Kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayalı yani kadınlara sadece kadın oldukları için uygulanan ve kadınları etkileyen bir ayrımcılık olup; kadına zarar veren, fiziksel, cinsel ve ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde ya da özel yaşamda kadına baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasıyla yaşanan bir insan hakkı ihlalidir. Şiddet, sadece kadınlara değil hangi canlıya uygulanırsa uygulansın insanlık dışı ve zayıflık göstergesi bir eylemdir.
Dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar çeşitli sebeplerle, özellikle de kadın oldukları için zayıf addedilerek şiddete maruz kalmaktadırlar. Türkiye’de kadınlar özellikle aile içi şiddete maruz kalmakta, uğradıkları bu şiddeti de utandıkları ya da şiddetin nedeni olarak kendilerini gördükleri için kimseyle paylaşmamaktadırlar. Günümüzde pek çok kadın, namus ve töre cinayetlerine maruz kalmakta, eşlerinden, erkek arkadaşlarından ve aile fertlerinden şiddet görmektedir. Bunda Türk toplumunun erkek egemen bir toplum olması ve kadının, kendisine biçilen rolün dışına çıkmasının ayıp algılanıp kınanmasının önemli bir rolü vardır.
Erkek ve kadın davranış biçimleri, toplumun öngördüğü davranış modellerine göre şekillenir, dolayısıyla bu durumdan hem erkek hem de kadın olumsuz olarak etkilenmektedir. Bu iki cinsiyetin üzerinde kurulan baskı kadınların omuzlarına daha ağır bir yük bindirir. Toplumun gözünde erkek ilk plandadır dolayısıyla etkendir ve özne durumundadır. Bunun sonucu olarak para kazanma, ailenin geçimini sağlama ve ekonomisini kalkındırma, mantıklı kararlar vermek zorunda olma, hiçbir koşulda duygusal davranmama, güçlü ve başarılı olma gibi roller erkek olmakla özdeştirilir. Tüm bunlar erkekleri, özellikle gençken, bir korku, tecrit, öfke, kendinden nefret etme ve saldırganlık girdabına itmeye yeterli olmaktadır. Bu duygusal durum içerisinde şiddet bir telafi mekanizması olarak ortaya çıkmaktadır.
Erkeklik dengesini sağlamanın, kendisine ve diğerlerine bir erkek gibi yaşadığını beyan etmenin yolu olarak şiddet kullanılmaktadır. Diğer taraftan ise kadınlar toplumda ikinci plana itilen karakterlerdir. Edilgen ya da nesne konumuna getirilen kadının görevi kocasına ve çocuğuna bakmak, ev işleri yapmak, bazı durumlarda çalışmak iken toplumsal rolleri ise, duygusal, anaç, sevgi dolu, şefkatli, hassas ve itaatkar olmaktır. Bu yükümlülükler kadının üzerinde erkeklere oranla daha fazla baskı kurar çünkü kadının rolleri erkeğe göre hayatının her alanında daha pasiftir ve kadın erkeğe hizmet etmek için tasarlanmıştır. Bu rollerin dışına çıkan kadınlara pek tahammül edilemez.
Kadınlar başarılı erkeklerin arkasında olmak yerine yanında ya da önünde olduklarında veya bahsedilen rollerin dışına çıktıklarında sahiplik algısının yıkıldığını gören ataerkil ailelerde yetişmiş erkek, kadına şiddeti hak olarak görmektedir. Bir erkeğin eşini kahvaltı hazırlamaması, yemeğin tuzlu olması, gömleğin ütüsüz olması, evle ya da çocukla yeterince ilgilenmemesi, izin almadan bir yere gitmesi, kocasına itaat etmemesi, kocası kızdığında cevap vermesi, kız arkadaşlar ya da para konusunda sorular sorması gibi sebeplerle dövmesi sadece bunu bir kez daha tekrarlamamasını tembih yöntemi değil aynı zamanda kendisine hizmet edilmesi gerektiği algısının bir göstergesidir. Bir başka örneği ele almak gerekirse; bir erkeğin randevuları sırasında bir kadına cinsel taciz/şiddet uygulaması tek taraflı bile olsa erkeğin fiziksel tatmin hakkının olduğu algısından kaynaklanmaktadır. Bu tarz durumların yaşanmasının nedeni, erkeklerin bilinçli ama çoğunlukla bilinçsiz biçimde ayrıcalık taşıma hakkına sahip oldukları algısındandır.
