanlık Dışı İhlaller

 İfade özgürlüğünün ihlal edilmesinin ve cezalandırılmasının rutin işleyişe bindirildiği;

 Anayasa Mahkemesi de dahil olmak üzere yargının hakkaniyet, hukuk, hak ve özgürlüklere dair kriterleri bir yana bırakıp, maalesef tarihsel misyonuna uygun şekilde devletin yanında taraf olmayı seçtiği; 

Mahkeme kararlarının tercihen uygulanmadığı, Yargıç, Savcı veya Avukatlara tehdit, hakaret veya küfürlerin savrulduğu; 

Usulsüz ve bıktırıcı davalar ile bireylerin, Avukatların, Baroların sindirilmeye çalışıldığı;

AOSB Teknofest’te​ Yerini Aldı AOSB Teknofest’te​ Yerini Aldı

OHAL dönemi baskı ve cenderesi ile içlerinde Avukatların da olduğu binlerce kişinin, savunma dahi alınmaksızın mesleklerinden atıldığı, cezaevlerine tıkıştırıldığı;

 Hasta ve yaşlı tutuklu/hükümlü bireylerin infazlarına ara verilmemesi nedeni ile cezaevlerinde hayatlarını kaybettiği; 

En küçük bir itirazın veya farklı sesin derhal bastırıldığı karanlık bir dönemden geçmekteyiz. 

Böyle dönemlerde topluma yön veren ve ışığı en yüksek el feneri Avukatlar ve Barolardır. 

Unutulmamalıdır ki Bir Toplumda Hak, Hukuk, Adalet Yoksa O Toplum Üzerinde Yaşanabilecek Bir Yer Değildir. 

Ayrıca her biri ayrı ayrı ve birbirinden önemli diğer sorunlar/kalemler olan Baro Sosyal Tesislerinden daha etkin faydalanma, artık kronik bir sorun haline gelen adliye otopark sorunu, Adliyede, Cezaevlerinde ve Emniyet Müdürlüklerinde, Karakollarda yaşanan sorunlarımızın çözülmesi, OHAL ilanı sonrası meslektaşlarımıza uygulanan muameleler, insan hak ve özgürlükleri alanında yaşanan ağır ve derin kayıplar adına yapılabilecekler gibi sorunlarımız hakkındaki görüşlerimiz ayrıca sunulacak ve değerlendirme konusu edilecektir.

 Baromuza yeni bir renk ve soluk getirmek için desteğinizi, önerilerinizi, bu itibarla öncelikle 23 Şubat 2023 tarihinde önseçime katılımınızı beklerim. Teşekkür ederim" İfadelerini kullandı.

Editör: Haber Merkezi