İstanbul yeryüzünün gelmiş geçmiş en köklü, en çok önem atfedilen en köklü şehirlerinden bir tanesi; bizim Konstantinopolis dediğimiz Constantinople, Fatih’in fethinden sonra Konstantiniyye olmuş ve ilelebet de İstanbul olarak anılmaya devam edecek.
Konstantinopolis ya da Konstantiniyye isimleri haklı gerekçelerle günümüzde “lanetli” kabul ediliyor olsa da,
İstanbul şehri Osmanlı İmparatorluğu resmi evraklarında yüzyıllar boyunca “Be Makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye” olarak geçmiştir.
Bu yazıda İlber Ortaylı’nın “Osmanlı’ yı Yeniden Keşfetmek” kitabından alıntılarla bu kadim şehrin isim değişikliği yolculuğunu bulacaksınız.
Çünkü,
Konstantinopolis ile başlayan İstanbul tarihini asıl İlber Ortaylı’dan okumalıyız…
Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.
Hz. Muhammed (SAV)
Be Makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye
Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün fermanlarında ve kayıtlarında şehrin adı Konstantiniyye olarak geçerdi:
Konstantiniyye, yani “korunmuş makam”…
Memalik-i Mahrusa’ nın korunmuş ülkelerinin merkezi Konstantiniyye bütün Arapların tarihinde, İslam tarihi boyunca bu adla anılırdı.
Bu esnada,
Memalik-i Mahrusa, üzerinde yaşayan toplumların dirlik ve birliğinin bozulması halinde, büyük bir felaketin yaşanması kaçınılmaz olan topraklara verilen isimdir.
Kimse şehrin kurucusu olan hükümdarın ne adını küçümserdi ne de inkâr ederdi.
Hiç şüphesiz ki bu resmi ad, sadece resmi işlemlerle sınırlı değildi.
Büyük Konstantin’ in adını taşımaktan dolayı Osmanlı İstanbul ’u, hiçbir zaman yüksünmüş değildir.
Dolayısıyla bu konuda bir hassasiyete de lüzum yoktur…
Hatta son döneme kadar,
Basılan bazı kitapların ilk sayfasında “Konstantiniyye ….. Matbaası” künyesi vardır.
Konstantinopolis İsminden Rahatsızlık
Vakıa mütareke döneminin tatsız günlerinde,
Konstantinopolis isminin Türkleri rahatsız etmesinden daha normal bir şey yoktur.
Çünkü,
İşgal kuvvetleri içinde yer alan Yunanlılar küçük Yunanistan’ın Kralı Konstantin ile tarihteki Büyük Konstantin’in ismini birbirinin yerine koymaya çalıştılar.
O yüzden resmen bu isim silindi.
Hiç şüphesiz ki,
Bu büyük şehrin başka adları da vardı…
Yeryüzünün En Haşmetli Kenti İstanbul İdi...
Bir kere dördüncü asırda Konstantinopolis resmen kurulduğundan beri yeryüzünde onun kadar büyük bir şehir ancak İtalya’daki Roma idi,
Ve,
Bir iki asır içinde İstanbul istikrarlı, zengin, kuvvetli bir imparatorluğun merkezi olduğu için,
“Nea Roma” yani “Yeni Roma” eski Roma’yı gölgede bıraktı…
Eski Roma çöktükçe, fakirleştikçe, dağıldıkça, nüfusu azaldıkça yenisi ona inat genişlemeye başladı.
İki asır sonra ise yeryüzünde Konstantinopolis ‘den daha büyük bir şehir düşünülemez olmuştu…
Mısır’daki Aleksandria (İskenderiye),
İtalyadaki Roma,
Dini bir merkez olduğu için hacimce büyük olmasa da Kudüs,
Eski Suriye’nin ihtişamını pek taşımasa da Antakya ve Atina ise harabeler halinde şehirlerdi.
Yeryüzünde Konstantinopolis kadar ihtişamlı başka bir şehir bulmak pek mümkün değildi…
Emeviler’ den sonra Şam,
Abbasiler’ den sonra Bağdat,
Satvetli devirlerinde İran’ın İsfahan ve daha evvel Kazvin, Nişabur gibi şehirleri belki büyük şehirler sayılabilirdi.
Ancak,
Şurası bir gerçek ki bin yıl boyunca İstanbul ’dan daha parlak bir şehir yoktu…
İstanbul ’u Ziyaret Edebilmek Bir Ayrıcalıktı
Yaklaşık bin sene İstanbul hem bu büyük mabediyle hem de bizzat kendisi milletlerin dikkatini çekmişti.