Şiddet ifadesi genellikle fiziksel olarak daha zayıf ve savunmasız bir hedef seçimini de içermektedir. Bu hedef bir çocuk veya bir kadın, eşcinsel erkekler veya dinsel-toplumsal bir azınlık gibi özel bir grup veya göçmen kesimler olabilir. Söz konusu grupların kanun tarafından daha az korunabilecekleri de düşünüldüğünden erkeklerin güvensizliklerini ve öfkelerini dışarı vurmaları için ideal ortam oluşmaktadır.
Şiddet; ekonomik, psikolojik ve toplumsal boyutları da içine alan geniş bir çerçeveye sahiptir. Bu nedenle tek bir nedene bağlı değildir. Şiddete eğilimli bir kişide onu şiddet eğilimli davranışa götüren en önemli etkenler, “yetersiz kalan” anne-baba ve çocuk ilişkisi, aile şefkati ve ebeveynleri tarafından şiddete maruz kalma ve nesilden nesile aktarılan şiddet içeren davranış biçimleri şeklinde sıralanabilir.
Saldırgan davranışın meydana gelmesine yol açan sosyal, kültürel ve ekonomik faktörlerin yanı sıra, yoksulluk ve işsizlik ile şiddet faktörleri de şiddetin oluşumunda önemli rol oynar. Ailelerin gelir seviyeleri düştükçe, bazı erkekler, evin geçiminden kendilerini sorumlu hissettikleri için çok daha büyük travmalar yaşamaktadırlar. Evin geçimini olması gerektiği şekilde gerçekleştiremediklerini düşündüklerinde de kendilerini yetersiz hissetmekte ve kadına şiddet uygulayarak kadın üzerinde hakimiyetlerini ekonomik olmasa da fiziksel olarak devam ettirmektedirler. Erkeklerin kadınlara göre daha fazla çalışma hayatının içinde olmaları ve dolayısıyla ekonomik bağımsızlıklarının kadınlara göre çok daha fazla olması, kadınları hayatla mücadelede daha zayıf ve erkeğe bağımlı hale getirmektedir. Kadının ekonomik bağımlılığı, erkeğe kadın üzerinde yaptırım gücü vermektedir. Tüm bunlar da aile içi şiddetin devamlılığını sağlamaktadır.Erkek şiddetinde sosyoekonomik durum, eğitim düzeyi gibi etkenler elbette önemli fakat “Sadece eğitimsiz ve ekonomik durumu kötü erkekler şiddet uygular” demek son derece yanlıştır. Eğitimli ve ekonomik durumu iyi erkeklerin de şiddet eğilimi hiç azımsanmayacak ölçüdedir. Çoğu zaman kadın evlendiği, güvendiği, çocuk sahibi olduğu ve birçok zaman maddi açıdan bağımlı olduğu eşinden şiddet görmektedir. Evliliğin bu girift yapısı özellikle maddi bağımsızlığı olmayan kadınlar için durumu son derece karmaşık hale getirmekte ve baş etmeyi güçleştirmektedir.
Şiddet konusunda medyanın payı da büyüktür. Televizyon kanallarında yayınlanan ve içeriğinde kadına yönelik şiddet içeren tiplemelerin aldığı reytingler şiddetin toplum tarafından gülünecek kadar kanıksandığının da göstergesidir.Şiddet içeren programların çokluğu, insanlarda şiddete karşı duyarsızlık gelişmesine neden olabilmektedir. Cinsiyetçi dille şiddeti yeniden üretmemeye, kadına yönelik şiddeti haberleştirirken kadınlara yönelik yeni hak ihlalleri yaratmamaya, kadınları teşhir etmemeye, haberlerde şiddeti gerekçelendirmemeye özen gösterilmelidir.
