SİBEL ÖZBUDUN
“Eğer kadının kurtuluşu komünizm olmadan
hayal bile edilemiyorsa, komünizm de
kadının tam kurtuluşu gerçekleşmeden
hayal dahi edilemez.”[1]
Dünyada büyük dönüşümlere öncülük etmiş liderler arasında kadınların özgürleşmesine Lenin kadar önem vermiş olanı, sanırım yoktur. Sıcak mücadelenin orta yerinde, sürgünde, devrim sürecinde, savaşta, kıtlık yıllarında, karşı devrimle boğuşurken… Kadınların özgürleşmesi perspektifini bir an olsun gözden yitirmemiş, hep gündemde tutmuştur. Bolşevik devriminden yıllar önce, 1890’larda eşi ve yoldaşı Krupskaya’ya kadınlar üzerindeki tahakküme değgin bir broşür kaleme almasını öneren, Lenin’di. 1899’da Krupskaya bu broşür üzerine çalışırken, o da Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin programına “kadınlarla erkekler arasında tam hak eşitliği” maddesini eklemek üzerinde çalışıyordu. Bu madde 1903’deki kurucu kongrede doğum izni, eğitim hakkı ve sağlığa zararlı koşullarda çalıştırılmama talepleriyle birlikte programa dâhil edildi.[2]
1896-1899 arasında kaleme aldığı Rusya’da Kapitalizmin Gelişimi’nde domestik sanayide kadın ve çocuk işçilerin maruz kaldığı ağır sömürü koşullarına dikkat çekerken[3], sınaî proletaryası saflarına katılmanın, kadınları içine hapsolduğu ataerkil çemberi kırmasının olanaklarını yaratacağına, bir başka deyişle “özgürleştirici bir potansiyele sahip olduğunu” da vurgulamayı ihmal etmiyordu.[4]
Hayat onu haklı çıkardı… Erkek sanayi işçilerinin yüzde 40’ının silah altına alındığı 1914 yılına gelindiğinde, Çarlık Rusyası’nda kadınlar açısından sahne radikal biçimde değişmişti. Kadınlar yığınsal biçimde fabrikalara, hastanelere, yol inşaatına doğru akıyordu. 1913-1917 arasında Petrograd’da metal işkolunda çalışan kadınların oranı yüzde 3.2’den yüzde 20.3’e yükselmiş, ahşap sanyindeki kadınların sayısı yediye katlanmıştı örneğin.[5] 1914’e gelindiğinde tüm Rusya’da kentsel işgücünün üçte biri kadınlardan oluşmaktaydı. Savaş fiyatları katlarken, 10-12 saat çalışma sonucu kazanılan ücretler ekmeğe yetmiyordu; çalışan annelerin durumu daha da zordu. Kreş ve bakımevlerinin yokluğunda fabrika işçisi kadınların doğurdukları bebeklerin üçte ikisi bir yıl içinde yaşamlarını yitirmekteydi.
Kadınlar mücadeleye giriştiler. Yani özgürleştiler. 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın işçiler erkeklerle omuz omuza grevlerde, gösterilerde saf tutmaya başlamıştı. St. Petersburg’daki Novaya Pryadil’na fabrikasında 1878’de patlak veren grevde kadınlar ön saflardaydı. Orekho-Zeyevo’daki 1885 tekstil işçileri grevinde fabrika binalarının tahrip edilmesi, Çarlık yönetiminin alel acele kadın ve çocukların gece çalıştırılmasını yasaklamasına yol açacaktı.
1895’de Yaroslav fabrikasındaki “Nisan Ayaklanması” kadın dokumacıların öncülüğünde başladı. St. Petersburg’lu kadın işçiler 1894-1896 arasında işçi sınıfını ayağa kaldıran grevlerin ön saflarındaydı.
Bu grev ve gösteriler Rus proletaryasının kadınları için hiç kuşkusuz bir okul olmuştur; bir kuşak öncesinin aile kölesi mujikleri, kitleleri coşturan, bildiriler kaleme alan, güvenlik güçleriyle çatışan militanlara dönüşüyordu.