Ona gitmek, onu gezmek, onu görmek bir imtiyazdı.
İtalya’nın, Yunanistan’ın, Suriye’nin, Kafkas ülkelerinin, Kırım’ın, Uzak Rusya’nın,
Hatta o zaman tamamıyla toplayıcı ve avcı milletlerin yaşadığı İskandinavya’nın bazı imtiyazlıları,
İstanbul ’a gelmeyi bir saadet addederlerdi.
İmparatorluğun muhafız kıtaları arasında bulunan Varegler dediğimiz Rus ve İsveç takımını unutmayalım.
Nihayet hac için bu şehre gelen Ruslar,
Onu hayranlıkla ve hayretle tasvir etmekten geri kalmamışlardır.
Emsalsiz Şehir Konstantinopolis
Bütün Avrupa kıtasında İstanbul, yani Konstantinopolis ile yarışabilecek bir şehir yoktu.
Nasıl olsun ki;
En parlak zamanlarında Kolona, yani Köln on bin nüfusa ancak ulaşmıştı.
İtalya büyüyen şehirlerin yaşadığı bir bölgeydi,
Ama,
Orada bile güzel Venedik, Pisa, Eski Roma ve gelişmekte olan Floransa İstanbul ile yarışmak için ancak on beş ile on altıncı yüzyılı beklemek zorunda kalmışlardı.
Onun yapılarına ulaşmak mümkün değildi.
Bu yüzden eski imparatorluk zamanında şehri ifade etmek için sadece “Urbis” (Urb, yani şehir kelimesi) kullanılıyorsa,
Bu yeni şehrin adını da “Polis”, sadece “şehir” diye ifade etmek yetti.
Bundan dolayı “şehre, șehirde” anlamında kullanılan Stinpoli, İstanbul ’un eski adı olarak ortaya çıktı.
İstanbul ’da İslamiyet Etkisi
Müslüman Emevi kuşatmasında “İstinbol” deyimi yerleşti.
Zamanla bu şehrin eski ismine benzeyen bir kelimeyi de Türkler kullandı.
18. yüzyılda bazı kitabelerde, mezar taşlarında, hiç şüphesiz fermanlarda ve kayıtlarda kullanılan “İslambol” kelimesi vardır.
Bu şehrin adeta İslamlaştığının, İslam adı taşıdığının bir ifadesidir.
18. yüzyılın garip bir etnik bilincidir,
Ve,
İsim çok fazla yaşamamış; 19. yüzyılda hiç kullanılmamıştır.
Osmanlı İstanbul ’u mutantandı, görkemliydi,
Bütün doğulu ve batılı milletlerin gözü o şehrin üzerindeydi.
İran’da İsfahan, Orta Asya’da, Müslüman Hindistan’da Delhi gibi belki böyle kalabalık şehirler vardır.
Buna rağmen,
İstanbul ‘un nüfusundan çok zenginliği, orijinal mimarisi, kütüphaneleri dikkati çekerdi.
Develer dolusu kervanlarla bu şehre kitap taşınırdı.
Kütüphaneleri dolmaya başlamıştı.
İstanbul ’un Diğer İsimleri
Bizzat İstanbul ’un bu zenginliği muhtelif milletlerin dillerinde muhtelif isimlerle anılmasına neden oldu:
- Asitane
- Darü’s-Saadet
- Der Aliyye (Yüce Ev)
- Darü’l-Hilafetü’l-Aliyye
- Der-i Saadet veya
Der-Saadet gibi son zamanlara kadar halk arasında kullanılan isimler…
İsimler saymakla bitmiyor…
Slav milletlerin dilinde onun adı Tsarigrad’ dı; bir başka deyişle Çar’ın, İmparatorun yaşadığı şehir.
Hala bugün Bulgarca ’da bu ismin kullanıldığını görürsünüz.
Bildiğim kadarıyla Sofya Havaalanının bekleme salonundaki mozaiğin üzerinde İstanbul, Tsarigrad diye gösterilmektedir.
Bu isimlerin hiçbirisini reddetmemeliyiz.
Çünkü,
Hepsi bin sene boyunca bütün dünyanın tek ve büyük metropolü olan şehrin adıdır.
Bu şehri almak isteyenler çoktur…
Onun muhteşem surları buna mâni oldu.
Bu şehri top kullanarak, yani modern çağın ateşli silahlarını kullanarak bizim dedelerimiz ele geçirdiler,
Ve,
Ondan sonra da bu şehri korudular.
İstanbul Demografisi
Önce eski büyük kiliseleri camilere çevirdiler, bu ihtiyaçtan ileri gelen bir korumaydı.