Az kelime ile çok anlam ifade eden atasözleri ve deyimleri toplumsal cinsiyet bakış açısı ile ele alındığında kadının eş ve annelik rollerinin öne çıkarıldığı görülmektedir. Kadına yönelik kalıp yargılar içeren Türk atasözlerinde, kadın aile içinde “eş ” ve “anne” kimliği ile yer almaktadır. Kadının eşi ile ilişkisi “eşitlikten” çok “otorite” ilişkisidir ve evin reisi erkektir. Kadının “elinin hamuru ile erkek işine karışması” pek hoş karşılanmamakta, evde kadının otorite kurması onaylanmamaktadır. Kadının erkekten maddi anlamda güçlü olması istenmemektedir. Evlilik kararı alınırken gelin adayının iyi bir aileden alınmasının önemi vurgulanmaktadır. “Gelinlikle girilen evden kefenle çıkılır”, “Gül dalından odun, beslemeden kadın olmaz”, “Pekmezi küpten, kadını kökten al”, “Kızı serbest bırakırsan, ya davulcuya ya zurnacıya varır”, “On beşinde kız, ya erde ya yerde”, “Eski pamuk bez olmaz, dul avrat kız olmaz”, “Kesmez bıçak ele, iş bilmeyen avrat dile”, “Erkeğin iyisi eşiğinden, kadının iyisi döşeğinden belli olur”, “Erkek iş başında kadın aş başında belli olur”, “Gece yatar gündüz açar, yol düzlüğü; erkek söyler kadın susar, ev düzlüğü”, “Kadının şamdanı altın olsa, mumunu dikecek erkektir”, “Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün/yerinsin”, “Kız olan evde tütün tüter mi, yedi kız bir oğlan eder mi?”, “Dişi köpek kuyruğunu sallamayınca, erkek köpek ardına düşmez”, “Pişmiş aştan, dövülmüş karıdan zarar gelmez”, “İyi ipek kendini kırdırmaz, iyi kadın kendini dövdürmez”, “Dövülmeyen kadın, tımarsız ata benzer”, “Erkektir. Hem sever, hem döver”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “Karı koca arasına girilmez”, “Nush (söz) ile yola gelmeyeni etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir”, “Dayak cennetten çıkmadır” gibi ve daha pek çok atasözlerimiz ve özdeyişler şiddeti normalleştirmekte hatta teşvik etmektedir.
Kadına yönelik şiddet, yaşam döngüsü içinde ele alındığında doğumdan önceki dönem de önem kazanmaktadır. Aile içinde sahip olunacak çocuğun cinsiyetinin kız çocuklar aleyhine belirlenmesi, kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak, taciz, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı, çok eşlilik, çok çocuk doğurmaya zorlama, sünnet ve cinsel organa zarar veren diğer uygulamalar, iş yerinde ve diğer kurumlarda cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, yaşlılıkta fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırıya uğrama, cinayete kurban gitme kadınlara yönelik uygulanan şiddet türlerindendir. Kadınlara uygulanan şiddeti fiziksel, psikolojik(duygusal), cinsel ve ekonomik şiddet olarak sınıflandırabiliriz:
Psikoterapist Havva BAYAR; KADINA YÖNELİK ŞİDDET https://t.co/3NLUExijMp @HavvaBayar27 @KadinCinayeti @kadinmeclisleri @CHPAdanakadin @AvOyaTekin @KBGuclu @kadinsavunmasi @CHPKadinKolu @esitiz @kadinkoalisyonu @kadın
— Habere Güven (@HabereGuven) July 8, 2020
Fiziksel şiddet; kişiye fiziksel olarak zarar vermeyi amaçlayan vurma, tokatlama, tekme atma, itme, herhangi bir aletle yaralama, sağlıksız koşullarda yaşamaya zorlama vb. hareketleri içermekte ve öldürmeye kadar uzanan çok geniş bir kapsama alanı bulunmaktadır.