Kadınlardaki radikalleşmeyi dönemin polis kayıtlarından izlemek de mümkündür. 1860’larda siyasi nedenlerle tutuklananların yüzde üçünü kadınlar oluştururken, 1870’lerde bu oran yüzde 12’ye çıkacaktır. 1880-1890 arasında “terörist faaliyetler”den müebbet hapse mahkûm olan 43 devrimcinin 21’i kadındır.[6]
Öte yandan, kadın işçilerin eylemlerine özgül talepleri giderek daha çok damgasını vurmaktaydı. “1905-1907 grev talepleri arasında kadın işçilerin ihtiyaçları öne çıkıyordu. Kadınları istihdam eden işkollarındaki grevlerde bir şekilde ücretli doğum izni (genellikle doğum öncesi dört, sonrsı altı hafta), emzirme izni ve fabrikalarda kreş açılmasından söz etmeyen tek bir belgeye rastlanamaz.”[7] Yalnız doğum izni ve kreş mi? Kadın işçiler ustabaşları ve patronların taciz ve istismarlarına karşı da eylemlere girişmekteydi. Kadın grevcilerin talepleri arasında, doğum/emzirme izni, eşit işe eşit ücret vb.nin yanısıra, “özellikle kadın işçilere kibar davranılması, küfrün yasaklanması”nın yer alması giderek yaygınlaşıyordu; 1911’de Yartsev’deki Khludovsky fabrikasında 5000 işçiyi greve çıkartan olay, ustabaşlardan birinin kadın işçileri taciz etmesiydi…[8]
1914 savaşı, kadın militanlığını daha da yoğunlaştıracaktı. Devrim öncesinde yüzlerce kadın Bolşevik Parti’ye üye olmuştu, parti çalışmalarına yasal ya da gizli, her kademede katılıyorlardı. Çünkü savaş hayatı daha da zorlaştırmıştı. Petrograd’da büyük çoğunluğu kadınların oluşturduğu ekmek kuyrukları kilometreleri bulmuştu. Ve Bolşeviklerin “Erkeklerimizi geri getirin!” sloganı, kentlerde olduğu kadar kırsalda da yankılanıyordu. Bıçak, kemikteydi…
6 Nisan 1915’te Petrograd’da et satışları bir günlüğüne askıya alındığında, kadınlar büyük kasap dükkânlarını yağmaladılar; aynı sahne iki gün sonra ekmek kıtlığı nedeniyle Moskova’da tekrarlanacaktı. Kentin emniyet amiri üzerine yağan kaldırım taşlarından zor kurtulabilmişti. Bu sahneler kısa sürede ülkenin tüm büyük kentlerine yayıldı.
Ekmek ayaklanmalarını “ekmek grevleri” izledi. Ardından da kadınlar savaşa son verilmesi, cezaevlerindeki işçilerin serbest bırakılması için sokaklara döküldüler. Polis müdahaleerinde, kadınlar bedenlerini silahlara karşı barikat kılmışlardı.
Özetle, 1917 Ekimi’nde Bolşevik Parti öncülüğünde Rusya işçi ve emekçilerinin iktidarı ele geçirmelerinde kadınların payı büyüktür. Onlar mücadeleleriyle, ta başından itibaren devrimin başarısının kadınların yığınsal destek ve katılımına bağlı olduğunu vurgulayan Lenin’i doğrulamışlardı.[9]
Kadın işçilerin talepleri, Ekim Devrimi’ni izleyen birkaç ay içerisinde Parti programında karşılığını bulacaktı. Bir saatlik yemek izninin eklenmesiyle günlük çalışma süresinin yedi saate indirilmesi, hafta tatilinin 42 saate çıkartılması, zorunlu durumlar dışında gece işinin yasaklanması, zorunlu durumlarda ise dört saat ile sınırlandırılması, 16-20 yaş arası gençlerin iş gününün dört saatle sınırlandırılması, tüm işyerlerinin işçi örgütleri tarafından seçilen iş müfettişleri tarafından denetimi gibi tüm işçileri ilgilendiren düzenlemelerin yanı sıra, kadın işçiler için yeni önlemler getirilerek uygulamaya sokuldu: Kadın işçilere hiçbir ücret kesintisine uğramaksızın doğum öncesi dört, doğum sonrası altı hafta izin; kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde kreş ve yuvaların kurulması, emzikli annelere günde üç saati geçmeyen aralıklarla yarımşar saatlik emzirme izni...[10]
Ama Ekim Devrimi’nin kadınlara getirisi, kadın işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesinden ibaret değildi.
