2024-2025 eğitim-öğretim yılı, Türkiye'de eğitim sisteminin karşı karşıya kaldığı birçok derin sorunla başlamaktadır. Ekonomik krizin artan etkisiyle eğitim masraflarının yükselmesi, ÇEDES ve benzeri projeler aracılığıyla eğitimin dinselleştirilmesi girişimleri, laiklik ve bilime aykırı müfredat değişiklikleri, öğrencilerin Mesleki Eğitim Merkezleri'ne (MESEM) yönlendirilmesi gibi meseleler bu yılın en önemli tartışma konuları arasında yer alıyor. Ayrıca, Öğretmenlik Mesleği Kanunu (ÖMK) tartışmaları ve taşımalı eğitimin sonlandırılması birçok bölgede eğitimde sıkıntılara neden olmakta. Bu konularla ilgili Eğitim Sen Genel Başkanı Kemal Irmak’ın yaptığı açıklama dikkat çekti.

Kemal Irmak’ın yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verdi.

2024-2025 eğitim-öğretim yılı, Türkiye'de eğitim sisteminin karşı karşıya kaldığı derin sorunların gölgesinde başlamaktadır. Ekonomik krizin ağırlaşarak sürmesi nedeniyle eğitim masraflarının artması, ÇEDES ve benzeri projeler üzerinden eğitimi dinselleştirilmesi çabaları, laikliğe ve bilime aykırı müfredat değişiklikleri, öğrencileri Mesleki Eğitim Merkezleri’ne (MESEM) yönlendirme girişimleri, Öğretmenlik Mesleği Kanunu (ÖMK) tartışmaları, çok sayıda bölgede taşımalı eğitime son verilmesi gibi konular bu eğitim yılının temel tartışma başlıkları arasında yer almaktadır.

Eğitim sistemimiz, yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav merkezli eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı haline gelmiştir. Türkiye’de okul öncesi eğitimden üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri, uzun yıllardır en temel işlevlerini yerine getiremez durumdadır. Bu durum kaçınılmaz olarak eğitimin niteliğini de olumsuz etkilemektedir.

Okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmemesi, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuk ve gençlerin dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakaları geçtiğimiz eğitim öğretim yılında da devam etmiştir. Öğretmen açıkları sorun olmayı sürdürmekte, mülakata ve arşiv araştırmasına dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulaması eğitim emekçileri arasındaki eşitsizliği ve adaletsizliği derinleştirmektedir. Öğretmenlik Meslek Kanunu ile “eşit işe eşit ücret” uygulamasına son verilmesi, ataması yapılmayan öğretmenler gibi çok sayıda sorun eğitim sisteminin çözüm bekleyen sorunları bulunmaktadır.

Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel ve inanç çeşitliliği eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar yıllardır atılmamıştır.

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da eğitim sorunu, ülke ekonomisinde yaşanan sorunların ardından halkın en öncelikli gündemi olmayı sürdürmektedir. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk istismarı anlamına gelen çocuk yaşta evlendirmeyi engelleyen adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere kız çocukları ve kırsal kesimde yaşayan çocuklar açısından eğitime erişim konusunda yaşanan sorunlar sürmektedir. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştiği bir eğitim öğretim dönemi bizi beklemektedir.

Türkiye’de çeşitli nedenlerle eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajları günden güne artarak devam etmektedir. Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için gerekli adımlar atılmazken, çocuk ve gençlerin ekonomik sorunlar nedeniyle eğitime erişim hakkını ihlal eden uygulamalar devam etmektedir.

EĞİTİMDE EŞİTSİZLİKLER ARTARAK SÜRÜYOR

Türkiye'de eğitim sistemi, bölgesel farklılıklar nedeniyle derin eşitsizliklerle karşı karşıyadır. Özellikle kırsal alanlardaki okullar ile büyük şehirlerdeki okullar arasındaki fiziksel koşullar, öğretmen sayısı ve eğitim materyallerine erişim gibi konularda ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Bu durum, öğrencilerin eğitimde eşit olanaklara sahip olmasını engellemekte ve başarı düzeylerinde büyük farklılıklara yol açmaktadır.

Eğitim sisteminde farklı kimlik ve kültürler üzerinden yaşanan ayrımcılıklar da eğitimde önemli bir eşitsizlik kaynağı olayı sürdürmektedir. Özellikle farklı etnik kimliklere mensup öğrenciler, dil engelleri ve kültürel farklılıklar nedeniyle eğitim sisteminde dışlanma tehdidi ile karşı karşıyadır. Temel ve evrensel bir insan hakkı olan anadilinde eğitim hakkının yok sayılması, anadili farklı olan öğrencilerin eğitimde geri kalmalarına neden olmaktadır. Ayrıca, eğitim müfredatında ülkemizde yaşayan farklı halkların tarihine ve kültürüne yer verilmemesi, öğrencilerin kimliklerini, kültürünü geliştirme ve koruma hakkını ellerinden almaktadır. Bu durum, farklı kimliklerin eğitimdeki temsilini zayıflatmakta ve toplumsal eşitsizliklerin sürekliliğine katkıda bulunmaktadır.

Eğitimde en dezavantajlı gruplar arasında kız çocukları, mülteci çocuklar ve engelli çocuklar yer almaktadır. Bu grupların eğitime erişiminde yaşanan sorunlar, eğitim sisteminin adalet ve eşitlik ilkelerine uygun olarak işlemediğini göstermektedir. 2024-2025 eğitim öğretim yılı itibarıyla bu grupların eğitimde karşılaştıkları engeller hala tam anlamıyla çözülmüş değildir. Kız çocukları, özellikle kırsal bölgelerde çocuk yaşta zorla evlilik ve toplumsal baskılar nedeniyle eğitimden koparken, mülteci çocuklar dil bariyerleri ve ekonomik zorluklar nedeniyle eğitimlerine devam etmekte zorlanmaktadır. Engelli çocuklar ise eğitimde gerekli fiziki altyapının ve uzman öğretmenlerin eksikliği nedeniyle eğitim hakkından tam anlamıyla yararlanamamaktadır.

Cinsiyet eşitsizliği, eğitimde en yaygın biçimde karşılaşılan adaletsizliklerden biridir. Kız çocukları, özellikle kırsal ve muhafazakâr bölgelerde eğitimden mahrum bırakılmakta veya çocuk yaşta zorla evlilik gibi nedenlerle eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kalmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri ve ataerkil değer yargıları, kız çocuklarının eğitimde geri kalmasına ve kadınların çalışma yaşamına katılım oranlarının düşük olmasına yol açmaktadır. Bunun yanı sıra, müfredat ve öğretim materyalleri de cinsiyetçi kalıpları yeniden üretmekte, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri derinleştirilmektedir. Çocuk ve gençlerin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmasını sağlamak için yoksul ailelerin çocuklarına yönelik sosyoekonomik destek programları hazırlanması, farklı kimlik ve kültürleri esas alan ve kapsayıcı bir müfredatın oluşturulması ve toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik eden politikaların hayata geçirilmesi gerekmektedir. Bu adımlar, eğitimin demokratikleşmesi açısından çok önemlidir.

