KORONAVİRÜS GÜNLERİNDE FOTOĞRAF VE “SINIF HALİ…” Koronavirüs günlerind...
KORONAVİRÜS GÜNLERİNDE FOTOĞRAF VE “SINIF HALİ…”
Koronavirüs günlerinde boş durmamalı.
Ülkemizin de içinde yer aldığı kapitalist dünyadan gelen felaket haberleri moral bozsa da gelecek güzel günlere dair umudu bilemeli.
Dünyevi işleri, eş – dost - akraba ilişkilerini, demokratik kitle örgütlerinde aldığımız görevleri, karma sergi gibi kolektif sanat çalışmalarını asgari düzeye indirsek bile mutlaka yapmamız gereken işler var.
Mesela dergilere, gazetelere yazı hazırlamak, yazmanın dışında okumak, izlemek, dinlemek…
Bunları yapmayan, kendini yenilemeyen insan yazabilir mi?
Ayrıca sadece yazmak için okunmaz ki.
Keyif için de okumalı, dinlemeli, izlemeli. O kadarcık da lüksümüz olsun değil mi?
***
Elbette bu karanlık günlerde yoğunlaşmak kolay değil. Bir kitaba başlayabilmek, bir filmi sonuna kadar izleyebilmek zor gelebiliyor kimi zaman. Hemen hepimiz yoğunlaşma sorunu yaşıyoruz. Ama düşük tempo ile de olsa yazmaya, çizmeye, okumaya, izlemeye devam ediyoruz.
Ben mi? Benzer sorunlar yaşıyorum elbette. Bu nedenle sadece siyasi makalelere, araştırma yazılarına değil, edebiyata da zaman ayırıyorum. Bu da bana iyi geliyor. Şiirle, romanla, öyküyle dinleniyorum. Beslenirken dinlenmek diyorum buna. “Edebiyat- şiir aynı zamanda düşündürür, sorgulatır“ diyeceksiniz. Doğru da o sözcükler / mısralar sizi sarıp sarmalamazsa, yani şiir ve/veya metin kötü yazılmışsa, betimlemeler acemiyse, imgeler tamamıyla soyutsa ya da çok basmakalıpsa, o “eser” ne keyif verir ne düşündürür ne de ufkunuzu açar. Ortaya çıkan ürün sanat sayılmaz. Kiç - arabesk bir karalama olur. Ya da “duyguların dışa vurumu”.
Yeni yazmaya başlayan arkadaşlara hep söylüyorum:
Çok yazın. Yazın, yırtın yeniden yazın.
“Sanatta özgünlük. Özgürlük. Yaratım.” Bunlar önemli.
Sloganla sanatı ya da kiç’le sanatı ayırmak gerekiyor.
Amacım ders vermek değil. Ben bir otorite veya sanat kuramcısı değilim. Yaşadıklarımı ve bu koronavirüs günlerinde düşündüklerimi paylaşmaya çalışıyorum.
***
Yazmak, okumak deyince aklımıza hemen şiir, deneme, öykü ve/veya roman geliyor. Ancak sanat sadece edebiyattan ibaret değil. Farklı sanat disiplinleri de “okumaya” açıktır. Örneğin Howard Becker’e göre doğumu 1839 sayılan, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sanat ailesine katıldığı söylenen, “Fotoğraf” ile heykel, resim, karikatür, oyun, sinema, müzik, dans ve diğer sanat disiplinlerini unutmamalı.
Konserlerini internet üzerinden canlı yayın veren müzisyenler, deklanşöre basan, anı durduran ve bizimle paylaşan fotoğrafçılar, resim ve karikatürlerini sergi salonunda olmasa bile sosyal medyada hayranlıkla izlediğimiz sanatçılar ufkumuzu açıyor.
İşte bu sanatçılardan biri olan Ali Osman Abalı, objektifini sık sık “sınıfa”, “sınıf çelişkisine” doğrultuyor. Sık sık diyorum zira “sınıf” yanı sıra “kimlik” gibi diğer toplumsal meselelere dair de çalışmaları devam ediyor. Aşkı da ihmal etmiyor. Ne de iyi yapıyor.