Devrimin hemen ertesinde, Lenin ile partisinin ilk kararı “Barış İlanı” olmuştu… Hemen ardından da bütün toprakların köylülere dağıtılmasını öngören “Toprak Kararnamesi”… Yıllar boyu cepheden cepheye sürüklenen milyonlarca topraksız köylü-askerin ve işçinin en hayatî iki talebi, barış ve toprak böylece karşılığını bulmuş oluyordu.
Üçüncü adım ise, tüm Rusya kadınlarının yüzyıllar boyu kendilerine dayatılan dinsel, geleneksel ve yasal sınırlamaların ilgası olacaktı. Cinsiyetler arası eşitsizliği düzenleyen tüm yasa ve uygulamalar lağvedildi: bundan böyle kadınlar yaşamın istisnasız tüm alanlarında (eğitim, iktisat, kültür, siyaset…) erkeklerle eşit hak ve sorumluluklara sahip olacaktı.
Kilise nikâhları geçersiz sayıldı; tüm evlilikler özel hükümet bürolarında kaydedilecekti. Kadın evlilik içinde dilediği takdirde kendi soyadını koruyabilecek, hatta koca isterse karısının soyadını alabilecekti. Çocukların bakımından her iki ebeveyn de eşit ölçüde sorumluydu, gerçekleştiremedikleri takdirde bu görevi devlet üstlenecekti. Fiziksel olarak çalışabilir durumda oldukları sürece eşlerden hiçbiri diğerini desteklemekle yükümlü değildi. Boşanma eşlerden birinin tek taraflı başvurusu üzerine hemen gerçekleşebilecekti. Kişi dilediği sayıda evlilik ve boşanma gerçekleştirebilirdi. Kürtaj yasal, kısıtsız ve ücretsizdi, gayrimeşruluk ilkesi lağvedilmişti: bekâr bir anneden doğan çocuklar da evli ebeveynlerin çocuklarıyla aynı haklara sahip olacaktı.[11]
Tüm bunların önemi, Çarlık topraklarında yüzlerce yıldır geçerli olan uygulamalar göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkacaktır. Ortodoks Kilise’nin gölgesinde biçimlenmiş geleneksel Rus ailesinin temelleri bir gecede altüst edilmişti. Erkeğin ilahî buyrultu doğrultusunda kadın üzerinde buyurucu kılındığı, kadınların evlenene dek babanın, evlendikten sonra da kocanın vesayeti altına geçtiği, bir kadının ancak kocasının izniyle yolculuk edebildiği, evini terk eden kadının, polis zoruyla kocasına iade edildiği, boşanmanın yalnızca erkeğin ayrıcalığı olduğu bir “geleneksellik”…
Devrimci yasalar, Orta Asya İslâm coğrafyası açısından daha da köklü bir “yıkım” anlamına geliyordu: Rusya’nın Müslüman kadınları her türlü insan hakkından yoksundu: emek ve cinsellikleriyle istediği sayıda kadınla evlenme ayrıcalığına sahip erkeklerin malıydılar. Kız çocukları, daha dört-beş yaşında, genellikle dedeleri yaşındaki erkeklere başlık parası karşılığında satılmakta, sekiz-dokuz yaşına vardıklarında ise kocaları tarafından cinsel ilişkiye zorlanmaktaydı. Çoğu çocuk ilişki sırasında sakat kalıyor, ya da doğum sırasında yaşamını yitiriyordu. Kocanın karısı üzerindeki yetkisi sınır tanımamaktaydı: sadakatsizlik gerekçesiyle onu öldürebilir, aç bırakabilir, evden kovabilir, işkence yapabilirdi. Koca öldüğünde karısı, kocasının onu kendisine ayırma ya da satma özgürlüğüne sahip en yaşlı erkek akrabasına devrolmaktaydı...
Bolşevik kadınlar, devrimin hemen ertesinde papazların ve kadıların hükmüne, kadınları köleleştiren eril tahakküme, cehalete, sefalete karşı kadınları örgütleyebilmek için tüm Rusya’ya ve Orta Asya İslâm coğrafyasına dağıldılar.[12]
Velhasıl, Ekim Devrimi Lenin’in “erkeklerle kadınların geri fikirlerinin üstesinden gelme çabalarında tek bir taşı dahi tersyüz etmeden bırakmama” kararlılığını daha ilk demlerinde hayata geçirmişti![13]
Ancak yasalar herşey değildir ve Lenin bunun gayet iyi farkındaydı.