Eğitimdeki sosyoekonomik farklılıklar, etnik kimlik ve cinsiyet eşitsizlikleri, toplumsal eşitsizliklerin en köklü sebeplerinden biridir ve bu alandaki adaletsizliklerin giderilmesi eğitim sisteminin daha demokratik ve nitelikli olması için hayati öneme sahiptir. Eğitim sisteminin bu eşitsizlikleri yeniden üretmek yerine, onları ortadan kaldıracak bir yapıya kavuşması, toplumun her kesimine adil ve eşit fırsatlar sunabilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, eğitim politikalarının bu perspektifle yeniden ele alınması ve tüm öğrencilerin potansiyellerini gerçekleştirebileceği demokratik ve eşitlikçi bir eğitim ortamın sağlanması gerekmektedir.

Eğitim, herkese eşit koşullarda sunulması gereken temel bir insan hakkı, aynı zamanda devredilemez ve vazgeçilemez kamusal bir haktır. Kamusal eğitimden uzaklaşıldıkça eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanma olanağının ortadan kalktığı, eğitime erişim başta olmak üzere, pek çok konuda yeni eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin ortaya çıktığı bilinmektedir. Kamusal eğitimden uzaklaşmanın iki temel sonucu bulunmaktadır: Birincisi, devlet okulu ve özel okullar arasındaki nitelik ayrımı, telafisi mümkün olmayan eşitsizliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İkincisi ise kamusal eğitimin tasfiyesi devlet okullarını da ayrıştırarak zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar/şubeler oluşturulması gibi uygulamalar son yıllarda belirgin şekilde yaygınlaşmıştır.

MEB’İN MÜFREDAT DEĞİŞİKLİKLERİ LAİKLİĞE VE BİLİME AÇIK BİR MEYDAN OKUMADIR

2023/’2024 eğitim öğretim yılının ikinci yarısında kamuoyu ile paylaşılan müfredat değişiklikleri ilk gündeme geldiği günden itibaren kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olmuş, ayrıntıların ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte yapılan değişikliklerin bilimsel ve laik eğitime temelden aykırı düzenlemeler olduğu görülmüştür. Yeni müfredat değişiklikleri aynı zamanda öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerinin zayıflatılması açısından önemli kaygılar doğurmuştur. Örneğin, yeni müfredatla birlikte sosyal bilimler derslerinin kapsamının daraltılması, öğrencilerin toplumsal olayları ve tarihsel süreçleri derinlemesine anlama yetilerini ciddi şekilde sınırlamaktadır. Özellikle, tarih derslerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecine dair içeriklerin iktidarın siyasal-ideolojik bakış açısı dikkate alınarak azaltılması, gençlerin bu kritik dönemi anlamasını zorlaştıracaktır.

Başından sonuna siyasal-ideolojik bir dayatma olarak hazırlanan ve “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla kamuoyuna açıklanan müfredat değişiklikleri, eğitim sistemini Türk-İslam sentezi çerçevesinde yeniden şekillendirme çabalarının somut bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni müfredatta, İslami öğretiler, özellikle de Sünni İslam’ın, ders kitaplarında daha belirgin hale getirildiği gözlemlenmektedir. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin yanı sıra tarih, edebiyat ve sosyal bilgiler gibi farklı derslerde de İslami öğelerin daha fazla yer alması dikkat çekicidir. Bu durum, laik eğitim anlayışıyla çelişmekte ve eğitimdeki dini çeşitliliğin yok sayılması anlamına gelmektedir. Örneğin, diğer dinlerin ve mezheplerin temsilinin zayıf kalması, farklı inanç gruplarına mensup öğrencilerin eğitimde dışlanma riskini arttıracaktır.

2024 müfredat değişiklikleri, milliyetçi ve dinî söylemlerin ders içeriklerinde daha baskın hale gelmesine de neden olmuştur. Özellikle tarih derslerinde Osmanlı İmparatorluğu ve İslam’ın yayılma süreci idealize edilerek sunulmakta, Cumhuriyet dönemi ise daha yüzeysel bir şekilde ele alınmaktadır. Bu tür bir tarih anlatısı, öğrencilerin eleştirel düşünme yetilerini zayıflatacak, tarihsel olayları “tek taraflı” bakış açısıyla değerlendirmelerine yol açacaktır. Türk-İslam sentezine dayalı bu yaklaşım, demokratik ve laik bir toplumda yetişmesi gereken genç nesillerin çoğulcu bir tarih anlayışından mahrum kalmasına neden olacaktır.

Türk-İslam anlayışı çerçevesinde yapılan müfredat değişiklikleri, bilimsel eğitimin bazı alanlarını olumsuz yönde etkileyecektir. Özellikle biyoloji gibi doğa bilimleri derslerinde evrim teorisi gibi bilimsel gerçeklerin göz ardı edilmesi veya yüzeysel ele alınması, bilimsel eğitimin niteliğini düşürmektedir. Bu durum, öğrencilerin çağdaş bilimsel yöntemleri ve düşünce sistemlerini yeterince kavrayamamalarına neden olacaktır.

Müfredat değişiklikleri kapsamında, toplumsal cinsiyet rollerine yönelik geleneksel ve patriarkal bakış açısının yeniden güçlendirildiği gözlenmektedir. Özellikle ahlak ve değerler eğitiminde, kadının toplumdaki yeri daha çok geleneksel rollere indirgenmekte ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ele alınmamaktadır. Bu yaklaşım, öğrencilerin eşitlik ilkelerini benimsemelerini zorlaştıran bir etki yaratacak, kadınların haklarına, yaşamlarına, bedenlerine ve kimliklerine dönük saldırıların meşrulaştırılmasına zemin hazırlayacaktır.  

ARTAN OKUL VE KIRTASİYE MASRAFLARI VELİLERİN EKONOMİSİNİ ZORLUYOR

2024-2025 eğitim-öğretim yılı başında öğrenciler ve veliler, artan okul ve kırtasiye masraflarıyla karşı karşıyadır. Özellikle son yıllarda yaşanan ekonomik zorluklar, yüksek enflasyon ve derinleşen ekonomik kriz, eğitim giderlerini de ciddi anlamda katlamıştır. Yüksek kayıt ücretleri ve zorunlu bağış uygulaması, kırtasiye ürünlerinin fiyatlarında yaşanan artışlar, okul kıyafetleri, servis ücretleri vb. gibi temel okul ihtiyaçlarına gelen fahiş zamlar, öğrenci ailelerin bütçelerinde büyük gedikler açmaya başlamıştır. Bu durum, özellikle dar ve orta gelirli ailelerin eğitim masraflarını karşılamalarını zorlaştırmaktadır.

