"Kürt adının “Dağ Türkleri karda yürürken çıkan kart-kurt sesinden türediği” tezi ne kadar doğruysa Arap Alevilerin Türk olduğu tezi de o kadar doğrudur."

Oda TV yazarı Soner Yalçın 6 Mart 2025 tarihinde “Ön yargı hakikatin üstünü kapatıyor... Suriye'deki Türk Aleviler” ve 12 Mart 2025 tarihinde de “Sağdaki ve soldaki mezhepçi yobazlar” başlıklı yazılarında Arap Alevilerinin Türk kökenli olduğuna dair asılsız iddialar sürmüştür.

Evrensel Gazetesi Yazarı Yusuf Karadaş, 9 Mart 2025 tarihinde köşesinde yayınladığı “Soner Yalçın Suriye Alevilerini nasıl savunuyor?” başlıklı yazısında ise “Soner Yalçın’ın ufku bu düzenin bir parçası olan Erdoğan iktidarına ‘yeni kartlar’ kullanmayı önermekten öteye gidemiyor!” değerlendirmesinde bulunarak işin gerçekliğine dikkat çekmişti.

Evrensel Gazetesi Yazarı Yusuf Karadaş’ın, 9 Mart 2025 tarihinde yayınladığı “Soner Yalçın Suriye Alevilerini nasıl savunuyor?” başlıklı yazısını olduğu gibi yayınlıyoruz.

HTŞ yönetiminin Suriye’nin batısında yer alan Lazkiye, Tartus ve Humus’ta “Esad rejiminin kalıntılarını temizleme” adı altında burada yaşayan Alevi halka yönelik saldırıları katliamlara dönüşmüşken Soner Yalçın, Alevileri savunma adına ‘ibretlik’ bir yazı yazdı. Yalçın’ın 6 Mart’ta Nefes’te “Suriye Alevileri” ve Oda TV’de ise, “Ön yargı hakikatin üstünü kapatıyor... Suriye’deki Türk Aleviler” başlığıyla yayımlanan yazısı görünüşte iktidarın “Nusayri”lere yönelik politikasını eleştiriyor. Ancak Yalçın’ın “hakikati savunma” adına yazdığı yazı, tarihi çarpıtmaktan iktidara akıl vermeye neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Dolayısıyla Soner Yalçın’ın yazısı “İktidarı gerici bir noktadan eleştirmenin” tipik bir örneğini veriyor ki, iktidarın işini fazlasıyla kolaylaştıran böylesi çarpık yaklaşımların ulusalcı-milliyetçi muhaliflerde hiç de eksik olmadığı biliniyor.

Soner Yalçın yazısına Osmanlı’nın “Nusayri” olarak adlandırılan Arap Alevilere yönelik politikasını eleştirdikten sonra bu inancın 9. yüzyılda Irak’ta ortaya çıktığını söylüyor. Ancak devamında Hatay’ın Türkiye’ye katılması tartışmasıyla da bağlantılı olarak Hatay Alevilerinin Türk olduğu iddiasını gündeme getiren bazı kaynakları ‘kanıt’ olarak göstererek Hatay ve Suriye Alevilerinin Türk olduğunu “kesin bilgi” olarak veriyor!

Arap Aleviliği ile ilgili kaynaklar, 9. yüzyılda Irak’ta ortaya çıkan bu inancın kurucusunun Muhammed b. Nusayr en-Nemirî olduğu konusunda birleşiyor. Ancak bu inancın Kitabu’l Mecmu’ üzerinden sistemleştirilip yaygınlık kazanmasında Muhammed b. Nusayr’ın Öğrencisi Hüseyin b. Hamdan el-Hasibî önemli bir rol oynamıştır. Hasibî döneminde (10. yy.) bu inanç, Halep ve Lazkiye’den başlayarak doğu Akdeniz’de (Suriye, Lübnan ve Hatay-Adana-Mersin) yani bugün Arap Alevilerin yaşadığı bölgede yaygın bir inanç haline gelmiştir.

Hatırlanırsa geçtiğimiz yılın aralık ayında HTŞ’nin başını çektiği cihatçılar Halep’i ele geçirirken ilk yaptıkları işlerden biri de buradaki Hasibî türbesini yakmak ve türbenin hizmetine bakanları katletmek olmuştu -ki türbenin yakılma görüntüleri ortaya çıktıktan sonra Arap Alevileri arasında yaygın protesto gösterileri yapılmıştı.