Komünist “Kadınların kurtuluşu” perspektifini çağdaşı tüm burjuva liberal “eşitlik” tasavvurlarından ayıran, kanımca kadınlar üzerindeki tahakkümün, onların “yeniden üretim”deki tarihsel rolünden kaynaklandığını (Engels’den bu yana) sezinlemiş olmasıdır. Engels’in kuramsal düzlemdeki saptaması, Sovyet Devrimi’yle hayata geçirilecekti… Ya da daha doğru bir deyişle, hayata geçirilmesi yönünde kararlı bir çaba gösterilecekti…
“Kadını kurtaran bütün kanunlara rağmen, kadın yine ev kölesi olmaya devam eder, çünkü önemsiz evişi onu ezer, boğar, aptallaştırır, alçaltır, onu mutfağa ve çocuğun odasına zincirler ve kadın, emeğini barbarca, üretici olmayan, küçük, sinir bozucu, aptallaştırıcı ve nahoş işlere harcar,” diyordu Lenin. “Bu küçük ev bakıcılığına karşı geniş bir mücadele başladığında (…) ya da daha doğrusu, bu küçük ev bakıcılığının geniş ölçekli sosyalist ekonomiye tamamen aktarılmasıyla birlikte kadınların gerçek kurtuluşu, gerçek komünizm başlayacaktır.”
Ve kadınları “boğucu, aptallaştırıcı, alçaltıcı” ev işlerinden kurtarma yolundaki hiçbir çaba, onun için yeterli değildir:
“Teoride her komünistin kesin olarak kabul ettiği bu soruna, pratikte yeterli biçimde önem veriyor muyuz? Tabii ki hayır. (…) Yemek temin eden genel kuruluşlar, çocuk yuvaları, anamektepleri, işte bunlar; kadınları gerçekten kurtaracak, sosyal üretim ve genel yaşam içindeki rollerinin erkeklere olan farkını azaltacak ve yıkacak olan, görkemli, tumturaklı ve resmî hiçbir şeyi ihtiva etmeyen bu filizlerin basit, günlük araçlarının örnekleridir.”[14]
Kreşler, anaokulları, yemekhaneler, çamaşırhaneler, dikimevleri… Bir başka deyişle, çoğu kadınların sırtına yıkılan yeniden-üretim faaliyetlerinin sosyalleştirilmesi… Birinci paylaşım savaşında milyonlarca yurttaşını kaybetmiş, devrimin hemen ardından uzun ve kanlı bir iç savaş sürecine girmiş yoksul, yoksun ve bitap bir ülkede Lenin ve Bolşeviklerin gündeme aldığı ve derhâl hayata geçirmeye kalkıştığı sosyalist düzenlemelerdir.[15]
Yüzyıllardır ataerkil bağnazlığa teslim, atıl, baskıcı bir cinsiyet rejiminin bu denli kısa bir sürede, bu denli radikal bir dönüşüme uğraması, toplumsal dokuda kaçınılmaz olarak bocalamalara, hasarlara yol açacaktı. Toplumsal bilinç, toplumsal varlığı genelde geriden izler. İkisi arasında mesafe açıldıkça, toplumlar zorlu bedeller ödemek durumunda kalabilir. Genç Sovyetler cumhuriyetinde bu durum, özellikle cinsellik alanında kendini hissettirmiştir.
Kadınlar iktisadi, siyasal, toplumsal ve cinsel alanlarda hem kâğıt üzerinde, hem de fiiliyatta özgürleşmişlerdi. Sovyet Anayasası, cinselliği rıza gösterek yetişkin bireyler arasında bir ilişki kabul ederek devletin müdahale alanı olmaktan çıkarmıştı. Eşcinsellik de artık suç değildi. Boşanma, tek taraflı olarak kayıt bürosuna yapılan başvuruyla gerçekleştirilebiliyordu. Meşru-gayrımeşru çocuk ayırımı ortadan kalkmıştı. Evli olmayan çiftler de evli olanlarla aynı haklardan yararlanmaktaydılar…
Ve tüm bunlar, Britanya’da, Fransa’da ve ABD’de sosyalist partilerin kadınlara oy hakkı verilmesi mücadelesine mesafeli durdukları,[16] Avusturya Sosyal-Demokrat Partisi Başkanı Victor Adler’in, erkeklerin genel oy hakkı mücadelesine gölge düşürmemek için kadınları geri durmaya çağırdığı (1903)[17] bir iklimde, “Avrupa’nın en geri ülkesi” Rusya’da olagelimşti.