Veliler, bir öğrencinin okul masraflarını karşılamak için temel kırtasiye malzemelerinden okul kıyafetlerine, spor ayakkabısından beslenme masraflarına kadar geniş bir yelpazede harcama yapmak zorunda kalmaktadır. 2024-2025 eğitim-öğretim yılında bu masraflar, geçen yıla kıyasla önemli ölçüde artmıştır. Geçtiğimiz iki yıldaki fiyat karşılaştırması, çocuğunu devlet okuluna gönderen velilerin sırtındaki yükün belirgin şekilde artmaya başladığını göstermektedir.

2023-2024 (TL)

2024-2025 (TL)

Fiyat Artışı (%)

Okul kıyafetleri

1.250

2.000

%60

Okul Çantası

250

400

%60

Beslenme Çantası

80

120

%50

Spor Ayakkabısı

400

650

%63

Defter (100 yaprak)

15

25

%67

Kırtasiye (Kalem, silgi, kalemtıraş)

30

45

%50

Tablodan da görüldüğü üzere, son bir yıl içinde temel kırtasiye ve okul ihtiyaçlarında en az yüzde 50 ile yüzde 70 arasında değişen oranlarda artışlar yaşanmıştır. Özellikle okul çantası, spor ayakkabısı ve defter gibi temel ürünlerdeki fiyat artışları dikkat çekmektedir. Bu masraflar, her öğrenci için ayrı ayrı düşünüldüğünde, bir ailenin bütçesi üzerindeki yük daha da ağırlaşmaktadır. Örneğin, bir ailenin iki çocuk için okul alışverişi yapması gerektiğinde masraflar iki katına çıkmakta ve bu durum velilerin maddi anlamda büyük zorluklar yaşamasına neden olmaktadır.

2024-2025 eğitim öğretim yılı başında bir okul çantasını doldurmanın toplam maliyeti, öğrencinin sınıf seviyesine ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişmektedir. İlkokul öğrencisi için temel kırtasiye malzemeleri, çanta ve diğer gereksinimler hesaba katıldığında toplam maliyet 3.000 TL ila 5.000 TL arasında değişmektedir. Ortaokul ve lise öğrencileri için bu maliyet 6.000 TL’yi geçmiştir. Eğer teknolojiye yönelik ihtiyaçlar (tablet, hesap makinası vb) da eklenirse, bu rakamlar 10.000 TL’nin üzerine çıkmaktadır. Eğitim masraflarındaki artışlar, özellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitime erişim imkânlarını ciddi anlamda tehdit etmektedir. Birçok aile, yaşanan hayat pahalılığı nedeniyle çocuklarının en temel okul ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale gelmiştir.

Her geçen yıl artan okul ve kırtasiye masrafları, eğitime erişimde yaşanan eşitsizlikleri derinleştirmektedir. Dar gelirli ailelerin çocukları, bu masrafları karşılayamadıkları için eğitimde dezavantajlı duruma düşmektedir. Özellikle kırsal bölgelerde ve düşük gelirli semtlerde yaşayan öğrenciler, kırtasiye malzemelerine, okul kıyafetlerine ve beslenme gibi temel ihtiyaçlara ulaşmakta zorlanmaktadır. Veliler, sadece okul ve kırtasiye masraflarıyla değil, aynı zamanda beslenme, ulaşım ve diğer eğitim dışı giderlerle de mücadele etmektedir. Bu durum, özellikle dar gelirli ailelerin çocuklarına nitelikli eğitim sağlama konusunda büyük zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır.

Okul ihtiyaçlarının karşılanamaması, sadece eğitimde başarıyı değil, öğrencinin okula olan motivasyonunu ve aidiyet duygusunu da olumsuz etkilemektedir. Örneğin, yeterli beslenemeyen bir öğrenci, derslerde konsantre olmakta zorlanmakta ve öğrenme sürecinde akranlarından geri kalabilmektedir. Benzer şekilde, diğer öğrencilerle kıyaslandığında eski ya da yetersiz kıyafet ve kırtasiye malzemelerine sahip olmak, öğrenciler arasında sosyal uyumsuzluklara ve psikolojik baskılara neden olmaktadır. Bu durum öğrencilerin okul ortamındaki uyumunu ve akademik başarısını doğrudan etkileyici sonuçlar ortaya çıkarmaktadır.

Veliler, çocuklarının eğitimi için gerek ders kitaplarından kırtasiye malzemelerine gerekse servis ve beslenme gibi temel ihtiyaçlara kadar birçok masrafı üstlenmek zorundadır. Bir öğrencinin eğitim hayatı boyunca sadece kırtasiye değil, okul servis ücretleri, kıyafetler, ek kurslar ve sınav hazırlık malzemeleri gibi birçok ek masrafı da bulunmaktadır. Özellikle büyükşehirlerde yaşayan aileler için bu masraflar, daha da yüksektir.

Özel okulda okuyan öğrencilerin velileri ise bu masrafların yanında okul ücretleri ve servis giderleriyle baş etmek zorundadır. Her geçen yıl artan ve velilerin üzerinde ciddi bir yük haline gelen eğitim masrafları ülkede yaşanan ekonomik zorlukların ne kadar derinleştiğini ve özellikle dar gelirli ailelerin eğitim masrafları karşısında ne kadar zorlandığını göstermektedir.

Eğitim hakkı her çocuğun temel hakkı olmasına rağmen artan eğitim masrafları bu temel hakkın kullanılabilirliğini giderek zorlaştırmaktadır. Devlet, her bireyin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmasını sağlamakla yükümlüdür. Eğitim masraflarının devlet tarafından üstlenilmesi, ailelerin üzerindeki maddi yükü hafifletecek, aynı zamanda çocukların eğitime daha iyi odaklanmalarını ve nitelikli bir eğitim almalarını mümkün kılacaktır.

Eğitimde giderek artan piyasalaştırma ve ticarileştirme politikaları yerine, kamusal eğitim anlayışı benimsenerek eğitime erişimin önündeki tüm engeller kaldırılmalı ve tüm öğrencilerin eşit şartlarda eğitim alması için gerekli adımlar acilen atılmalıdır.

 

DEPREM BÖLGESİNDE EĞİTİMDE YAŞANAN SORUNLAR ÇÖZÜM BEKLİYOR

 

Türkiye, bir deprem ülkesi olarak sık sık doğal afetlerle karşı karşıya kalmaktadır. Özellikle 2023 yılında meydana gelen büyük depremler, eğitim sistemini derinden etkilemiş ve eğitimde birçok sorunu beraberinde getirmiştir. Deprem sonrasında birçok okul binası yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Okulların fiziksel altyapısı, öğrencilerin güvenli bir ortamda eğitim almalarını sağlayacak nitelikte değildir. Eğitim binalarının yetersizliği, geçici konteyner sınıflarla çözülmeye çalışılsa da uzun vadede bu durum öğrencilerin eğitiminin aksamasına neden olmaktadır. Depreme dayanıklı okul binalarının hızla inşa edilmesi gerekmektedir. Geçici çözümler yerine kalıcı ve güvenli yapılar oluşturulmalıdır. Eğitime erişim sağlanamayan yerlerde, mobil eğitim araçları ve dijital eğitim altyapıları güçlendirilmelidir.