Zira bu koronavirüs günlerinde uzun süredir egemenlerin unutturmaya, gizlemeye, görünmez kılmaya çalıştığı “sınıf çelişkisi” iyice gün yüzüne çıktı. “Evde kal” çağrılarına rağmen işe gitmek zorunda olan milyonlar, bir kez daha “sınıf çelişkisi”ni gözümüze soktu. Tedavi imkânları da öyle. Kimileri özel doktoruyla, özel aracıyla, jetiyle, yatıyla, korumalarıyla özel mekânlarda lüks içinde yaşarken, hastalandıklarında 5 yıldızlı özel hastanelerde, özel tedavi görürken, kimileri de çocuğunu dolmuşla doktora götürmeye çalışıyor.
Peki, 20 yaş altı ya da 65 yaş üstü olup çalışmak zorundan kalan emekçiler için ne demeli? Akranlarının büyük çoğunluğu “evde kal”ırken onlar işe gitmek zorunda.
Bizi sarsan bu gerçekleri edebiyatçılar ak kâğıda dökerken, Ali Osman Abalı gibi fotoğrafçılar da deklanşöre basıp anda durduruyor.
“İşte gerçek” diyorlar.
“Görmediğiniz, görmemezlikten geldiğiniz gerçeklik” diyorlar.
***
Ali Osman Abalı bir alaylı. “Sanata dair” ilk derslerini erken kaybettiğimiz Erhan Sönmez’den almış. “Merhaba Sanat Tiyatro” grubunda oyuncu olarak başladığı sanat serüvenine, fotoğraf ve belgeseller hazırlayarak devam etmiş.
Yönetmenliğini Yaptığı Belgesel Filmlerden birkaç örnek vereyim:
“Ne güzel gülerdin sen çocuk…”, Erhan Sönmez Belgeseli, 2019, Mersin Sokak Müzisyenleri Belgeseli (Mersin Street Musicians Documentary) – 2018, Belgesel, Erhan Sönmez Belgeseli (Mersinde Tiyatrocu Olmak) – 2013, Belgesel, Mevsimsiz Göçler Huzurkent Mersin - 2009 , Belgesel.2001 yılından beri sanatın çeşitli disiplinlerini deneyen Ali Osman Abalı, ilk karma fotoğraf sergisi “Yansımalar”ı 2011 senesinde açtı. Aradan geçen bu süreçte karma sergilerde yer almanın yanı sıra kişisel sergiler açmaya, belgeseller hazırlamaya devam etti. Sanatsal çalışmalarının yanı sıra atölyeler workshoplar yapıyor.
Abalı ile son 10 yılda birlikte birçok iş ürettik. Ortak sergiler açtık. Gerek ülkede, gerekse Avrupa’da açtığımız karma fotoğraf sergilerine destek sundu. Dünyanın birçok ülkesinde beğeni toplayan “Kadın tutsaklar konuşuyor” video sunumunu birlikte yapmıştık. “Heykeltraş, şair ve fotoğrafçı gözüyle Kadın ve Çocuk” adlı sergimizi, Hasan Canel, Ali Osman Abalı ve ben birlikte hazırlamıştık. Yine 2018’de “Göç ya da Araf” adını verdiğimiz karma fotoğraf ve heykel sergisini o, ben, Arif Kılıç ve Tülin Şahin Okay birlikte organize ettik.
Yazar ve fotoğrafçı Özcan Yaman’ın dediği gibi “Sanat sokaktı ve sokak öğretiyordu…” Ali Osman Abalı da hep sokakta, gerçeğin peşindeydi. Görmek ve bakmak fiilleri arasındaki önemli farkı da kavramıştı.
O Mehmet Özer’in betimlemesiyle: “Elinde zamana ve ışığa hükmeden kalbiyle, kalabalık caddelerin, ırmak gibi akıp giden yürüyüş kortejlerinin, vitrinlerden yansıyan yoksulluğun, kuşun bile yuva yaptığı bu dünyada evsizlerin, yurtsuzların büyük yoksulluklarının fotoğrafını çekiyor.”
Kendi ifadesiyle söyleyecek olursam “Sınıf hali”ni çekiyor.
O şimdi hem öğrenci, hem öğretmen. Özgürlük eşitlik ütopyasıyla çıktığı engebeli yolda yürümeye devam ediyor. Görüyor, gösteriyor.
O halde koronavirüs günlerinde Ali Osman Abalı’yı da takip edilecekler listesine ekleyelim.
Nisan 2020