Ancak Bolşevik Parti, 1918’de milyonlarca cana mal olacak bir iç savaşa benzin dökecek geniş bir muhalefetle karşı karşıyaydı. Ve devrimin daha ilk adımlarında sağladığı kadın özgürlüğü, özellikle başta küçük toprak sahibi köylülük olmak üzere muhafazakâr toplum kesimlerini muhalif saflara çağırmada etkin bir propaganda malzemesi olarak kullanılıyordu…
Kadınların özgürlüğüne ilişkin karar ve uygulamaların, yıllarca kadınsız kalmış milyonlarca askerin terhis edilip köylerine döndüğü bir döneme rastladığını akıldan çıkartmamak gerek. Pek çoğu, karılarını başka erkeklerle bulacaktı. Kırsal aile, artık mevcut değildi.
Bu koşullarda, cinsel açlığı başına vurmuş erkeklerin yeni “cinsel özgürlüğü” önlerine çıkan kadına tecavüz özgürlüğü olarak yorumlaması sıkça görülen vakalardandı. 1920’lerin işsizlik koşullarında, kucaklarında bebekleri, kendilerini terk eden erkeklerden nafaka alabilmek için hergün yüzlerce kadın, mahkemelere başvuruyordu.[18] Dahası, kimi yerel Sovyetler devrimci kararnameleri keyiflerince yorumlayarak grotesk uygulamalara başvurmaktaydı… Moskova yakınlarında bir kent olan Vladimir Sovyet’inin “18 yaşına gelmiş her kadının devlet malı sayılıp serbest aşk bürosuna kaydolmak zorunda olduğunu ve bu büroya kayıtlı 19-50 yaş arası erkeklerden her ay bir tanesini kendisine eş olarak seçmesi gerektiği… bu birlikteliklerden doğacak çocukların devlet malı sayılacağı…” yolundaki kararnamesi gibi…
Bu durum Lenin’in Clara Zetkin’le çokça eleştirilen o ünlü konuşmasının[19] yerleştiği bağlam konusunda bize bir fikir verir. Dönemin tüm komünistleri gibi Lenin de “özgür aşk”tan yanadır; ancak onların “özgür aşk”tan anladıkları, iki bağımsız ve özgür yetişkin bireyin, birbirlerine duydukları sevgi ve arzu dışında hiçbir gerekçesi olmayan, dinsel, ahlâki, kültürel ya da hukuksal hiçbir zorlayıcılığa dayanmayan, içerğini kendilerinin doldurduğu beraberliğidir. Bir başka deyişle, tıpkı Engels gibi Lenin de özgür, bağımsız ve ayakları üzerinde durabilen kadınlarla erkekler arasında gerçek sevginin ancak üzerindeki maddi, dinsel, kültürel, ahlâki, hukuksal yüklerden kurtarıldığında mümkün olacağını düşünmektedir. Özgür aşk, sorumsuzluk ya da gönül eğlendirmek değildir…
* * *
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Lenin’in kadınlar konusundaki düşünce ve eylemlerini dört noktada toplayabiliriz. Küresel gericiliğin kadınları yeniden obskürantizme çağırdığı, modernizmin hem ebesi, hem de çocuğu olan kapitalizmin ise bunu hoşnutlukla izlediği koşullarda, biz kadınlar için hâlâ büyük önem taşıyan dört nokta…
1. Lenin kadınların yığınsal olarak katılmadığı bir devrimin mümkün olmadığını savunuyordu. Ve kadınların kendilerini (geleneksel ya da modern) ataerkil köleliğe mahkûm eden koşullardan kurtulmaları da ancak bir sosyalist devrimle mümkün olabilirdi…
2. Kadınların toplumsal yaşamın her alanında tam bir hak eşitliğine ve özgürlüğe kavuşması, sosyalist devrimin birincil, vaz geçilmez, ertelenmez görevleri arasındaydı. Eşitlik, kadınların özgül koşullarının gözardı edilmesi anlamına gelmemekteydi. Örneğin, kadın sağlığının özgül gerekleri, gözardı edilemezdi.