Deprem sonrası öğrenciler, ağır travmalar yaşamış ve bu travmaların eğitime olan etkisi büyük olmuştur. Öğrencilerin psikolojik destekten yoksun kalmaları, öğrenme süreçlerine katılmalarını zorlaştırmaktadır. Psikososyal destek yetersizliği, öğrenci başarısında ciddi düşüşlere yol açmaktadır. Deprem bölgelerinde öğrencilere yönelik psikolojik destek programları yaygınlaştırılmalı ve uzman psikologlar okullarda sürekli hizmet vermelidir. Psikolojik danışman ve Rehber Öğretmenlerin sayısı artırılmalı, sınıf içi destekleyici programlar uygulanmalıdır.

Deprem, hâlihazırda var olan eğitimdeki eşitsizlikleri daha da derinleştirmiştir. Maddi imkânsızlıklar, öğrencilerin eğitim materyallerine ve dijital altyapıya erişimlerini zorlaştırmıştır. Kırsal bölgelerdeki öğrenciler, büyük şehirlerdeki yaşıtlarına göre daha fazla dezavantajlı durumdadır. Eşit eğitime erişim sağlanması için bölgesel farklılıklar gözetilerek özel projeler geliştirilmelidir. İhtiyaç sahibi öğrencilere tablet, bilgisayar ve internet erişimi gibi kaynaklar sağlanmalıdır.

Depremden etkilenen bölgelerde görev yapan öğretmenler de büyük zorluklar yaşamaktadır. Konut kayıpları, psikolojik travmalar ve iş yükünün artması, öğretmenlerin motivasyonunu olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, öğretmenlerin deprem sonrası süreçte yeterli destek alamadıkları görülmektedir. Deprem bölgelerinde görev yapan öğretmenlere yönelik maddi ve manevi destek artırılmalıdır. Psikolojik destek programları, öğretmenler için de uygulanmalı, çalışma koşulları iyileştirilmelidir.

Deprem bölgesinde eğitimde yaşanan sorunlar, yalnızca fiziki yıkımlarla sınırlı kalmamış, psikososyal, ekonomik ve eğitimin niteliği açısından da birçok eksiklik ortaya çıkmıştır. Bu sorunların çözülmesi, kısa vadeli çözümlerden ziyade uzun vadeli planlamalar gerektirmektedir.

ÇOCUK YOKSULLUĞU VE ÖĞRENCİLERİN BESLENME SORUNU ACİLEN ÇÖZÜM BEKLEMEKTEDİR

2024 yılı itibarıyla Türkiye’de yaklaşık 5,4 milyon çocuk yoksulluk sınırının altında yaşamakta ve bu oran Türkiye'deki çocuk nüfusunun yüzde 25'ine tekabül etmektedir. Yoksulluk, çocukların yalnızca maddi durumlarını değil, aynı zamanda eğitim, sağlık ve sosyal gelişim gibi birçok alanda geri kalmalarına neden olmaktadır. Türkiye'de çocuk yoksulluğu, milyonlarca çocuğu doğrudan etkileyen ve ülkenin geleceğini tehdit eden ciddi bir toplumsal sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

Eğitim ve öğretimde son yıllarda öne çıkan en önemli sorunlardan birisi öğrencilerin okullardaki beslenme sorunudur. Türkiye’de çok sayıda öğrenci okula kahvaltı yapmadan gitmekte, yine birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü görülmektedir. Bu sorun temel ve acilen çözülmesi gereken bir sorundur.

Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocukların sadece büyüme ve gelişiminde değil, okul başarısı üzerinde de son derece etkili olduğu konusunda çok sayıda bilimsel araştırma vardır. Yetersiz ve dengesiz beslenen öğrencilerin dikkat süreleri kısalmakta, algılamaları azalmakta, zaman zaman öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları gelişebilmekte ve benzeri nedenlerden dolayı okul başarıları düşebilmektedir. Yetersiz beslenme, çocukların sağlıklı gelişimi ve öğrenme kapasiteleri üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratmaktadır. Dünya genelinde milyonlarca çocuk, yeterli ve dengeli beslenme imkânlarından mahrum kalmakta, bu durum hem onların bireysel yaşamlarında hem de toplumun genel refahında derin yaralar açmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, dünya genelinde yaklaşık 144 milyon çocuk kronik yetersiz beslenmeden (bodurluk) etkilenmektedir. Bu oran, çocukların yüzde 21'ine tekabül etmektedir. Aynı zamanda, 47 milyon çocuk akut yetersiz beslenme (zayıflık) sorunu yaşamaktadır. Yetersiz beslenmenin en yüksek olduğu bölgeler arasında Güney Asya ve Sahra Altı Afrika öne çıkmaktadır. Türkiye’de yapılan araştırmalar ise çocuklar arasında yetersiz beslenmenin de önemli bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır. TÜİK verilerine göre, Türkiye'de okul çağındaki çocukların yüzde 8,5’i yetersiz kiloya sahiptir. Ayrıca, çocukların yüzde 6’sı ise aşırı zayıflık sorunu ile karşı karşıyadır. Özellikle düşük gelirli hanelerde bu oranların daha yüksektir.

2024 yılı verilerine göre, yaklaşık 6,5 milyon çocuk gıda güvencesizliği nedeniyle yeterli ve dengeli beslenememektedir. Bu durum, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimlerini olumsuz etkilerken, özellikle protein ağırlıklı gıdalara erişimlerinin oldukça kısıtlıdır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre, Türkiye'deki çocukların yalnızca %12,7'si her gün et, tavuk veya balık tüketebiliyor. Buna karşılık, karbonhidrat ağırlıklı beslenme yaygın ve çocukların önemli bir kısmı şekerli gıdalarla besleniyor. OECD verilerine göre, Türkiye'de çocuk yoksulluğu oranı yüzde 22,4 ile en yüksek seviyelerdedir. Bu oran, OECD ortalaması olan yüzde 12,4’ün oldukça üzerindedir. Bu durum, çocukların eğitimden kopma ve erken yaşta çalışmaya zorlanma riskini artırıyor. TÜİK verilerine göre, 5-17 yaş grubundaki yaklaşık 720 bin çocuk ekonomik faaliyetlerde çalışıyor. Ancak, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi'ne göre, bu sayı yaz aylarında 5 milyona kadar çıkmaktadır.