Duygusal şiddet; duyguların ve duygusal gereksinimlerin, zorlamak, aşağılamak, cezalandırmak, öfke, gerginlik boşaltmak amacıyla karşı tarafa baskı uygulayabilmek için tutarlı bir şekilde istismar edilmesi, bir yaptırım ve tehdit aracı olarak kullanılmasıdır. Duygusal şiddete ilişkin bazı davranışlar; sevgi, şefkat, ilgi, onay, destek gibi duygu ve duygusal ihtiyaçların göz ardı edilmesi, önemsenmemesi, partnerine ya da ilişkiye zaman ayırmaması, yalan söylemesi, dine, ırka, dile, kültürel gruba veya geçmişe ait değer verilen inançların aşağılanması veya onlara aykırı davranmaya zorlanması, kadının maddi ve manevi destek alabileceği arkadaş ve aile bireylerinin sürekli aşağılanması, görüşmenin denetlenmesi veya engellenmesi, evden kovulma veya evden ayrılmakla tehdit edilmesi seklinde sıralanabilir.
Hepimiz bir ara kontrolcü bir şekilde davranmışızdır ancak psikolojik şiddet uygulayan kişi, bazı imtiyazlarını hükmetmek ve başka bir kadını ya da erkeği kendi arzularına, çıkarlarına, ihtiyaçlarına ve gerekliliklerine göre boyun eğdiren kişidir.
Ekonomik şiddet; ekonomik kaynakların ve paranın düzenli bir şekilde kadın üzerinde bir yaptırım, tehdit ve kontrol aracı olarak kullanılmasıdır. Koşullar elverdiği halde evin masraflarını karşılamamak, para vermemek, kısıtlı para vermek, ailenin gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, aileyi ilgilendiren maddi konularda fikir almadan tek başına karar vermek, kişinin mallarına ve gelirine el koymak, çalışmasına engel olmak ya da çalışmak istemediği halde zorla çalıştırmak gibi davranışlar ekonomik şiddete örnektir.
Cinsel şiddet; cinselliğin bir tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır. Cinsel şiddetin varlığına işaret eden bazı davranışlar; kadına cinsel bir eşya gibi davranmak, aşırı kıskançlık ve şüphecilik göstermek, cinselliği bir cezalandırma yöntemi olarak kullanmak, kendi tatmini ve cinselliğini ön planda tutmak, ,açıkça başka kadınlara ilgi göstermek ve kadını aldatmak, kaba kuvvet kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, duygusal baskı kullanarak cinsel ilişkiye zorlamak, taciz ve tecavüz etmek, istenmeyen cinsel pozisyonlara zorlamak, fuhuşa zorlamak ve pornografi gibi şekillerde ortaya çıkmaktadır. Ailede erkeklerin kadınlara uyguladıkları cinsel şiddet, aile mahremiyeti adına genellikle açığa çıkmaz. Akrabalar arasında meydana gelen cinsel ilişki olan ensest ile evlilik içi tecavüz cinsel şiddetin en yaygın yaşanan iki türüdür. Cinsel şiddet uygulayan erkeklerde kadınların cinsel şiddet uygulanmasından haz aldıkları inancı gibi kadın cinselliğine ilişkin çarpık ve yanlış mitlere sahip oldukları görülmektedir. Cinsel şiddet uygulayanlar yalnızca işsiz, güçsüz erkekler değil, avukat, mühendis, iş adamı, doktor, mali müşavir ve sanatçılar gibi her meslek grubundan ve her kesimden erkekler olabilmektedir. Şiddet uygulayan erkeklerin, yalnızca hasta ruhlu ve alkolik olduğunu düşünmemek gerekmekte, normal, sorunsuz davranan erkekler de daha yoğun şiddet davranışı görülmektedir. Alkol kullanımı, cinsel şiddeti artırmaktadır. Kadınlar, şiddetin türü cinsellik olduğu için şiddeti gizlemeyi tercih edebilmektedir.