3. Kadın-erkek eşitliğini kâğıt üzerinde olmaktan çıkartıp hayata geçmesini sağlayacak belirleyici adım ise, “yeniden üretim” faaliyetlerini neredeyse münhasıran kadının sırtına yükleyen geleneksel işbölümünü tasfiye edecek önlemleri yürürlüğe sokmaktı. Gündelik deyişle ev işlerinin, çocuk bakımının sosyalleştilmesi. Günümüzün bırakın kadınları evden uzaklaştırmayı, işi eve taşıyarak (home-ofis, on-line hizmetler) hem işgücü maliyetini düşüren, hem yeniden üretimin bütün yükünü yeniden kadınların sırtına yükleyen, hem de emekçileri yalnızlaştırıp örgütsüzleştiren, üstelik bunu bir de “kadınların özgürleşmesi” olarak pazarlayan “esnek üretimci” kapitalizm koşullarında uzak bir hayal gibi gelse de, geçtiğimiz yüzyılın başında Lenin ve yoldaşları bu yolda ciddi mesafe kat ettiler…
4. Ve cinsel özgürlük… Bir başka deyişle, kadınların baba, papaz, hoca, ahlâk polisi, istenmeyen gebelik korkusu, maddi kaygılar olmaksızın, sadece sevgi nedeniyle ve sadece sevgi karşılığında partneriyle tümüyle eşit bir ilişki kurabilmesi... Ve bir ilişkiyi maddi, duygusal zorunluluklar ya da sosyal baskılar yüzünden değil, karşılıklı sevgi ve ilgi devam ettiği sürece sürdürmesi. Günümüzde belki en fazla hayata geçtiği düşünülen “kadın özgürlüğü”… Tabii milyarlarca dolarlık cirosuyla küresel bir ticaret hâline gelen kadın ve çocuk ticaretini, pornografiyi, otomobil lastiği reklamında çıplak kadın bedenleri sergileyen teşhirciliği, işe girmede, terfide, akademik başarıda, yargıda lehte karar çıkarmada cinsel rüşvete hayır demeyen “kıyakçılığı”, “kalıcı ilişki kariyerini bozmasın” şiarıyla müşterilerine birer gecelik ilişki sağlayan internet sitelerinin müdavimi olmayı… saymazsak. Kapitalizm gerçekten de insanın yüreğinin sıcağını yok etti, sevgiyi pornografikleştirdi…
Sosyalist blokun dağılmasından, neoliberalizmin “küresel kapitalizmin zaferini ilan etmesi”nden bu yana yeryüzü kadınlar için de daha sefilane, daha tehlikeli, daha yaşanılması zor bir hâle geldi. “Deregülarize” edilen, esnekleştirilen, örgütsüzleştirilen çalışma yaşamında devasa konum kayıplarına uğradılar. Yükselen köktendincilik ve neofaşizm yasal kazanımlarını ellerinden bir bir almaya başladı (ABD’de kürtajın yasaklanmasının önünün açılması, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkışı, Hindistan’da Müslüman kadınların yurttaşlık statüsünden çıkmasına yol açacak düzenlemeler…). Toplumsal konumlarını ve gelir kaynaklarını yitirdikçe aileye daha bağımlı hâle gelmekteler. Aile içi şiddet ise tüm dünyada yükseliyor. Dahası, küresel kapitalizm kadın istihdamını eve çekerek ve sosyal devlet vasfından vaz geçip hizmetleri özelleştirerek yeniden üretim görevlerini tümüyle kadınların sırtına yıkma çabasında. Ve nihayet, küresel fuhuş ve pronografi piyasası özellikle alt sınıf, göçmen ve yoksul ülkelerin kadınlarını girdabına çekerken, dizgininden boşanmış tüketimciliğin doymak bilmez, tekbenci, yabancılaşmış bireyleri, insanlar arasındaki en anlamlı ve insani ilişkiyi, aşkı bir “fast food”a dönüştürüyor.
Bu koşullarda, Lenin ve Bolşeviklerin kadınların kurtuluşu yönünde üç-beş yıla sığdırdıkları devasa dönüşümleri eskidiğini, güncelliğini yitirdiğini kim ileri sürebilir ki?