Yeterli beslenmeyen çocuklar, dikkat eksikliği, yorgunluk ve öğrenme güçlükleri gibi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yapılan bir araştırmada, yetersiz beslenen çocukların, yeterli beslenen yaşıtlarına göre 20 puana kadar daha düşük IQ oranlarına sahip olabileceği belirlenmiştir. Bir başka çalışma, yetersiz beslenen çocukların okulda devamsızlık yapma ihtimallerinin yüzde 15 daha yüksek olduğunu ve bu çocukların mezun olma oranlarının da yüzde 25 oranında daha düşük olduğunu göstermektedir. Bu durum, ilerleyen yaşlarda düşük gelirli işlerde çalışmaları ve sosyoekonomik olarak dezavantajlı bir konumda kalmaları ile sonuçlanmaktadır.

Türkiye’de ve dünyada uygulanan okul beslenme programları, çocukların günlük besin ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir rol oynayabilir. Bu tür programların yaygınlaştırılması, özellikle düşük gelirli bölgelerde yetersiz beslenmenin azaltılmasında etkili olacaktır. Özellikle okul yemek programlarının oluşturulması, bu alandaki devlet yatırımlarının artırılması ve toplumsal bilinçlendirme kampanyalarının yaygınlaştırılması gerekmektedir. Eğitim ve sağlık politikalarının bütüncül bir yaklaşımla ele alınması, geleceğin nesillerinin hem bedensel hem de zihinsel gelişimlerini destekleyecektir.

ANADİLİNDE EĞİTİM SORUNU ÇÖZÜM BEKLEMEKTEDİR

 

Genel olarak eğitimin, özel olarak ana dilde eğitimin temel bir insan hakkı olduğu görüşü, dünya çapında kabul görmüş, Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere çok sayıda uluslararası örgütün kararlarıyla da kabul edilmiştir. Cinsiyeti, etnik ve dinsel kimliği ne olursa olsun herkes; sadece insan olduğu için, kendini geliştirme, kendini oluşturma hakkına sahiptir. İnsanın var oluşunun ve tüm yönleriyle gelişiminin olanaklı kılınması ancak eğitimin-anadilinde eğitimin kendi başına birincil bir amaç olarak algılanmasıyla mümkündür.

Anadilinde eğitim, çocukların zihinsel gelişimlerinin, öğrenme yeteneklerinin ve sağlıklı bir kimlik edinmelerinin olmazsa olmaz koşullarındandır ve pedagoji biliminin temel ilkesidir. İlköğretim çağına kadar kendi anadili ile dünyayı ve çevresini tanıyan çocuğun, herhangi bir geçiş süreci yaşamaksızın yabancısı olduğu bir dil ile eğitime başlaması, pedagojik açıdan kabul edilmez bir durumdur. Bireylerin kendi anadillerinde eğitim hakkından yoksun bırakılması, çocukluktan itibaren zihinsel gelişimi ve kimlik edinme sürecini olumsuz etkilemektedir. 

Eylül 2012’den itibaren “Yaşayan Dil ve Lehçeler” adı altında getirilen seçmeli ders uygulamasının yetersiz olduğu geçtiğimiz yıllar içinde görülmüştür. Gelinen süreçte hiçbir altyapı çalışması yapılmadan seçmeli derslerin talep karşılığında açılması gerekirken, okul yönetimleri yasal bir hak olmasına rağmen öğrencilerin özgürce dilediği dersleri seçmesine zorluk çıkarmaktadır. Okul idaresi yeterli bilgilendirmede bulunmadığı için veliler yanlış yönlendirilirken, velilere ‘yeterli sayıda başvuru yok’ ya da ‘bu dersin eğitimini verecek öğretmen yok’ denilerek bu tercihlerinden vazgeçmeleri sağlanmaktadır. Ailelerin ısrarlı talepleri üzerine örneğin Kürtçe öğretmen ataması yapılması yerine Kürtçe bilen branş öğretmenlere ek ders verilerek sorun geçiştirilmektedir.

“Yaşayan Diller ve Lehçeler” dersi, ortaokul 5, 6, 7 ve 8. sınıflarda sunulmaktadır. Bu ders kapsamında öğrencilere Kürtçe (Kurmancî ve Zazakî), Adığece, Abazaca, Lazca, Gürcüce, Boşnakça ve Arnavutça gibi çeşitli dillerde eğitim imkânı sağlanmaktadır. "Yaşayan Dil ve Lehçeler" dersi kapsamında istihdam edilen öğretmen sayısı net olarak belirtilmemekle birlikte, 2024 atama döneminde belirli bölgelerde bu alanda öğretmen atamaları yapılmıştır. Özellikle Kürtçe (Kurmançi ve Zazaki), Lazca ve Arapça gibi lehçeler için öğretmenler atanmıştır. Bu alanda 2024 yılı itibarıyla atanan öğretmenlerin sayısı sınırlıdır ve atamalar genellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Atanan öğretmen sayısı her bir okul veya merkez için genellikle bir öğretmen olacak şekilde belirlenmiştir​

MEB bünyesinde görev yapan toplam Kürtçe öğretmen sayısı 2024 itibarıyla 132’dir. Bu öğretmenlerin bir kısmı Kürtçenin Kurmancî lehçesinde, bir kısmı ise Zazakî lehçesinde eğitim vermektedir. Son yıllarda Kürtçe öğretmeni kadroları artırılmış olsa da bu sayının hala yeterli değildir. Geçtiğimiz eğitim öğretim yılında, yaklaşık 20 bin öğrenci seçmeli Kürtçe dersi seçmiştir. Kürtçe, özellikle Kurmancî lehçesi, en çok tercih edilen diller arasında yer almaktadır. Öğrencilerin ders seçimi, özellikle bu dillerin korunması ve yaşatılması açısından büyük önem taşımaktadır.

MESLEKİ EĞİTİM UCUZ EMEK SÖMÜRÜSÜ ÜZERİNDEN KURGULANMAMALIDIR

 

Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) son yıllarda, özellikle 2021'de yapılan kanuni düzenlemeler sonrasında, öğrenci sayısında büyük bir artış yaşanmıştır. MESEM'lerde hızla artan öğrenci sayısı eğitimin niteliğine ve öğrenci haklarına olumsuz etkileri olmuştur. MESEM uygulamasında eğitimde nitelik yerine niceliğe odaklanılması önemli bir eksikliktir.

Hükümetin mesleki eğitimi artırma politikaları kapsamında, iş gücü piyasasının kısa vadeli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla öğrenci sayısının hızla artırılması, eğitimin niteliği konusunda ciddi endişelere yol açmaktadır. Nitekim öğrenci sayısının artmasıyla birlikte eğitimde nitelik düşmüş ve mevcut altyapının yetersiz kaldığı görülmüştür.

Eğitim İş'ten MEB’e Türkçe ve Dil Dersleri Sınavları Hakkında Başvuru Eğitim İş'ten MEB’e Türkçe ve Dil Dersleri Sınavları Hakkında Başvuru

MESEM’lerde öğrencilerin iş güvencesi, çalışma koşulları ve sosyal hakları konusundaki belirsizlikler söz konusudur. Öğrenciler, bu merkezlerde erken yaşta iş gücüne dahil edilmekte ve bu durum, genç işçilerin sömürülmesine zemin hazırlamaktadır. Özellikle, öğrencilere sağlanan ücretlerin düşük olması, sigorta gibi güvencelerin yeterince etkin olmaması ve uzun çalışma saatlerinin “beceri eğitimi” kavramı ile çeliştiği gibi sorunlar sıkça gündeme gelmektedir.