Türkiye'de kadınlar dijital şiddete de maruz kalmaktadır. Dijital şiddette gittikçe daha fazla gündeme gelmektedir. Dijital şiddeti uygulayanlar eski ya da şimdiki partner, eş, iş ya da okul arkadaşı, akraba, tanıdık ya da tanımadık biri olabilmektedir. Bazen şiddetin, saldırının ve tacizin geldiği adres İnstagram, Facebook, Twitter gibi mecralar olmaktadır. E-posta, mesajlar veya diğer yollarla gizli ya da açık olarak ısrarlı takip etme, istenmeyen cinsel içerikli e-postalar, mesajlar, fotoğraflar gönderme, tehdit, nefret söylemi, küfür, hakaret, hedef gösterme dijital şiddete örnek gösterilebilir. Fiziksel dünyadaki erkek egemen zihniyetin uzantısını dijital dünyada da görebilmek mümkündür. Mağdurlar travma sonrası stres bozukluğu, depresyon, uykusuzluk, kabus görme, anksiyete, güvenli olanla olmayanı ayırmakta zorluk çekme, güveneceği bir yakınlık kuramama sorunları ile karşı karşıya kalabilmektedir.
Kadınların kendisini korumasının yolu dijital okur-yazarlık alanında bilinçlenmekten geçmektedir.
Kadınların şiddet karşısındaki tepkileri çoğunlukla mevcut seçeneklerle sınırlı olmakta ve genellikle ilişkilerini devam ettirmektedirler. Eşinin ceza almasından korkması, ekonomik özgürlüğünün olmayışı, çocuklar için kaygılanma, duygusal bağımlılık, aile ve arkadaşlarından yeterli destek bulamaması, durumun ileride değişeceğini ümit etmek, boşanırsa bunun kabul gören bir şey olmadığını bilmek, reddedilme ve toplum tarafından lekelenme korkusu kadının yardım talep etmesini önlemektedir. Fiziksel veya cinsel bir istismarın mevcut olduğu bir ilişkiye son vermek ise bir süreci gerektirmektedir. Bu çoğunlukla önce inkâr, kendini suçlama ve tahammül dönemlerini içermektedir. Daha sonra partnerle ilgiyi kesme ve kendine gelme dönemi gelmektedir. Son aşamada ise kesin karar verilmekte ancak ülkemizde yaşayan kadınlar için bu karar ne yazık ki can güvenliğini dahi tehdit edebilmektedir. Kadının ayrıldıktan hemen sonra cinayete kurban gitme riski bilinen bir gerçektir.
Şiddet, ona maruz kalan bireylerin yaşam kalitesinin düşmesine, sosyal hayata ve çalışma yaşamına katılımlarının azalmasına, şiddetin kuşaklar arasında aktarılmasına, bireylerin sosyal, kültürel, ekonomik ve psikolojik açıdan çökmesine zemin hazırlamaktadır. Şiddet gören kadınlarda depresyon, korku, kaygı, öz benlik saygısının azalması, cinsel işlevlerde bozukluklar, yeme problemleri, obsesif kompulsif davranış bozukluklarıyla, post travmatik stres bozukluğu gibi rahatsızlıklar ortaya çıkabilmektedir. Şiddete uğrayan kadının yaşadığı travmadan dolayı işine gidememesi veya işine devam ediyorsa verimsiz çalışması, dolayısıyla yoksulluğa maruz kalma tehlikesi de olumsuz etkilerdendir.