14 Aralık 2023 11:09:21, İstanbul
N O T L A R
[*] Uluslararası Lenin Yüzyılı Sempozyumu, Yeni Dönem Yayıncılık, Mayıs 2024… içinde.
[1] Inessa Armand.
[2] Sandra Bloodworth, “Marx and Engels on women’s and sexual oppression and their legacy”, http://marxistleftreview.org/index.php/spring-2010/76-marx-and-engels-on-womens-and-sexual-oppression-and-their-legacy4.
[3] https://www.marxists.org/archive/lenin/works/subject/women/abstract/99_dcr6.htm
[4] https://www.marxists.org/archive/lenin/works/subject/women/abstract/99_dcr7.htm
[5] “Early Communist Work Among Women: The Bolsheviks”, Women and Revolution, s.11, Bahar 1976.
[6] Tony Cliff, “Russian Marxists and women workers”, Class Struggle and Women’s Liberation, https://www.marxists.org/archive/cliff/works/1984/women/06-marxrus.htm
[7] R.L. Glickman, “The Russian Factory Woman 1890-1914”, i D. Atkinson vd. içinde, Women in Russia (Stanford 1978), ss.80-1.
[8] Tony Cliff, “Russian Marxists and women workers”, a.y.
[9] “Tüm kurtuluş hareketlerinin deneyimi, bir devrimin başarısının kadınların ne ölçüde katıldığına bağlı olduğunu göstrmiştir.” (V.I. Lenin, 1918)
[10] Nisan-Mayıs 1917’de kaleme alınan düzenlemeler. (V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, Günce Yay., İstanbul, 1975, ss.66-72)
[11] Devrim öncesi Rus toplumu ve devrimin kadınların özgürlüğü alanındaki ilk hamleleri için bkz. George St. George, Our Soviet Sister, Tobert Hale & Co. Londra, 1973, ss.17-42.
[12] Bolşevik Parti’nin Kongre kararıyla kurulan İşçi kadınlar arasında Ajitasyon ve Propaganda Komisyonu, Eylül 1919’da Parti’nin Kadın Seksiyonu Zhenotdel’e dönüşmüştü. Başkan, Inessa Armand’dı. Her düzlemde parti komitelerine bağlı olarak fabrika ve köylerde kadınlar arasında çalışma yürütmek üzere Zhenotdel’de örgütlenen partili kadınlar bir yandan yeni yasaların önlerine açtığı olanakları ülkenin en ücra köşelerindeki kadınlara anlatmayı, bir yandan kadınları toplumsal ve siyasal yaşamın tüm alanlarına, özellikle de Bolşevik parti saflarına katmayı, böylelikle de ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu hâlâ boyunduruk altında tutan ataerkil gelenekleri bertaraf etmeyi hedefliyorlardı. Zhenotdel delegeleri ülkenin her köşesinde okuma yazma kurslarından komünal mutfakların, kreş ve çocuk yuvalarının örgütlenmesine, kadınlara yeni, eşitlikçi yasaların anlatılmasına, iç savaşta kadınların destek ve katkısını sağlamaya, gönüllü çalışma tugaylarının örgütlenmesine, savaş yetimlerine destek sağlamaya, Kızıl Ordu’da silahlı güç, sağlık görevlisi ya da lojistik destekçi olarak görev almaya, kadınları ilgilendiren her alanda çalışmaktaydı…
[13] “Sovyet iktidarı, işçilerin iktidarı olarak daha ilk aylarında kadınlara ilişkin en nihai ve radikal yasal değişikliği gerçekleştirmiştir. Sovyet Cumhuriyeti’nde kadınları bağımlılık konumunda tutan tek bir taş dahi tersyüz edilmeden bırakılmamıştır. Kadınların bağımlı durumunu özel bir tarzda kullanan, onu hak eşitsizliği ve sıkça da aşağılamalara maruz bırakan, boşanma yasaları, evlilik dışı çocuklar ve kadınların çocuklara bakması konusunda babaya dava açması gibi yasalardan söz ediyorum.” (V. I. Lenin, “Tasks of the Women Workers in the Soviet Republic”)
[14] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, Günce Yay., İstanbul, 1975, s. 88-89.