Sonra yenilerini yaptılar,
Ve,
Yenileri 16. yüzyılda şahikasına ulaştı.
İstanbul kendine göre bir nüfus politikası takip etti.
Şehri kalabalıklaştırmak için Anadolu’ dan zorla götürülenler sadece Müslümanlar değillerdi;
Karaman bölgesinden Türkçe konuşan Hristiyanlar, yani Karamanlı dediğimiz Rumlar,
Sonra Helence konuşanlar,
Ve nihayet Ermeniler…
O kadar ki,
Ermeni tarihinde ve hiyerarşisinde hiç yeri olmadığı halde,
İstanbul bir patriklik,
Hem de bütün Ermeni milletini yöneten bir patriklik olarak teşkilatlandırıldı.
Nihayet 15. ve 16. yüzyıllarda yoğun Yahudi göçüyle,
İstanbul ve Selanik Yahudi dünyasının en önemli iki merkezi haline geldiler.
Bu şehrin adları onun çeşitli milletlerin efsanelerinde masallarında yaşadığını gösterir.
Halen bugün için bile hiçbir memleket, hiçbir şehir başka milletlerin folklorunda bu kadar yoğunlukla anılmaz.
İstanbul Törenleri
İstanbul düğün dernek şehriydi.
Bu şehirdeki protokol ve törene başka milletlerde rastlamak pek mümkün değildir.
Unutmayınız ki 16. yüzyıl boyunca Avrupa saraylarına hükmeden İspanyol protokolüydü.
Fransız saray adabı, protokolü ancak 17. yüzyılın sonunda, 18. yüzyılda,
Yani,
14. Louis’den itibaren başka milletleri etkilemeye başlamıştır.
Bütün orta zamanlar boyunca milletleri hayran bırakan ve onların taklit etmeye çalıştıkları tek yer Konstantinopolis,
Yani,
Bizim Bizans İmparatorluğu dediğimiz yerdi.
Bu şehrin törenleri anlatılsın, öğrenilsin diye kitaplara konu olmuştu.
Bizzat imparatorlar, törenlerin usulü hakkında kitaplar kaleme almışlardır.
İmparator Konstantin Porfirogenetus’un 10. asırda kaleme aldığı “De Ceremonis Aulae Byzantinae” gibi…
15. yüzyıldan itibaren bu imparatorluk protokolü hiç şüphesiz ki Osmanlı ananesiyle devam etmiştir.
Bu şehirde hükümdarın nasıl yaşayacağı,
Sarayda devlet adamlarıyla günlük teması,
Nasıl yemek yiyeceği,
Muayyen günlerde, bilhassa Cuma günleri Cuma namazına gidilirken “selamlık” dediğimiz törenin nasıl yapılacağı en ince ayrıntısına kadar tespit edilirdi.
Ve,
Bu sadece imparatorluğun halkı için değil, bütün İslam dünyası için çok önemliydi.
Günümüzde İstanbul
19. yüzyıla kadar kimseye burnundan kıl aldırmayan İstanbul,
Aklımızı başımıza toplarsak gene de aldırmaz.
Potansiyeli bu kadar yüksek,
Gelişmeye bu kadar müsait,
Bu kadar güzel,
Ve,
Bu kadar zengin mirasa sahip başka şehir nerede?
Hangi şehrin böyle bir silueti var?
İstanbul ‘un dışı cihanı yakar,
İçindeki keşmekeş de bizi…
Elli senedir onu çirkinleştirmek için her şeyi yapıyoruz,
Ama,
Gene de güzel…
Onun için İstanbul ‘un bu olaylarının geçtiği bölgeleri çok iyi korumamız gerekir.
Neresidir bu bölgeler?
- Sultanahmet
- Divan Yolu dediğimiz, yani Sultanahmet ile en azından Aksaray’a kadar uzanan cadde
- Beyazıt Meydanı,
Ve,
Süleymaniye civarı…
Maalesef şu ana kadar korumayı beceremedik.
Eğer bu yolları ve mekanları koruyamazsak,
Ne ecdadımızın altı asırlık tarihini, ki bunun beş asrı İstanbul’ da geçmiştir,
Ne de peşimizdeki bin yıllık Roma tarihini korumamız, anlamamız, canlandırmamız mümkün değildir.
Ve,
Bu uzun tarih bizim sorumluluğumuz altındadır.
Buralara sahip olan insanların imtiyazları kadar, çekeceği külfet ve altına gireceği yükümlülük de vardır.
Bu üç kilometrekareyi korumak, muhafaza etmek bizim boynumuzun borcudur…