Antik tarih boyunca, kaybolmuş medeniyetlere dair öyküler insanlığın merakını cezbetmiştir. Bu bağlamda, özellikle Mu kıtası mistik bir atmosfer içinde anılan,
Ve,
Sıklıkla sular altında kaldığına inanılan bir antik topluluğun izlerini taşıyan bir efsanevi kadim anlatı olarak öne çıkmaktadır.
Mu kıtası, farklı kültürlerin mitolojilerinde yer almasıyla birlikte,
Günümüzde bile bilim dünyasında tam anlamıyla kanıtlanmamış bir konu olarak varlığını sürdürüyor.
Öte yandan,
Atatürk gibi her daim kendisine bilimsel çizgiyi düstur edinmiş bir dahi liderin bile Mu Kıtası ile ilgili detaylı araştırmalar yapmış olması,
Her Türk gencinin üzerinde düşünmesi gereken bir durumdur.
Bu yazıda,
Mu kıtası hakkında paylaşılan gizemli öyküleri irdeleyerek,
Tarihi kaynaklar, mitolojik anlatılar ve bilimsel yaklaşımlar aracılığıyla bu esrarengiz kıtaya dair derinlemesine bir bakış bulacaksınız.
Amerika Kıtasının Keşfi
Geleneksel olarak Amerika kıtasını 12 Ekim 1492’de Christopher Columbus’un keşfettiği kabul edilir.
Columbus’un Amerika’ya vardığı doğrudur.
Ancak…
İlk kişi mi olduğu konusu oldukça tartışmalı.
Zaten,
Christopher Columbus Bahamalar, Küba ve Haiti arasında bir bölgede koloni kurmuştur.
Kuzey Amerika’ya ilk çıktığı kabul edilen Avrupalı ise İngiltere Krallığından John Cabot’dur.
Tarih ise 1497…
Cabot’dan bir yıl sonra, Columbus uzak kıtaya ikinci seferinde Güney Amerika’nın kuzey kıyılarına ulaşır.
Ve,
Bu sayede İspanya İmparatorluğu, Kuzey Amerika’dan Güney Amerika’ya kadar en büyük sömürgelere sahip ilk Avrupa ülkesi olur.
Columbus’un uzak kıtaya üçüncü seferi ise 1502’dedir.
Bu kez Orta Amerika’nın doğu kıyılarını keşfeder.
Tüm bu seferlere rağmen Columbus halen Amerika yerine Uzak Doğu’ya ulaştığını düşünür ki,
Bu nedenle bu yeni kıtada karşılaştığı yerli topluluğa İndios (Hindistanlılar) adını verir.
Amerika Kelimesinin Kökeni
İtalyan kaşif Amerigo Vespucci, ziyaret ettiği Güney Amerika’nın (Colombus ‘unbaşta sandığı gibi) Asya olmadığını, “Yeni Dünya” olduğunu ortaya koyan şahıs…
Fakat Amerigo Bey, bu yeni dünyaya kendi ismini bizzat vermemiş.
İsmi veren, Alman haritacı Martin Waldseemüller…
1507’de yayımladığı “Universalis Cosmographia” adlı haritasında, bugünkü Güney Amerika’yı, Amerigo Vespucci’ye ithafen “America” diye adlandırmış.
Got kökenli erkek ismi “Emmericus”un İtalyanca versiyonu olan “Amerigo”, özünde “ev yöneten” gibi bir anlama sahip.
Nasıl ki “Europa (Avrupa)”, “Asia (Asya)” kıtaları isimlerini kadınlardan almış, “Amerigo’nun Kıtası” da “Amerika” şeklinde dişileştirilmiş...
Ancak…
Daha dokuzuncu yüzyıldan itibaren,
Yani,
Nerden baksak 400-500 sene öncesinden,
Polinezyalıların, Vikinglerin ve İnuitlerin göç ve yağma amacıyla Amerika kıtasına ulaştıkları da bilinmektedir.
O Toprağın Sahipleri Zaten Oradaydılar
Bir gerçek daha var tabii ki…
Amerika kıtasına yapılan seferlerin hiç biri boş bir toprak parçasına yapılmamıştı!!!
Beyaz adam ayak bastığında,
Binlerce yıldır kök saldıkları topraklarında, o coğrafyanın yerlileri ve asıl sahipleri tarafından karşılanıyorlardı…
Peki O Halde Kızılderililer Türk Mü?
Siu (Sioux), Komançi (Comanche), Çeroki (Cherokee) gibi Apaçi toplulukları ve Aztek, Maya gibi Amerika yerlisi kabileler benzer dilleri konuşurlar.
Dil ağaçları Türkçe’nin de içinde bulunduğu Ural – Altay dil grubundan olup,
Gök Tengri ve Kızılderili Şamanik inancı çok fazla benzerlikler gösteriyor.