[15] Troçki, her şeye rağmen bu çabaların yetersizliğini 1932’de şöyle eleştirmekteydi: “Devrim ‘aile ocağı’ denilen, emekçi sınıf kadınlarının çocukluktan ölüme angaryaya mahkûm olduğu o köhne, şişkin, kokuşmuş kurumu ortadan kaldırmak için kahramanca bir gayret gösterdi. Kendi içine kapalı küçük bir işletme olarak ailenin yerini tamamlanmış bir sosyal hizmet ve bakım sistemine bırakması planlanıyordu: kreşler, yuvalar, okullar, toplu yemekhaneler, çamaşırhaneler, ilk yardım merkezleri, hastaneler, sanatoryumlar, atletik organizasyonlar, sinema ve tiyatro salonları vb. Ailenin ev işleri işlevinin sosyalist toplum kurumlarınca massedilmesi, bütün kuşakları dayanışma ve yardımlaşma içinde birleştirerek kadına, dolayısıyla da birbirini seven çifte binlerce yıllık zincirlerden gerçek bir özgürleşmeyi getirecekti. Bu sorunlar sorunu bugüne değin çözümlenemedi. Kırk milyon Sovyet ailesinin büyük çoğunluğu, hâlâ ne yazık ki o ortaçağ, kadın köleliği ve isterisi, çocukların gündelik aşağılanması, kadın ve çocuk boş inançları yuvalarında yaşıyor.” (Leon Trotsky, Revolution Betrayed, 1932, 7. Bölüm: “Family, Youth and Culture”.)
[16] Bkz Olivia Campbell, “The Historical Struggle to rid Socialism of Sexism”, https://www.smithsonianmag.com/history/historical-struggle-rid-socialism-sexism-180969610/#Tj76fhiF6gfbCzJo.99
[17] Österreischiche Bibliotheck, “Women Are Refused to Vote”, https://www.onb.ac.at/en/more/ariadne-the-women-and-gender-specific-knowledge-portal/women-use-your-vote/women-demand-the-right-to-vote-1848-to-1918/women-are-refused-the-right-to-vote-1905-to-1907
[18] Wendy Z. Goldman, “Women’s Libration in Revolutionary Russia”, 1 Ekim 2023, https://www.leftvoice.org/womens-liberation-in-revolutionary-russia/
[19] “Gençlerin cinsiyet sorununa karşı değişik tutumları, tabii ki çok “önemli”dir ve teoriye dayanır, diyordu Lenin bu söyleşide. “Birçok kişi bu tutuma ‘devrimci’ ya da ‘komünist’ der. (…) Ben yaşlı bir adamım ve bunu sevmiyorum. Belki de huysuz bir sofuyum, ama genç insanların -ve çoğunlukla ergin insanların da- bu ‘yeni seks hayatı’ dediği şey bana açıkça burjuva gibi görünmesinden başka, eski burjuva umumhanelerinin yayılması gibi geliyor. Bütün bunların, biz komünistlerin anladığı serbest aşkla hiçbir şekilde ilgisi yoktur. Komünist toplumda, cinsel arzunun tatmin edilmesinin ve aşk yapmak arzusunun, ‘bir bardak su içmek’ kadar basit ve önemsiz olduğu hakkındaki meşhur teoriyi şüphesiz ki duymuşsundur. Bu ‘bir bardak su teorisi’ üzerinde gençliğimizin bir kısmı aklını kaçırmış, hem de tamamen aklını kaçırmış. (…) Meşhur ‘bir bardak su’ teorisini anti-Marksist, ve bundan da öte anti-sosyal olarak kabul ediyorum. (…) Cinsler arasındaki ilişkiler, ekonomi ile psikolojik inceleme için özellikle seçilmiş fiziksel bir istek arasındaki karşılıklı bir etkinin basit olarak ifadesi değildir. Bu ilişkilerdeki değişikliği, bir bütün olarak ideoloji ile olan bağından tecrit ederek, doğrudan toplumun ekonomik temeline bağlamaya niyet etmek, Marksizm değil, rasyonalizm olur. Şüphesiz ki aşırı arzu tatmin edilmelidir, Ama normal bir insan, hendeğe yatıp kirli sudan içer mi? Ya da kenarı bir yığın dudak tarafından yağlanmış bir bardaktan?...” (V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, Günce Yay., İstanbul, 1975, s.137-38.)