Burada Yalçın’ın tarih çarpıtıcılığını ortaya çıkarmak için öyle derin analizler yapmaya gerek yok: Arap Aleviliği daha Türkler Anadolu’ya bile girmemişken doğu Akdeniz’de (Levant bölgesinde) yaygınlık kazanmıştı. Dahası Arap Aleviliği kapalı-gizli bir inanç sistemine dayandığı için sonradan gelenlerin bu inancı benimseyip katılması da mümkün değildi.

Durum buyken yazarımız Arap Alevileri bir çırpıda Türk ilan ediyor. Peki, ama nasıl? Hatay’ın aidiyeti konusunda Türkiye-Fransa ve Suriye arasında tartışmaların sürdüğü dönemde yazılmış kimi kaynakları “kanıt” olarak göstererek. Bilindiği gibi Hatay sorunu, 1921’den Hatay’ın Türkiye’ye katıldığı 1939’a kadar Milletler Cemiyetinde de tartışılan sorunlardan biriydi. Bu dönemde Hatay’ın Türkiye’ye katılması politikasını güçlendirmek üzere Arap Alevilerin aslında ‘Türk olduğu’ tezini savunan kitaplar yazıldı/yazdırıldı. İşte Yalçın bu kitaplardaki tezi bir adım daha öteye götürüyor; “Hatay Alevileri (“Nusayriler”) Türk ise, o zaman Suriye’deki Aleviler (“Nusayriler”) de Türk’tür” sonucuna ulaşıyor!

Konumuz Hatay sorunu değil. Ancak burada kendisi de Arap Alevi olan Hafız Esad’ın liderliğini yaptığı BAAS’ın (Arap Sosyalist Yeniden Diriliş Partisi) Suriye’yi yönettiği dönemde Hatay sorununu sürekli gündemde tutmaya çalıştığını da not etmek gerekiyor.

Çukurova Üniversitesi “SERBEST UÇUŞ 2025” 1. Posta Sanatı Sergisi Açıldı. Çukurova Üniversitesi “SERBEST UÇUŞ 2025” 1. Posta Sanatı Sergisi Açıldı.

Öte yandan Kürt adının “Dağ Türkleri karda yürürken çıkan kart-kurt sesinden türediği” tezi ne kadar doğruysa Arap Alevilerin Türk olduğu tezi de o kadar doğrudur. Bu tezlerin beslendiği ideolojik kaynak, bilimsel hiçbir geçerliliği olmadığı için tarihin tozlu sayfaları arasında çoktan unutulmaya yüz tutmuş; tarihi Türklerle başlatan Türk Tarih Tezi ve Türkçeyi bütün dillerin kaynağı olarak gösteren Güneş Dil Teorisi’dir. Eğer Türk Tarih Tezi’nde ileri sürüldüğü gibi Sümerler ve Hititlilerin Türk olduğunu kabul ederseniz elbette daha Türklerin Anadolu’ya gelmediği dönemde ortaya çıkmış bir inanç topluluğunu da Türk ilan edebilirsiniz.

Soner Yalçın’ın yazısındaki problem Arap Alevileri Türk ilan etmesinden ibaret olsaydı üzerinde durmaya değmezdi. Ancak yazarımız yazısının sonunda iktidarı “yanlıştan dönmeye” ve “Nusayri/Alevi Türk kartını oynama”ya çağırarak akıl vermekten de geri durmuyor!

Erdoğan iktidarı Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne soyunduktan sonra bu müdahale politikası kapsamında cihatçı çeteleri ve özellikle HTŞ’yi (önceli el Nusra) destekleyen bir tutum sergiledi. Bu dönem boyunca bu çetelerin sadece Alevilere değil; Kürtlere, Dürzîlere ve Hristiyan azınlıklara yönelik saldırı ve katliamları karşısında ya sessiz kalındı ya da Kürtlere karşı saldırılarda olduğu gibi bu saldırılara açıktan destek verildi. HTŞ yönetiminin son günlerde “Esad destekçilerini temizleme” adı altında Alevilere yönelik saldırı ve katliamları sürerken TSK’nin HTŞ’yi desteklemek için bölgeye zırhlı araç sevkiyatı yaptığı bilgilerinin gelmesi, bu politikanın bugün de değişmediğini gösteriyor.

Ancak Erdoğan iktidarının HTŞ’yi destekleyen ve yayılmacı emelleri için Suriye’yi etnik, dinsel-mezhepsel gerilim ve çatışmalara sürükleyen politikasına karşı çıkmanın yolu, “Nusayri/Alevi Türk kartına oynama”yı önermekten geçmez. İki yanlış bir doğru etmez. Çünkü bölgedeki gerilim ve çatışmaların önemli aktörlerinden biri olan Erdoğan iktidarına şu gücün karşısında bu gücü desteklemesi önerisi yapılarak bölgenin etnik, dinsel ve mezhepsel gerilim ve çatışmalara sürüklenmesinin önüne geçilemez. Böylesi önerilerle ancak emperyalistlerin ve bölge gericiliklerinin bu politikasının bir parçası olunabilir.

