Toplumsal gericileşmenin bir ürünü olarak kadın düşmanlığı bu boyutlara ulaştı
İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Sekreteri Nuray Yenil, geçtiğimiz günlerde İstanbul’da yarım saat arayla İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in canice katledilmesi sonrasında Yurtsever’e açıklamalarda bulundu.
Yenil açıklamasında “AKP döneminde en az 7 bin kadın cinayeti basına yansıdı. AKP’nin iktidarda olduğu son 22 yılda kadın cinayetlerinin ve şiddetin katlanarak artması tesadüf değil” ifadelerini vurguladı.
“Bu nedenle kadına yönelik şiddet ile mücadele aynı zamanda kadını ikincilleştiren gerici politikalara karşı, kadını ucuz işgücü olarak gören bu sömürü düzenine karşı mücadeledir” diyen Nuray Yenil “Bugün başta kadınların ve bütün emekçi sınıfların eşit, özgür, laik, bağımsız bir yeni cumhuriyet için ayağa kalkması, geleceğini kendi elleriyle kurması şarttır” diye konuştu.
Nuray Yenil’in açıklaması şu şekilde:
Ülkenin dört bir yanından her gün kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarı haberleri geliyor. İstanbul’da yarım saat arayla İkbal Uzuner ve Ayşenur Halil’in canice katledilmesi münferit vakalar değil. Her yıl yüzlerce kadın katlediliyor, binlercesi şiddete uğruyor. Son bir haftaya bakın, henüz Edirnekapı’da ki vahşetin üzerinden yirmi dört saat geçmemişken Diyarbakır’da Bedriye Işık katledildi. Beyoğlu’nda iki kişi bir kadına cinsel saldırıda bulundu ve gözaltına alınan saldırganlar önce serbest bırakıldı, ancak gelen tepkilerin ardından yeniden gözaltına alınıp tutuklandı. Saldırganlar yargı kararlarından, cezasızlıktan cesaret alıyor.
Karşı karşıya kaldığımız bu tablo açıktır ki kadın düşmanı gerici politikaların sonucudur. AKP döneminde en az 7 bin kadın cinayeti basına yansıdı. AKP’nin iktidarda olduğu son 22 yılda kadın cinayetlerinin ve şiddetin katlanarak artması tesadüf değil. Siyasi iktidar sahiplerinin her fırsatta kadını ikincilleştiren söylemleri, kadının aile tanımına hapsedilmesi, dindar ve kindar nesil yetiştirmek gayretiyle kadını gerici kalıplara sığdırmaya çalışan eğitim müfredatı, tarikat ve cemaatlerin artan toplumsal etkisi, Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok diyen bir Cumhurbaşkanı… Böylesi bir siyasi iklimle şekillenen Türkiye’nin yeni rejimi kadınları yaşamdan kopardığı gibi gençlerin gelecek umudunu da elinden alıyor, geleceksizliğe mahkum ediyor.
Kadın Bakanlığı’nı kapatarak Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na dönüştüren AKP iktidarı kadın cinayetlerinin önüne geçmek yerine boşanmaların önüne geçme gayretinde. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın hazırladığı strateji ve vizyon belgelerinde bakanlığın temel hedefinin doğum oranlarını attırmak olduğu ifade ediliyor. Bakanlık bu belgelerde kadınların çok çocuk doğurmasını, esnek ve uzaktan çalışma modelleri ile ucuz ve güvencesiz iş gücü olarak sermayenin hizmetinde olmasını, evde geleneksel rollerini eksiksiz yerine getirmesinin yollarını döşemeye çalışıyor. Bütün bu başlıkların hayata geçmesi konusunda da en büyük destekçisi olarak Diyaneti tayin ediyor. Aile Bakanı kadın öldürüldükten sonra baş sağlığı dileklerini iletip, kadına yönelik şiddete sıfır tolerans hamaseti yapıyor.
Kadına yönelik şiddetin bu denli artmasında bir diğer önemli faktör yargı kararları. Bugüne kadar sayısız örneğini gördük. Haksız tahrik ve iyi hal indirimleri, 6284 sayılı kanunun uygulanmaması, kadınların koruma taleplerinin karşılanmaması, önleyici tedbirlerin alınmaması… Ve cezasızlık. Yani bakıyorsunuz kişi defalarca şiddet uygulamış ama ifadesi alınıp serbest bırakılmış, adeta yarım kalan işini tamamlaması için fırsat verilmiş. Tacizcilerin, tecavüzcülerin, kadın katillerinin, suç örgütlerinin ortaya salındığı af kararları ise cabası. Ve en önemlisi kadına yönelik şiddetin önlenmesinde önemli bir belge olan, taraf devletlere sorumluluklar yükleyen İstanbul Sözleşmesi’nin gericilerin talebi doğrultusunda rafa kaldırılması… Bununla da yetinmeyen gericiler şimdi de 6284 sayılı kanunun iptalini istiyorlar.
Öte yandan AKP iktidarında suç örgütlerinin sayısı hiç olmadığı kadar artmış, çete, mafya örgütlenmeleri devletin kurumlarının içine kadar uzanmış ve pervasızlaşmıştır. Hukukun her fırsatta ayaklar altına alındığı bu düzende suç örgütleri güç ve şiddeti hukukun yerine ikame ediyor. Tarikat ve cemaatler kendi hukukunu kendi egemenliğini tesis ediyor. Ve bu hukukun içerisinde kadınların payına düşen her türlü şiddet oluyor.
Bütün bu koşullar altında yeniden İkbal ve Ayşenur’un vahşice yöntemlerle katledildiği son vakaya dönersek, henüz 19 yaşında iki genç kadının katledilmesi bir psikopatın işi olarak değerlendirilemez. Katilin ruhsal sorunları olduğuna ısrarla vurgu yapmak, gerçekleşen katliamın gerçek nedenlerinin üzerini örtmek ve katilin ‘mazereti’ olduğuna dönük bir algı yaratmak içindir. Bir kez bunu ortaya koyduktan sonra temel meseleyi katilin kişisel sorunlarına indirgemek, toplumda oluşan infiali idam talepleri ile soğurmak mümkün hale geliyor. Buradan güç alan gericiler, tarikat ve cemaat temsilcileri şeriat diye haykırmaya başladılar. Hatta bazıları hızını alamayıp doğrudan laik hukukun sorumlu olduğunu dile getirdi. Taliban yönetiminin izinden giden gericilerin kadın cinayetlerinden laik hukuku sorumlu tutması ancak bir ironi olabilir. Bugün tamda laiklik ayaklar altına alındığı için, toplumsal gericileşmenin bir ürünü olarak kadın düşmanlığı bu boyutlara ulaşmıştır.
Bu nedenle kadına yönelik şiddet ile mücadele aynı zamanda kadını ikincilleştiren gerici politikalara karşı, kadını ucuz işgücü olarak gören bu sömürü düzenine karşı mücadeledir. Kadına yönelik şiddetle mücadele aynı zamanda bugün bölgemizi savaşa sürükleyen, binlerce kadın ve çocuğu katleden, milyonlarcasını yurtlarından, evlerinden göç etmeye zorlayan emperyalist saldırganlığa karşı mücadeledir.
Bugün başta kadınların ve bütün emekçi sınıfların eşit, özgür, laik, bağımsız bir yeni cumhuriyet için ayağa kalkması, geleceğini kendi elleriyle kurması şarttır.