Aile içinde yaşanan şiddetten, kadınlar kadar çocuklar da etkilenmektedir. Şiddet çocuklara kötü örnek olmakta, ruhsal ve fiziksel olarak onları yaralamaktadır. Aile içi şiddete tanık olan ve hatta maruz kalan çocuklar, benlik saygısının düşmesi ve çaresizlik duygularının yanı sıra, şiddeti istediklerini yaptırmanın bir yolu olarak öğrenebilmektedir. Şiddete tanık olarak büyüyen kız ve erkek çocuklarının kendilerinin de şiddete başvurma ihtimali yüksektir. Bu şiddet dikkat çekme çabası, sorunlarla başa çıkma yolu ve başa çıkması imkansız duyguları dışsallaştırma yöntemi olabilir. Bu tarz davranış örüntüleri çocukluğun ötesine geçerek yetişkinlikte şiddeti uygulayan zalim, şiddete maruz kalan kurban, şiddeti seyreden kurban rollerinden birini tekrar etmeye kişiyi zorlayabilir. Bu çocukların kaygı bozuklukları, korku, yetersizlik, özgüven eksikliği, suçluluk duygusu, depresyon, düşük okul performansı, yeme ve uyku bozuklukları, psikosomatik belirtiler gibi tepkiler vermeleri de olasıdır.
Benliğindeki saldırgan ve cinsel dürtüleri bastıramayan yahut bu dürtülerini yaşamın başka alanlarında olumlu bir üretkenliğe dönüştüremeyen kişiler bu dürtülerini aleni bir şekilde yaşayabilmektedir. Sıkça dürtüsel davranışlar gösteren bu şiddet eğilimli kişilerin ailesinden şiddet görmüş olması ve çocukluk çağlarında yoğun travmatik yaşantılarının olması sıkça rastlanılan bir durumdur. Bu kişiler şiddet uygularken adeta madde kullanımında olduğu gibi haz yaşarlar. Bunlar çocukluk dönemlerinde yalan söyleme, hırsızlık, evden kaçma, kavga etme, hayvanlara şiddet uygulama ve eziyet etme davranışlarını sıkça göstermiş kişilerdir. Yetişkin çağlarında da sık sık karakollara düştükleri ve aldıkları cezalardan pek de ders çıkarmadıkları görülmektedir. Bu kişilerin saldırgan ve cinsel dürtülerinin hedefi ise fiziksel olarak zayıf gördükleri kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Böyle kişilerin, ailelerine veya herhangi bir kişiye uyguladıkları ilk şiddet hareketinden sonra gözetim altına alınarak tedavi edilmesi, tedaviyi kabul etmediğinde cezai müeyyidelerin uygulanması gerekmektedir.
Eğitim düzeyleri düşük olan kadınlar çok daha fazla şiddete maruz kalmaktadır. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetle mücadelede ilk adımın özellikle kadının eğitim seviyesinin yükseltilmesine yönelik atılması gerekmektedir. Eğitim, kadının ekonomik faaliyetlere katılmasını, hayatını kontrol edebilmesini, çocuklarının sorumluluğunu alabilmesini ve en önemlisi yasal haklarını bilerek ayakta durabilmesini sağlayacaktır. Toplumdaki birçok sorunun kaynağı olan yanlış inanışlar ve hurafelerle mücadelenin yolu eğitimden geçer. Bir başka deyişle kadın eğitimle güçlenecektir.
Kadına şiddeti önlemede en önemli görev anne-babalara özellikle annelere düşmektedir. Anneler erkek çocuklarını yetiştirirken onlara kızlarından daha üstünmüş gibi davranmamalıdırlar. Hem kız çocuğu, hem de erkek çocuğu kızların ve erkeklerin eşit olduğu anlayışıyla yetiştirilmelidirler. Terbiye vermek için çocuklara şiddet uygulanmamalıdır. Şiddetle büyüyen çocuk, şiddeti yaşamın normal bir parçası olarak algılayacaktır. Anne baba olarak birbirimize ve çocuklarımıza karşı kullandığımız problem çözme tekniklerimizi gözden geçirmek gerekmektedir. Cinsiyet ayrımcılığını reddeden bir anlayış geliştirilmedikçe, kadınlara yönelik şiddet ve kadın cinayetleri bitmeyecektir.