Mesleki Eğitim Merkezleri’nin mevcut yapısı, nitelikli bir mesleki eğitim sağlamaktan ziyade, genç iş gücünü hızla piyasaya sürmek amacıyla tasarlanmış bir sistemdir. Mesleki eğitimde yalnızca niceliksel hedeflere odaklanmak yerine, öğrencilerin haklarını ve eğitimin niteliğini ön planda tutan, bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerekmektedir.

Mesleki eğitimin erken yaşta başlatılmasının, öğrencilerin mesleki becerilerini artıracağı ve iş gücü piyasasında daha nitelikli bireyler yetişmesine katkıda bulunacağı iddiasıyla meslek liseleri bünyesinde mesleki ortaokulların açılması planlanmaktadır. Ancak böylesi bir adımın eğitimde yaşanan eşitsizlikleri daha da derinleştirmesi kaçınılmazdır. Mesleki ortaokulların açılması, öğrencilerin çok erken yaşta meslek seçmeye zorlanması anlamına gelmektedir. 10-14 yaş aralığındaki çocuklar, henüz kendilerini ve ilgi alanlarını tam olarak keşfetmemişken, belirli bir meslek dalına yönlendirilmeleri pedagojik açıdan sakıncalıdır.

Türkiye'deki eğitim sistemi zaten ciddi eşitsizlikler barındırırken, mesleki ortaokulların açılması bu durumu daha da kötüleştirecektir. Sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı ailelerden gelen öğrenciler, bu okullara yönlendirilecek ve eğitimden çok erken koparılarak düşük ücretli ve güvencesiz işlere mahkûm edilecektir. Mesleki ortaokullar, eğitimde sınıfsal ayrışmayı hızlandıracak, öğrencilerin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanma olanaklarını zayıflatacaktır.

Eğitim politikalarında, öğrencilerin ilgi ve yeteneklerine göre yönlendirilmesi önemli olmakla birlikte, bunun sadece mesleki eğitime indirgenmesi büyük bir hata olacaktır. Eğitimin amacı, öğrencilerin sadece iş gücü piyasasına hazırlanması değil, aynı zamanda onları eleştirel düşünen, yaratıcı ve donanımlı bireyler olarak yetiştirmektir. Mesleki ortaokullar yerine, daha kapsamlı bir eğitim modeli oluşturularak öğrencilerin çok yönlü gelişimleri desteklenmelidir.

Meslek liseleri bünyesinde mesleki ortaokulların açılması, öğrenci gelişimi açısından ciddi riskler taşımaktadır. Eğitimde nitelikli bir reform yapılması gerekiyorsa, bu reformun çocukları erken yaşta meslek seçimine zorlamak yerine, onların yeteneklerini ve potansiyellerini ortaya çıkaracak şekilde planlanmasıdır. Eğitim, iş gücü piyasasına hizmet etmekten öte, bireyin bütüncül gelişimine odaklanmalıdır.

TAŞIMALI EĞİTİMİN BAZI BÖLGELERDE KALDIRILMASI YENİ MAĞDURİYETLER YARATMIŞTIR

MEB, çeşitli nedenlerle okula erişimde sorun yaşayan ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileriyle özel eğitime ihtiyacı olan öğrencileri, belirlenen okullara günübirlik taşımaktadır. Türkiye’de 25 yıl önce, 1989-1990 eğitim öğretim yılında sadece iki ilde başlayan taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye’nin çağ atladığı, ekonomik olarak geliştiği iddialarına karşın günümüzde neredeyse bütün illerde uygulanır hale gelmiştir. 

Taşımalı eğitim uygulaması, Türkiye'nin kırsal bölgelerinde öğrencilerin eğitim hakkından mahrum kalmaması amacıyla uzun yıllardır sürdürülmektedir. Ancak son dönemde, bazı illerde bu uygulamanın sona erdirilmesi nedeniyle kırsal kesimde yaşayan ailelerin çocuklarının bu durumdan olumsuz etkilenmiştir.

Taşımalı eğitimin bazı bölgelerde kaldırılması, bu bölgelerde yaşayan öğrencilerin eğitim hakkı ve eğitime erişilebilirliği açısından ciddi sorunlar yaratma potansiyeline sahiptir. Özellikle kırsal bölgelerde yaşayan öğrenciler, eğitim kurumlarına ulaşım konusunda büyük zorluklar yaşayacaktır. Bu durum, öğrencilerin eğitim hayatlarına devam etmelerini engelleyecek, devamsızlık oranlarını artıracak ve başta kız çocukları olmak üzere erken okul terklerine yol açacaktır. Taşımalı eğitim, özellikle coğrafi olarak dezavantajlı bölgelerde, eğitim sisteminin işleyişini sürdürülebilir kılan bir uygulama olarak önemli bir yer tutmaktadır.

Taşımalı eğitimin kaldırılması, kırsal bölgelerde daha fazla okulun kapatılması sonucunu doğurmaktadır. Son 22 yılda Türkiye'de kapatılan köy okullarının sayısı 20 bin 243’tür. Bu süreçte köylerdeki öğrenci nüfusu da dramatik bir şekilde azalmış, köy okullarına kayıtlı öğrenci sayısı 2002'de 3 milyon 275 bin iken, 2024 itibarıyla 600 binin altına düşmüştür. Bu durum, köylerdeki eğitim alt yapısının zayıflaması ve taşımalı eğitim sisteminin yaygınlaşması ile ilişkilendirilmektedir. Ayrıca, köylerde okul bulunmaması, köylerin boşalmasına ve köylerde yaşayan genç nüfusun azalmasına neden olmaktadır.

Köy okulları halkın eğitimle olan bağlarını güçlendiren önemli merkezlerdir. Okulların kapanması, bu bölgelerdeki öğrencilerin en yakın okula ulaşmak için uzun mesafeler kat etmek zorunda kalmalarına neden olacaktır. Ayrıca, eğitimdeki bu tür olumsuzluklar, kırsal alanlardan kente göçü hızlandırarak, bölgesel eşitsizlikleri daha da derinleştirecektir. Ekonomik boyutta, taşımalı eğitimin kaldırılması, özellikle dar gelirli aileler için büyük bir mali yük oluşturacaktır. Aileler, çocuklarının eğitimlerine devam edebilmeleri için ulaşım masraflarını karşılamak zorunda kalacak, bu durum ailelerin bütçelerine ek bir yük getirecek ve çocukların eğitimine erişimini sınırlayacaktır.

