"Toplumsal barışın tesisinin ilk adımı ise geçmişte yaşanmış ağır insan hakları ihlalleri ile yüzleşme, benzer ihlallere neden olacak güvenlikçi politikalardan vazgeçme, etkili, adil ve bağımsız yargı mekanizmaları oluşturmaktan geçmektedir."
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi "Barış İçin, Cezasızlık Politakasından Vazgeçin!" konulu Barış Nöbetinde basın açıklaması gerçekleştirdi.
İHD Adana Şube Başkanı Av. Yakup Ataş tarafından okunan açıklamada; "İnsan Hakları Derneği Merkez Yönetim Kurulumuzun 2022 yılı Eylül ayında almış olduğu karar ile başlattığımız Barış Nöbetimizin 16.sını gerçekleştirmek üzere bir aradayız. Türkiye’de toplumsal barışın önünde engel olan kronik sorunların çözümüne ilişkin talep ile önerilerimizi güçlü bir biçimde kamuoyu ve muhataplarına ulaştırmaya çalıştığımız nöbet eylemimiz, hak mücadelesi ve barış çabamızda paydaş olduğumuz kurum ve kişilerin desteğiyle daha fazla güç kazanmakta; bu destek ve dayanışma, barışa olan inanç ve umudumuzu artırmaktadır. Bu vesileyle öncelikle barış talebimize destek olan tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz" dedi.
Türkiye’de ve özelikle Kürt Coğrafyasında çok uzun süredir temel insan haklarının korunmadığı; yaşam hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin rutine dönüştüğü, hapishanelerde mahpuslara dönük hak ihlallerinin her geçen gün daha da arttığı, demokratik değer ve ilkelerin rafa kaldırıldığı bir dönemi yaşamaktayız. İçinde bulunduğumuz koşullarla beraber muhatap olduğumuz hukuksuz ve antidemokratik uygulamalar, hak savunucuları olarak önümüzdeki engelleri çoğaltmakta, yüklendiğimiz sorumluluğu ağırlaştırmaktadır. Öte yandan bu zorlu şartlar, toplumun barışa ve adil bir hukuk düzenine olan arzusunu artırmaktadır. Bu arzunun ancak, toplumun bütünü tarafından ortaya konacak güçlü bir dayanışma ve barış talebi ile gerçeğe dönüşebileceğinden hareketle tüm toplumsal kesimleri hak savunucularının yükselttiği barış talebine katkı sağlamaya davet ediyoruz.
İnsan Hakları Derneği olarak yürüttüğümüz hak mücadelesinde tespit ettiğimiz hak ihlallerinin çok büyük bir kısmı Kürt Meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de, başta 90’lı yıllarda yaşananlar olmak üzere faili meçhul siyasi cinayetler ile gözaltında zorla kaybettirmeler, yaklaşık kırk yıldır süren çatışmalı ortamda yaşanan can kayıpları, gerek gözaltı birimlerinde gerekse gözaltı birimleri dışında uygulanan işkence ile kötü muamele uygulamaları ve mahpusların maruz bırakıldığı gayri insani fiiller gibi birçok ağır insan hakları ihlalleri sürekli ve sistematik bir şekilde devam etmektedir. Kürt Meselesinin demokratik yol ve yöntemlerle çözülememesi nedeniyle devam eden çatışmalı sürecin mağdurları; bazen ifade özgürlüğünü kullanmak isteyen 70 yaşında bir kadın, bazen de dünyada olup bitenden habersiz 18 aylık bir bebek bazen de tek amacı insan haklarını koruyup geliştirmek için çaba gösteren hak savunucuları olmuştur. Türkiye’de, kamu gücünü elinde bulunduran kişilerin neden olduğu hak ihlallerine ilişkin savcılıklar eliyle başlatılan soruşturma ve açılan davaların çok büyük bir kısmında yargı makamları dava konusu olaya ilişkin yapılması gereken tahkikat işlemlerini eksik/özensiz bir şekilde ve olayın üstünden çok uzun zaman geçtikten sonra tamamlamışlardır.
Yine Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklı yaşanılan çatışmalı süreçte yurttaşların uğramış oldukları ihlaller nedeniyle açılan ceza davalarında, mağdurların etnik kimlikleri ve siyasi tercihleri yargılamaların önüne geçmiş, fail durumunda olan kamu görevlileri ‘bölgenin hassas durumu’ gerekçeleriyle işlemiş oldukları fiillerin karşılığı olan cezalar ile ya hiç karşılaşmamış ya da kendilerine verilen cezalarda üst sınırda indirimler uygulanılarak cezasızlık zırhı ile korunmuşlardır.
Son yıllarda yargı makamları tarafından verilen zamanaşımı nedeniyle düşme kararları da hak savunucuları ve insan hakları hukukçuları tarafından uzun yıllardır kurumsallaşmasından rahatsızlık duyulan cezasızlık pratiğinin en belirgin örneklerindendir. Özelikle 90’lı yıllarda gerçekleşen ağır insan hakları ihlallerinin bir kısmı hakkında açılan Lice Katliamı Davası, Vartinis Davası, Sivas Madımak Davası, Musa Anter Davası gibi sembol dava dosyalarında dava konusu katliamların üzerinden 30 yıl geçmiş olması nedeniyle verilen düşme kararlarının insan hakları hukuku açısından hiçbir meşru yönü olmadığını belirtmek isteriz. Zira söz edilen davalarda görülen olaylar ve başkaca onlarca örnek durumlarda yaşanan ağır insan hakları ihlalleri, belli bir sistematik içinde, belli bir grup tarafından yine belli bir gruba karşı işlenen suçlar olmaları nedeniyle uluslararası hukuk tarafından insanlığa karşı suçlar olarak tanımlanmaktadır. İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zamanaşımı müessesinin uygulanamayacağı yönündeki evrensel hukuk kurallarına rağmen Türk Yargısı tarafından failleri cezasız bırakma amacıyla verilen bu kararların, hakları ihlal edilenlerin adalete erişimini engellediği gibi, ihlali yaratan kamu görevlilerini suç işleme konusunda cesaretlendirmektedir. Bu kararların Türkiye’nin toplumsal barışın inşa edilmesi yönündeki engellerden biri olduğunu özelikle vurgulamak isteriz. Zira geçmişte yaşanan ve etkisi hala devam eden bu ve benzeri olaylarda yaşanan ağır insan hakları ihlalleri faillerinin yargı eliyle cezasız bırakılması, yurttaşların güvenli bir gelecek tahayyül etmesine engel olmaktadır.
Bu ayki barış nöbetimiz vesilesiyle bir kez daha tekrarlamakta fayda görüyoruz; Türkiye toplumunun şu an içinde bulunduğu tüm krizlerin tek çözümü, toplumsal barışını tesis etmekten geçmektedir. Toplumsal barışın tesisinin ilk adımı ise geçmişte yaşanmış ağır insan hakları ihlalleri ile yüzleşme, benzer ihlallere neden olacak güvenlikçi politikalardan vazgeçme, etkili, adil ve bağımsız yargı mekanizmaları oluşturmaktan geçmektedir.
Son olarak; kalıcı bir toplumsal barışın sağlanması amacıyla:
‘BARIŞ İÇİN, CEZASIZLIKTAN VAZGEÇİN’ diyoruz.
BARIŞ HAKKINI SAVUNMAYA DEVAM EDİYORUZ.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