Dillerdeki ortak kelimeler gibi,
Kadim tarihlerini ilmek ilmek işledikleri halı, kilim ve diğer el işlerindeki desenlerin neredeyse aynı olduğu,
Ek olarak,
Örf, adet ve geleneklerde de çok büyük benzerlikler tespit edildiği bir gerçektir.
Bu esnada bana göre,
Kızılderililer “Türk mü, değil mi?” gibi bir köken analizi oldukça gereksiz!!!
Velev ki öyle olsa bile,
Binlerce yıllık bir uzak akrabalığın ne gibi bir anlam ifade edeceği hakkında herhangi bir çıkarımda bulunmak pek mümkün olmasa gerek.
Muhtemelen büyük büyük büyük dedelerimizin yolları bir yerlerde kesişmiş olmalı…
Kayıp Mu Kıtası
Açıkçası ben bu soru ve daha nicesinin cevabının “Kayıp Mu Kıtası” teorisi (çünkü benim için bir hipotez değil) ile çözülebileceğine inanıyorum.
Özetle,
Bana kalırsa, hiçbir şey olmasa bile kesin bir şeyler oldu(!)
Mu araştırmacılarına göre,
Batan Mu kıtası hemen hemen her kıtaya göçler vermişse de,
Başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika’ya, Orta-Asya’ ya, Mısır ve Anadolu’ya olmuştu.
Hatta ana kolların en başında da Uygurlar geliyordu…
James Churchward ’ın kitaplarının tamamını okudum.
Ancak,
Benim için Mu Kıtası ile ilgili asıl ikna edici nokta,
Atatürk’ün görüşlerinin de bu doğrultuda olmasıydı.
Atatürk gibi bilime inanan,
Araştırıcı, sorgulayıcı ve rasyonel duruşu tartışma götürmeyen bir liderin bu konuya çok özel bir önem atfetmesi…
James Churchward ’ın tüm kitaplarını Türkçe’ye tercüme ettirmesi,
Ve,
Üzerine kendi el yazısı ile notlar alması…
Ve dahi,
Tahsin Mayatepek ’i Mayaları araştırmak üzere Meksika’ya maslahatgüzar olarak ataması…
Özetle,
Benim açımdan “no more bets”…
Kayıp Mu Kıtası
Türkler’in ırksal kökeni birçok diğer kadim uygarlık gibi,
Üstünde savaş nedir bilinmeyen ve topraklarında güneş batmayan devasa Mu Kıtası kaynaklıydı.
Adeta cennet hayatının yaşandığı ve kozmik bilgilerle donanmış bu uygarlığın dönemi, birçok kadim öğretide Altın Çağ olarak isimlendirilmiştir.
Atlantis’den çok daha önce tektonik ve jeolojik nedenlerden dolayı Pasifik Okyanusu’nda parçalanarak batan bu kıtadan çevre kıtaların farklı bölgelerine göçler düzenlenmiş,
Ve,
Bu büyük yıkımdan kurtulmayı başarabilen çok sayıda Mu Kıtası sakini gittikleri yerlerde gelecek nesillerin atalarını oluşturmuşlardı
Mu Kıtası kaynaklı en yoğun göçlerden biri de Orta Asya’ya olmuştur.
Geldikleri yerde binlerce yılı aşkın bir süre kalan,
Ve,
Zaman içinde geldikleri yerdeki diğer ırklarla karışan,
Sonunda tarih sahnesinde bizim Hunlular olarak bildiğimiz atalarımızın atalarını, işte bu göçlerle buraya gelen Mu Kıtası yerlileri oluşturmuştu.
Mitoloji ve Efsaneler
Göktürkler ile ilgili efsanelerde atalarımızın Batı Denizi’nin kıyılarında oturduğu anlatılmaktadır.
Asya Kıtasını gözümüzün önüne getirdiğimizde deniz kıtanın doğusunda yer almakta iken batısı kara parçalarından ibarettir.
Ancak,
Göktürk Efsanelerinde Batı Denizinden söz edilmektedir.
Atalarımızın gerek ırksal gerekse de kültürel kökeni olan uygarlığın bulunduğu Mu Kıtası tasvirini gözümüzün önünde canlandıracak olursak,
Bu ilginç tanımlamanın nedeni çok daha kolay anlaşılmaktadır.
Atalarımızı oluşturan Orta Asya’ya yapılan göç, Mu Kıtası sakinleri arasından Uygurlar ismi verilen beyaz ırk tarafından gerçekleşmiştir.
Uygurlar
Uygurlar Mu Kıtası beyaz ırkları arasında tenleri en açık renk olan topluluktur.
Diğer beyaz ırklar kısmen esmer ve siyah saçlıyken; bu ırkın tenleri çok beyaz, gözleri mavi, saçları da sarıydı.
Uygurlar kolu olarak isimlendirilen bu kol,
Mu’nun en geniş göç hatlarından birini oluşturmuştur.
Orta Asya Kıtası’nın güneyinde yerleşen Nagalar’ın kurduğu yerleşim birimlerinin hemen kuzeyinde oluşturdukları büyük merkez,
Daha sonraları Uygurlar olarak isimlendirildi.
Bu göç hattının kolları, aradan geçen uzun yıllar boyunca Orta Asya’dan bugünkü Moskova’nın bulunduğu Rusya topraklarından Batı Avrupa’ya kadar uzanmıştır.
Bugün Avrupa’nın birçok bölgesinde hakim ırk olan Ariler, Uygurlar ‘ın torunlarıdır
Gerek James Churchward, gerek William Niven, gerekse de diğer araştırmacılar; “Ariler’in tarihi Uygurlar ‘ın tarihinin bir uzantısıdır” diyerek bu konuyu dile getirmişlerdir.
Avrupa’ya Uygurlar ‘ın haricinde farklı ırklar yoğun göçler düzenlemediği için, Ari ırkı Avrupa’da günümüze dek daha etkin ırk olma özelliği göstermiştir.
Ancak,
Aynı şeyi Anadolu ve Asya kıtası için söylemek mümkün değildir.
Bu bölgelerde farklı ırklar birbirleriyle karışmış ve ortaya çeşitli melez ırklar çıkmıştır.
Uygurlar ‘dan en geniş bahseden kaynakların başında yine Çin kaynakları gelir.
Çin kaynaklarının hemen hepsi, Uygurlar ‘ın Kök Türkler gibi Hunlar’ın neslinden geldiğini söyler.
Bu oldukça önemli bir tespittir.
Demek ki, Hunlular ile Uygurlar arasında bir devamlılık söz konusudur.
Kaldı ki,
Zaten Uygurlar ‘ın Türk boylarından biri olduğu kesin olarak bilinmektedir.
Atatürk ve Türk Tarih Tezi
Kayıp Kıta Mu ve Uygurlar ile başlayan Türklerin kökeni konusunun gündeme girmesi,
1930’lu yıllarda Atatürk’ün ileri sürdüğü Türk Tarih Tezi ile başlar.
Atatürk, 1932’den sonra Türk Tarih Tezi’nin kayıp parçasının peşine düştü.
Çünkü,
Türklerin Orta Asya’dan önceki ilk yurtlarını arıyordu.
1932 yılında emekli general Tahsin Mayatepek, Atatürk’ü ziyaret eder.
Tahsin Bey Maya dili ile Türk dili arasındaki benzerlikleri,
Ve,
Bir Mu kıtası araştırmacısı olarak tanınan İngiliz Albay James Churchward ‘ın kendisine bahsettiği tabletleri anlattığında Atatürk’ün gözleri parlar…
Ertesi gün James Chruchward apar topar Ankara’ya davet edilir.
İki hafta sonra Ankara’ya gelen Churchward Çankaya’da, Atatürk ve Tahsin Mayatepek ile bir akşam yemeğinde buluşur.
James Chruchward bu tabletleri nereden bulduğunu ,
Hayatının elli yılını bu araştırmaya adadığını,
Tabletlerdeki dilin Antik Mayalara dayandığını,
MÖ 200.000 ila 70.000 yılları arasında Pasifik’te yer alan Avustralya’dan biraz daha büyük Mu Kıtası adında bir yerleşim biriminden bahsedildiğini,
Ve,
Kıtada yaşayanların yüksek bir medeniyete ulaştıktan sonra,
Sel ya da tufanla battığının düşünüldüğünü Atatürk’e iletir.
Bu görüşmeden sonra Atatürk, altmış kişilik bir heyet kurdurarak Mu Kıtası hakkındaki kitapların tercümesi emrini verir.
Atatürk’ün çocukluk arkadaşı ve aynı zamanda yaveri olan Salih Bozok bu konuyu aşağıdaki gibi anlatıyor:
Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı, günaşırı “Tercümeler bitmedi mi? Heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor?” diye hayıflanıyordu.
Nihayet sonunda tercümeler bitti.
Kitap basılmadı daktilo edilerek Atatürk’e sunuldu.
Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti.
Mu kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmın altını çizmişti.
Mu’da geçen tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağının üzerinde durmuştu.
Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları öz Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.Salih Bozok
Bu esnada,
Atatürk 1934 yılında Tahsin Bey’i (soyadı kanunu ile birlikte Tahsin Mayatepek adını almıştır) Meksika Büyükelçiliği’ne atadı.
Esasen,
Tahsin Bey’in gizli görevi Türklerle eski Amerikan halkları arasındaki ilişkiyi araştırmaktı.
Tahsin Mayatepek, Meksika’daki araştırmalarının sonucunda şaşırtıcı bir bilgiyle karşılaştı.
Bu bilgiye göre Türkler,
MÖ 12.000’lerde bir doğal afet sonunda Pasifik Okyanusu’nda sulara gömülen Kayıp Kıta Mu’dan Orta Asya’ya göç etmişlerdi…