Taşımalı eğitimin kaldırılması, devletin eğitim politikalarının toplumsal eşitlik ve adalet ilkelerine uygun olup olmadığı konusunda önemli bir sorgulamayı gerektirmektedir. Taşımalı eğitim, devletin çocukların eğitime erişim hakkını sağlama sorumluluğunun bir gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu uygulamanın kaldırılması, devletin bu sorumluluğundan vazgeçtiği anlamına gelecektir ve toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesine neden olacaktır. Eğitimde adalet ve eşitlik ilkelerinin korunması adına, taşımalı eğitimin kaldırılması kararının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Taşımalı eğitim uygulamasının kaldırılması, özellikle kırsal ve dezavantajlı bölgelerdeki öğrencilerin eğitimden kopmasına, devamsızlık oranlarının artmasına ve okullaşma oranlarının düşmesine neden olmaktadır. Bu durumun önüne geçmek için, bölgesel farklılıklar göz önünde bulundurularak, her bölgeye özgü çözümler üretilmesi gerekmektedir. Eğitim hakkı, her çocuğun temel hakkıdır ve bu hakkın korunması için taşımalı eğitim gibi uygulamaların devam ettirilmesi veya alternatif çözümler geliştirilmesi gerekmektedir. Eğitim Sen olarak, bu tür uygulamaların öğrencilerin eğitim hakkına zarar vermemesi için gerekli müdahalelerde bulunacak ve konunun takipçisi olmayı sürdüreceğimiz bilinmelidir.

 

EĞİTİM BÜTÇESİ VE OKULLARA AYRILAN ÖDENEKLER YETERSİZDİR

Türkiye’de eğitim kurumlarının büyük bölümünün mülkiyeti hala devlete ait olmasına rağmen, eğitim kurumlarında verilen hizmetlerin önemli bir bölümü geçtiğimiz yıllar içinde ticarileştirilmiştir. Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı sürekli artmıştır.

Ülkemizde okulların önemli bir bölümü ciddi anlamda ödenek sıkıntısı çekerken, bakanlığın okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmaması nedeniyle, okulların pek çok ihtiyacı öğrencilerden düzenli olarak toplanan aidatlar, bağışlar ve okulların ticari faaliyetlerinden karşılanmaktadır. Eğitime bütçeden yeterli pay ayrılmaması ve okullara gönderilen ödeneklerin zorunlu harcamalara bile yetmemesi, okulların altyapı sorunları ve fiziki donanım eksikliklerinin sürekli artmasına neden olmaktadır. Devlet okulları yıllardır adeta kaynak yaratmaya zorlanarak, öğretmenler ise öğrenci ve velileri ile ‘satıcı-müşteri’ ilişkisi gibi para ilişkisine girmek zorunda bırakılmaktadır.

MEB verilerine göre derslik başına düşen öğrenci sayısı gerçekte olduğundan düşük gösterilmesine rağmen, özellikle yoksul emekçi mahallelerinde Türkiye ortalamasının çok üzerinde kalabalık sınıf sorunu yaşanmaktadır. Okulların fiziki donanımı, en temel eğitim araç gereçlerinin olup olmaması, okulda öğrencilerden para toplanıp toplanmamasına göre değişiklik göstermektedir.  

Eğitim bütçesinin dışında oluşturulan fiili okul bütçelerinin tamamına yakını öğrencilerden çeşitli adlar altında toplanan aidatlar, okullarda yapılan kermesler, okul salonlarının şirketlere kiraya verilmesi, bazı okul salonlarının düğün, nişan ve benzeri ‘sosyal etkinlikler’ için kiralanması, okul bahçelerinin otopark yapılması vb. gibi etkinliklerden karşılanmaktadır.

İzmir’de Millî Eğitim Bakanlığı ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın iş birliğiyle, kentteki bazı okulların bahçeleri, spor salonları ve duvarları ticari faaliyetler için kiraya verilmek üzere ihaleye çıkarılmış ve 18 okulun çeşitli alanları beş yıllığına kiralanmak üzere ihale edilmiştir. Kiralama işlemleri, özellikle otopark olarak kullanılmak üzere okul bahçelerinin değerlendirilmesini içermektedir. Bu tür uygulamalar okulların kamusal alanlarını sermayeye açmak anlamına gelmekte, öğrencilerin güvenliği ve eğitim alanlarının korunması konularındaki endişeleri artırmaktadır. Bu tür uygulamalar okulların asli işlevi olan eğitim hizmetine zarar vermekte ve eğitimin ticarileşmesine yol açmaktadır. Özellikle bazı okulların bahçelerinin otopark olarak kiralanması, okul çevresinde güvenlik sorunları yaratırken, öğrencilerin eğitim sırasında bu durumdan olumsuz etkilenmesine neden olacaktır.

Eğitimde nitelikli bir hizmet sunabilmek için, okulların fiziksel altyapılarından öğretim materyallerine, teknolojik donanımdan öğretmenlerin gelişimine kadar pek çok alanda yeterli finansal desteğe ihtiyaç vardır. Bu desteğin sağlanmaması, eğitimin kamusal, bilimsel ve laik niteliğini zayıflatmakta, eğitimde ticarileştirme uygulamalarının önünü açmaktadır.

Eğitimde yaşanan eşitsizliklerin önüne geçmek ve her öğrencinin nitelikli bir eğitim alabilmesini sağlamak için devletin eğitime ayırdığı bütçeyi artırması gerekmektedir. Devletin, eğitimdeki eşitsizlikleri ortadan kaldırmak ve tüm öğrencilere eşit fırsatlar sunmak için okullara yeterli ödenek ayırması gerekmektedir. Bu, yalnızca daha adil bir toplum yaratmanın anahtarı değil, aynı zamanda geleceği güvence altına almanın da yoludur.

MEB ÖĞRENCİLERİN AÇIK LİSEYE YÖNELMESİNİ KOLAYLAŞTIRAN ADIMLAR ATIYOR

Son yıllarda öğrencilerin açık liseye geçmelerinin hızla artmasının arkasında birkaç önemli faktör bulunmaktadır. Bunların başında Millî Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) politikaları ve eğitim sistemindeki değişiklikler gelmektedir. Özellikle 4+4+4 eğitim sistemine geçiş sonrasında, öğrencilerin istemedikleri okul türlerine otomatik olarak kaydedilmeleri, açık liseye yönelimi artırmıştır. Bu durum, öğrencilerin istemedikleri halde meslek lisesi veya imam hatip liselerine kaydedilmeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Birçok öğrenci, bu okullarda eğitim görmek yerine açık öğretim liselerine geçiş yapmayı tercih etmiştir.

