Mültecilik terimini kullanmak yanıltıyor, mesela Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülke...
Mültecilik terimini kullanmak yanıltıyor, mesela Türkiye, Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelenleri mülteci olarak kabul etmiyor.
Türkiye’de üçüncü dünya ülkelerinden gelenlerin hiçbir statüleri yok yani sistemin ne dışında ne içindeler, kalıcı ‘istisna hali’ koşullarında hukuken terk edilmişler. Sadece Suriyeliler geçici koruma altında olabiliyorlar. O da şu demek her an bu koruma altında olmaktan çıkarılabilirler.
Mülteci figürü, insan hakları ve insancıl yardım rejiminin hegemonyası içine gömülü olan, tarihsel aşırı zulüm anlatıları içinde bir kurban olarak temsil ediliyor. Sığınanlar siyaseten niteliksiz, tam anlamıyla çıplak insan yaşamının bir mahalli halinde. Dolayısıyla bu siyaseten niteliksiz olmaları çok kolay gerici siyasal özneler olarak değersizleştirilmelerini beraberinde getiriyor.
Aslında mülteci statüsü de dâhil olmak üzere, devletsiz şahısları, statüsü olmayan göçmenleri ‘insan hakları’ rejimleri tam olarak evrensel koruma kütüğü altına alamıyor. İnsan hakları yurttaş olarak ulusal öznelere bahşedildiği için, siyasal nitelik taşımayan çıplak insan varoluşu kategorisini ortadan kaldırıyor. Hannah Ardent, “herhangi bir insana değil yurttaşlara insan hakları verebilen, bu hakları geçerli hale getiren ve güvence altına alabilen tek merci olarak iş gören kozmopolit insan hakları rejimi değil, ulus devlet sisteminin kendisidir” der.1
Siyaset hukuktan önce geldiğinde
Bu anlamda bireyler, tam da çıplak insan yaşamı haline indirgendiklerinde evrensel insan haklarından büsbütün yoksun bırakılıyorlar. Dahası, emperyal devletler kozmopolit insan hakları rejimlerini bu kanunları ihlal eden diğer devletlere zorla dayatma hakkına başvurabilirken, kendileri aynı rejimi ulusal egemenlik, olağanüstü hal ve istisna hali adına her zaman askıya alıp ihlal edebilmekte, böylece insan haklarını hükümsüz kılabilmekteler. Siyaset hukuktan önce geldiğinde, insan hakları, “bu hakların dışarıdan koruma altına alınması hakkına sahip olma hakkı” haline geliyor. (Carl Smith)
Tüm bu tanımların içinde taşıdıkları boşluk ve çelişkileri, sadece kamplar ve gözaltı merkezleri gibi istisna uzamlar bağlamında ele aldığınızda (sonuçta bu çıplak insanlık durumu en fazla oralarda somutlaşıyor), meseleyi sınırlamış oluyorsunuz. Mülteci krizlerinin doğduğu ülkelerdeki nedenlere ve sığınmacılara barınma sağlama sürecinin dışlayıcılığına bakmamış oluyorsunuz. Çünkü artık Avrupa’da da mülteci statüsüne erişimin kısıtlanması için sert ve dışlayıcı önlemler alınıyor. Yani artık mülteci statüsü de çantada keklik değil. Çünkü devletler artık istisna mahalleri dışında ‘dikkatli bir incelemenin ardından kimlerin içeri girebileceğine, sınırları dâhilinde hareket edebileceğine yahut hukuki, toplumsal ve siyasal korunma isteyebileceğine” karar verirken onların nelere öncelik tanıdığı ve nasıl yaptığına bakmak gerekiyor.
Konuyu bu noktadan sonra ele almaya devam edeceğiz...
Sibel Erduman
1. Jamil Khader-Mülteci Biyopolitikasının Ötesinde; Küresel Kapitalizm, Bütünlük, Ortak Mücadele Metis Yayınları