Emperyalistlerin ve iş birlikçi bölge gericiliklerinin bölge halklarını etnik, dinsel-mezhepsel gerilim ve çatışmalara sürüklemesinin önüne geçilebilmesi ve Ortadoğu’daki sömürü düzeninin ortadan kaldırılması için bütün halkların demokratik-seküler bir çizgide ortak mücadeleyi büyütmesi gerekiyor.

Ancak Ortadoğu’da etnik, dinsel-mezhepsel gerilim ve çatışmalar üzerine inşa edilmiş bulunan emperyalist-kapitalist sömürü ve yağma düzenine ulusalcı bir pencereden bakmanın ötesine geçemeyen Soner Yalçın’ın ufku bu düzenin bir parçası olan Erdoğan iktidarına ‘yeni kartlar’ kullanmayı önermekten öteye gidemiyor! Bu bakış açısı ve politik hattın ne Alevilere ve ne de diğer bölge halklarına bir hayrının olduğunu görmek/göstermek için Türkiye ve bölgenin yakın tarihi bize sayısız örnek sunuyor.

ARAP ALEVİLERİN GÖÇLERİ BİLGİSİ "HABERE GÜVEN" TARAFINDAN EKLENMİŞTİR

Arap Topraklarındaki Göçleri:

"Alevilerin ataları, diğer Arap kabileleriyle birlikte gerek İslam'dan önce gerekse İslam'dan sonra Arap yarımadasının çeşitli bölgelerinden kuzeye doğru göç ettiler. Birden fazla gerçekleşen bu göçlerin sebebi iktisadi ve siyasiydi. "Üstat Münir eş-Şerif, El-Aleviyyun Men Hum ve Eyne Hum" adlı kitabında bu noktaya şöyle değinir:

'Sonradan Aleviler olarak adlandırılacak olan Arapların bu dağlara göçü bir seferde değil, birkaç seferde tamamlanmıştır. Kanımca toplu bir şekilde altı defa göç etmişlerdir. Bu göçlerden birincisi Hz. İsa ve Hz. Muhammed arasındaki dönemde; ikincisi Hz. Muhammed'den sonra 13/636 yılındaki İslam-Arap fetihleri döneminde ve sonrasında; üçüncüsü 5./11. yüzyılda Arap olmayan Müslümanların yaptıkları zulüm sırasında; dördüncüsü 7/13. yüzyılın başlarında Emir Hasan b. Mekzûn el-Sincari döneminde; beşincisi 704/1305 yılında Kisravani saldırısı sırasında ve sonuncusu Osmanlı Padişahı Yavuz Selim'in 923/1516 yılında bölgeyi ele geçirmesi sonucunda gerçekleşmiştir. Bu toplu göçlerin yanı sıra bireylerin baskı ve zulümden kaçmak ve bu dağlarda aşiretlerinin yanında korunmak için tek başlarına yaptıkları göçler de vardır.'

Allame Matran Dibs, El-Camiu'l-Mufassal'da ve tarihçi İsa İskender Maluf, Divani'l-Ketuf'ta Memlûk sultanlarından Kalavunoğlu Muham- med'in Lübnan Kisravan dağlarındaki Şiileri yok etmek için bir donanma görevlendirdiğinden ve Lübnan Alevilerinin bu donanmanın saldırısından korunabilmek amacıyla 1305 yılında Lazkiye ve Antakya'daki kardeşlerinin yanına göçlerinden söz ederler.

Arap Alevilerin Anadolu'yu Göçleri:

Arap Alevilerin atalarının Anadolu'ya göçleri 8. yüzyıldan itibaren başlar, yani Türklerin topluca Anadolu'ya geldikleri 1071 yılındaki Malazgirt zaferinden yaklaşık 400 yıl öncedir. Bu göçler Emevi baskısının yoğun olduğu dönemlerde başlamış ve yıllarca devam etmiştir. Özellikle Abbasi dönemin güçlü devletlerinden biri olan ataları Hamdânîler zamanında büyük göçler gerçekleşmiş ve Adana, Tarsus ve şu an Mersin sınırları içerisinde yer alan Mersin, Tarsus arasındaki bölgeye, bir de şu an Mersin'in Erdemli ilçesi sınırları içerisinde yer alan Ayaş bölgesine yerleşmişlerdir. Samandağ, Antakya ve İskenderun'a göçleri ise İslam'dan da öncedir. (Kaynak: Ahmet Verde-Muhtasar / Et-Temyiz)

Editör: Haber Merkezi