Kadınlar tüm dünyada şiddet görmekte, bunun sonucunda da psikolojileri bozulmakta, yaralanmakta veya hayatlarını kaybetmektedirler. Sorunun çözümü için yapılan çalışmalar hız kazanmış olmasına rağmen halen sorunun çözümüyle ilgili eksiklikler bulunmakta, kadına şiddet olayları gittikçe artmaktadır. Bu sorun kadın örgütleri başta olmak üzere sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, devlet kurumları ve toplumun tüm kesimlerinin ortak, kararlı mücadelesi ve bütüncül bir yaklaşımıyla ortadan kaldırılabilir. Kadına uygulanan şiddetle birden fazla koldan mücadele etmek ve mahrem bir mesele olarak görmemek ve çok çaba sarf etmek önem taşımaktadır.
Kadınlar değerli olduklarına önce kendileri inanmalıdırlar. İçinde büyüdüğümüz kültürler, normlar ve yanlış aile tutumları kadınlarda pek çok konuda değerli olduklarını unutturabilmektedir. Her ne sebep olursa olsun şiddet kabul edilemez bir olgudur. İlişkilerinde ilk kez şiddette maruz kalan bir kadının bunun tekrarlayacağını bilmesi ve kendini koruyacak yönde planlar yapması önemlidir. Şiddete eğilimli bir erkeğin tedavi olmadıkça kendiliğinden bu tutumundan vazgeçmesi zordur. Ailesi, arkadaşları, komşularından güvendiği kişiler ile bu süreci paylaşmalı, sosyal ve psikolojik destek almalıdır. Şiddeti doğal olarak kabul etmemek, karşı çıkabilmek ve çocuklarımızın şiddet dolu bir evde şiddete eğilimli olarak büyümesine izin vermemekte de en büyük görev yine kadınlara düşer. Şiddetin var olduğu ve sırf çocuklar için yürütülmeye devam edilen evliliklerde çocukların çok daha fazla zarar göreceği unutulmamalıdır
Toplumumuzun temel birimi olan ve varlığı kaçınılmaz olan ailenin korunması ve güçlenmesi için ailede kadına yönelik şiddetin önlenmesi gerekmektedir. Sağlıklı bir ilişki elbette ki hiç çatışma yaşanmayan ilişki değildir. O ilişkilerde ortaya çıkan sorunların ne kadar sağlıklı bir biçimde çözüldüğü önemlidir. Bunun için bireyin sorunlarını şiddete yönelerek çözmeye çalışmasının yanlış bir yol olduğu, gerek aile içinde, gerek sosyal çevrede, gerekse eğitim kurumlarında ve kitle iletişim araçları yardımıyla, hazırlanacak öğretici programlar yardımıyla açıkça ortaya konulmalıdır. Toplumsal yaşam içinde önce bireyin kendisini tanımasını sağlamak ve empatisini geliştirmek gerekir. Bu konuda gerektiğinde uzman kişilere başvurmanın da çok gerekli ve yararlı olduğu da benimsetilmelidir. Bireye çatışmayı çözme, iletişim becerilerini geliştirme konusunda çaba göstermesi gerektiği benimsetilmelidir. Şiddet kişinin değerlerini, niteliklerini, kendine güvenini ve ruhsal yapısını bozucu etki yapan bir olgudur. Toplumun yarısını oluşturan kadınların önemli bir kısmının şiddete uğraması, bireysel olduğu kadar aile ve toplum açısından da olumsuzluklara yol açar. Dolayısıyla şiddetin önlenmesi, bireysel ilişkileri sağlıklı kılacağı gibi, toplumun temeli olan ailenin de sağlıklı ilişkiler gerçekleştirmesine ve yürütmesine, böylece de onların oluşturduğu sağlam temellere dayalı güçlü bir topluma sahip olmamızı sağlayacaktır.