MEB, son yıllarda açık öğretim lisesine geçişi kolaylaştırıcı adımlar atmıştır. Bu adımlar, hem üniversite sınavlarına hazırlık sürecindeki öğrencilerin örgün eğitimi bırakıp açık liseye geçmelerini hem de okuldan ayrılmak zorunda kalan veya örgün eğitimi tercih etmeyen öğrencilerin sayısını artırmıştır. Açık liseye geçişin kolaylaştırılması, öğrencilere esneklik sunarken, aynı zamanda eğitim sistemindeki bazı yapısal sorunları da gözler önüne sermektedir. Özellikle mesleki eğitim merkezlerinde çalıştırılan çocukların örgün eğitimde sayılması gibi durumlar, eğitimdeki niceliksel hedeflerin yanıltıcı olmasına yol açmaktadır.

2024 verilerine göre, açık öğretim lisesinde okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 750 bine ulaşmıştır ve önümüzdeki eğitim öğretim yılında bu sayının daha da artması beklenmektedir. Açık lise, esnek bir eğitim modeli sunarken, aynı zamanda öğrencilerin örgün eğitimden kopmasına neden olmaktadır. Son yıllarda açık liseye yönelimin artması hem MEB’in politikaları hem de eğitim sistemindeki yönlendirme sorunları ile doğrudan ilişkilidir. Bu eğilim, eğitimde daha büyük ve uzun vadeli yapısal reformların gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Özellikle lise son sınıf öğrencileri üniversite sınavlarına da hazırlık gerekçesiyle örgün eğitimden ayrılıp açık liseye kaydolmaktadır. 12'inci sınıfta okuyan öğrenci sayısı 1 milyon 410 bin 594 iken, 18 yaş altı yani örgün eğitim yerine açık liseyi tercih edenlerin sayısı ise 232 bindir. Mesleki Eğitim Merkezlerinde çalıştırılan çocukların sayısı 1 milyon 346 bin 253’tür. Bu çocuklar fiilen okulda olmadığı halde örgün eğitimde sayılmaktadır. Açık öğretimde kayıtlı ve Suriyeli çocuklarla birlikte 3 milyonu aşkın çocuk fiilen örgün eğitimin dışındadır.

Açık öğretimde okuyan öğrenci sayısındaki artışın temel nedeni temel eğitimden ortaöğretime geçiş sistemi nedeniyle istemediği halde meslek lisesi ya da imam hatip lisesine otomatik kaydı yapılan öğrencilerin bu okullarda okumak yerine açık liseye kayıt yaptırmalarıdır. Özellikle son yıllarda MEB’in öğrencileri imam hatip liselerine yönlendirme girişimleri, açık lisede okuyan öğrenci sayısının artmasına neden olmuştur.

OKULLARDA YARDIMCI HİZMETLİ GÖREVLENDİRİLMEMESİ YENİ SORUNLAR YARATACAKTIR

 

2024/’25 eğitim öğretim yılı başı itibariyle okulların üçte ikisinde kadrolu yardımcı hizmetli bulunmamaktadır. MEB, tıpkı ücretli öğretmen istihdamında yaptığı gibi her eğitim öğretim yılı başında personel açığını İŞKUR üzerinden kapatmaya çalışmaktadır. Eğitim öğretim yılı başında okullarda geçici olarak istihdam edilmek üzere İŞKUR bünyesinde Toplum Yararına Program (TYP) güvenlik görevlisi, temizlikçi, bakım ve onarım işçisi gibi alanlarda çok sayıda geçici sürede istihdam edilmek üzere personel alımları yapılmaktadır.

İŞKUR tarafından okullarda geçici süreli istihdam edilmek üzere temizlik ve güvenlik personeli görevlendirilmesi, her yıl eğitim-öğretim döneminin başlamasıyla birlikte gündeme gelen bir konu olmuştur. Ancak 2024-2025 eğitim-öğretim yılı başlamadan MEB tarafından yayımlanan genelgede, bu yıl okullarda İŞKUR personelinin görevlendirilmesinde belirli sınırlamalar getirilmiştir. Bu kararın eğitimin niteliğini olumsuz etkilemesi kaçınılmaz olacaktır. Özellikle düşük gelirli bölgelerdeki okullar, İŞKUR personelinin yokluğunda temizlik ve güvenlik gibi kritik hizmetleri sağlamakta zorlanacak, okullarda hijyen ve güvenlik konusunda sorunlar yaşanacak, öğrencilerin sağlığını tehdit edebilecek sorunlar yaşanmasına neden olacaktır.

Okullarda ihtiyaç kadar yardımcı hizmetli görevlendirilmemesi sadece hizmet sunumu açısından değil, aynı zamanda eğitimin kamusal niteliğinin zayıflatılması açısından da önemlidir. Eğitim kamusal bir hizmet olarak görülmesi gerekirken MEB’in bu adımı eğitim sisteminin daha fazla özelleştirme ve piyasalaşma yönünde ilerlemesi anlamına gelmektedir. 2024-2025 eğitim-öğretim yılında İŞKUR personeli görevlendirilmemesi, eğitimin temel hizmetlerinin sağlanmasında önemli zorluklar yaratması kaçınılmaz görünmektedir.

EĞİTİM HAKKINA ERİŞİMİN ÖNÜNDEKİ BÜTÜN ENGELLER KALDIRILMALIDIR

 

Eğitim hakkı, her çocuğun temel bir anayasal hakkıdır ve bu hakkın ihlal edilmemesi için devletin acil adımlar atması gerekmektedir. Bunun için öncelikle tüm öğrencilerin eşit şartlarda ve ücretsiz olarak nitelikli eğitime erişim hakkının korunması için gerekli önlemler alınmalıdır. Eğitim materyallerinin fiyatlarının kontrol altına alınması, okul kayıt ücretlerinin kaldırılması ve eğitime erişimde yaşanan derin eşitsizliği ortadan kaldıracak politikalara öncelik verilmelidir. Eğitimde yaşanan eşitsizliklerin önüne geçmek için piyasacı eğitim anlayışı derhal terk edilmeli, eğitimin bütün kademelerinde kamusal eğitim anlayışı benimsenmelidir. Her çocuğun eşit ve nitelikli eğitim alabilmesi için;

Okul ve kırtasiye masrafları devlet tarafından karşılanmalıdır. Dar gelirli ailelerin eğitim masraflarını karşılayabilmesi için devlet desteği sağlanmalıdır. Özellikle ilköğretim seviyesinde her öğrenciye ücretsiz kırtasiye yardımı yapılmalıdır.

Bütün eğitim kademelerinde öğrencilere ücretsiz yemek hizmeti sunulmalıdır. Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, her adımın paralı hale geldiği bir eğitim sisteminde öğrencilerin, velilerin ve eğitim emekçilerinin taleplerini gerçekleştirmenin tek yolu, herkesin eğitim hakkından eşit koşullarda ve parasız olarak yararlanmasının sağlanmasıdır. Ancak bu temel koşulun sağlanması için eğitim harcamalarının tamamı devlet tarafından karşılanmalı, yetersiz beslenmenin giderek arttığı günümüz koşullarında eğitimin bütün kademelerinde öğrencilere en az bir öğün yemek ve temiz su verilmelidir.

Eğitim bütçesi acilen artırılmalıdır. