UZAKLARA BAKAMAMAK YA DA HÜCRE GÜNLÜKLERİ HAKKINDA

"Sizi demir parmaklıkların, dikenli tellerin, beton duvarların ve sansürün örtmeye çalıştığı gerçekle yüzleşmeye çağırıyorlar."

Abone Ol

“Uzaklara bakamamak” adını verdiğim bu tek kişilik tiyatro oyununda geçen tüm olay ve kişiler gerçektir, gerçeğin dolaylı ya da dolaysız betimlenmesidir.

Oyunu yazarken son on beş yılda bana gönderilen, “görülmüştür” damgalı yüzlerce mahpus mektubundan yararlandım. Sansür ve oto sansürden geçip bana ulaşan mektuplardan edinemediğim bilgileri de eski mahpuslarla, mahpus aileleriyle ve hapishane kapılarında büyüyen çocuklarla yaptığım sohbetlerden öğrendim. Onlarla yaptığım sohbetler sonucunda tablodaki eksiklikleri tamamlamış oldum. Bu gerekliydi çünkü yaptığım çalışmada bir amacım da tarihe bir belge bırakmaktı. Bu anlamda oyunu kurgularken maddi hata yapmamak, gerçeğin uzağına düşmemek için çaba harcadım. Dolayısıyla sanatta sık sık başvurulan “abartı”ya gerek görmedim. Zaten okuyacağınız her sahnede anlatılan, aktarılan yaşanmışlıklar, tutsaklara reva görülen aklın sınırlarını zorlayan yeni yeni “kötülük yöntemleri”, oyundaki karakterlerin kimi zaman çılgınlığın sınırında yaptıkları gezintiler “dışarıdan” bakan sizin için abartı izlenimi verecektir.

Ama ne yazık ki abartı değil, hepsi gerçektir. 

Diğer yandan oyunda betimlenen mekanlar kara – kapkara olduğu halde, aralara dikkatli bir okuyucunun, izleyicinin görebileceği renkler de yerleştirdim. O renkleri de “karanlıkta umut” olarak yorumlamalısınız. Bir diğer değişle tutsakların ütopyaları. Salt kahramanlık menkıbeleri yazmak yerine, içerideki insanları, hayran olunacak direniş mücadeleleri yanı sıra, zaaf ve özlemleriyle, umut – umutsuzluk sarkacında gelgitleriyle de betimlemeye çalıştım. Bunları yaparken, yazarken çok fazla didaktik olmamaya, sanatın kadife sesinden uzaklaşmamaya özen gösterdim. Zira herkesin bildiği gibi, kuru ajitatif bildiriler, sloganlar sanat ediminde etki yaratamıyor. Ancak gösterdiğim bu özene rağmen okuyucu− izleyici didaktik repliklerle karşılaşacaktır.

Bu anlamda tekrar hatırlatmakta yarar var:

Bu oyun ‘politik bir tiyatro’ olarak tasarlanmış bir çalışmadır.

Peki tarihe not düşme isteğinin, görev duygusunun yanı sıra bu oyunu yazmakta başka ne amacım vardı? Bu soruyu kendime de sordum. Belki de bir amacım, oyuna konu olan siyasi mahpusların bizzat içeride geçirdikleri son yıllarına mektuplarla tanıklık etmem sonucu yaşadığım öfkeyi, karabasanları, kimi zaman da çaresizlik duygusunu paylaşmaktı. Yükümü hafifletme isteğiydi. Halen tutsak olanlar ile içeride 30 – 32 yılı doldurup özgürlüğüne kavuşanlar yanı sıra, hapishanede yeterli tedavi imkânı sağlanmadığı için hayatını kaybeden, intihara sürüklenen mektup arkadaşlarımın yaşadıklarının hiç olmazsa bir bölümünü paylaşmaktı.

Bildiğiniz gibi tiyatro oyunlarında sadece metnin başarılı olması yetmiyor. Metindeki öz ve biçim diyalektiği, estetik düzey, oyun sahneye konulduğu an daha iyiye ya da daha kötüye doğru değişebiliyor. Okurken bizi büyüleyen imge yüklü bir mısra veya paragraf, oyunda − sahnede sıkıcı olabilmektedir. Veya oyunda bizi coşturan bir replik, aynı bölümü kitaptan okuduğumuzda çok didaktik kalabilmektedir.

Bu anlamda metni hazırlarken seyirciyi de –tabi popülizmin tuzağına düşmeden− düşünmek zorunda kaldım.

Oyunda konuşan, gülen, ağlayan, bağıran çağıran, slogan atan, türkü söyleyen, şiir okuyan politik tutsaklara ben de borçluyum, siz de. Onlar sizin için, özgürlük ve eşitlik için, kimlik hakları için, denizler, dağlar, nehirler, hayvanlar, bitkiler için büyük çoğunluğun gösteremediği cesaret ve kararlılığı gösterdiler.

Egemenler ve onların bol maaşlı kalemşorları onları yok saysa, unutturmak istese de işte buradalar. Aramızdalar ve sizinle konuşuyorlar. Sizi demir parmaklıkların, dikenli tellerin, beton duvarların ve sansürün örtmeye çalıştığı gerçekle yüzleşmeye çağırıyorlar.

“Tecrit, kadın cinayetleri, tecavüz, işkence, din sömürüsü, çocuk işçiler, anadil ve çevre eylemleri gibi konularda, dünyanın farklı ülkelerinde ve Türkiye’de baskılara, insan hakları ihlallerine uğrayanların gerçek hikayelerinin anlatıldığı “Başka Bir Dünya İçin Manifesto: Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler”[1] adlı politik tiyatro oyununu beğenerek okuduğum (ve oyunumda kurgusundan yararlandığım) yazar Ariel Dorfman’ın dediği gibi:

“Siz, bu kitabı okuyanlar, şimdi cevap verme sırası size geldi. İşte size, bu oyunda anlatılan ve sıklıkla unutulan hayatların fani işbirlikçisi olma şansı. Bu insanların seslerinin başkalarına ulaşmalarına yardım etme fırsatı.

Artık sıra sizde; sıra bu kitabı okuyanlarda, bu oyunu sahneleyenlerde, kendi aralarında bu oyunun ne söylemek istediğini tartışanlarda, kahramanlarından cesaret alanlarda, belki de bu kitabı okuduktan sonra burada adı geçen erkek ve kadınların, (LGBTİQ+ların b.n) kelimenin tam anlamıyla hayatlarını adadıkları sorunlar üzerine kafa yormaya başlayacak olanlarda.”

Adil Okay       

Ağustos 2024


[1] http://yolcutiyatro.com/portfolio/artwork-early-2017/