Gittiğimiz yerleri keşfettiğimiz yeni bölgeleri fotoğraflarken kareye biz de girmek istiyoruz. hatta kimi zaman fotoğraf karesinde sadece kendi suretimiz görünüyor. nerede olduğumuz bile anlaşılmıyor. Ve alta da not düşüyoruz "x, y, z, kentini, bölgesini gezerken..." diye.
Şimdi bu bağlamda birkaç soru yöneltip yanıtlar arayayım :
Çağımızda diğer sanat eserleri neden “fotoğraf” kadar dikkatle izlenmiyor?
İnsanlar neden kendi fotoğraflarını hayranlıkla izliyor ve ekranlara ve evlerinin baş köşelerine asıyorlar.
Bunları sorguluyor ve kendimce cevaplar veriyorum:
Psikanaliz, resmin ve fotoğrafın kaynağında “Mumya Kompleksi”ni bulmuştur. “Bir insan kendi fotoğrafını neden karşısına asar” sorusunun yanıtı da burada yatar. Eski Mısır’da “yönetenler ve mülk sahipleri” ölümden sonra mumyalanmayı “ölümsüzlüğe ulaşma” amacıyla vasiyet ederlerdi. Rönesans’a gelince portre resimleri mumyaların yerini aldı. Tabi bu dönemde de “resim” (mumya gibi) varlıklıların ve imtiyaz sahiplerinin sahip olabileceği bir “sanat eseri”ydi.
Modernizmle birlikte yaygınlaşan ve orta sınıflara da hizmet sunan “portreci sokak ressamları” ise, fotoğrafın icadından sonra giderek azaldılar. Bunun bir nedeni de, portre ressamlarının çalışmalarının “sanat” değil “zanaat” oluşuydu. Onların yerini “şipşak fotoğrafçılar” aldı. Hatta portre ressamlarının birçoğu da “fotoğrafçılığa” geçiş yapıp, resim becerilerini “rötuş”ta kullanmaya başladılar. Malum o dönemde henüz “photoshop” yoktu.
Bu gün rötuş işlemi bilgisayarda yapılmaktadır." Günümüzde ise dijital icat oldu ve "selfiler" çoğaldı.
Velhasıl mevzu derin. "Ya sen ya siz" diyenlere de cevap olarak "kahkahalı" fotoğraflar paylaşayım. Bu karanlık günlerde içiniz açılsın.
Hani sosyal paylaşım ağlarında sıkça karşımıza çıkan bir aforizma var ya: "GÜLMEK DEVRİMCİ EYLEMDİR..." İşte icabında en zor koşullarda da gülmeyi ve Ahmed Arif'in dediği gibi sevmeyi bildiğimizi gösterelim.
Not: Devlet-i Ali halen maske yollamadı. Ne telefonuma kod geldi ne de postacı kapımı çaldı.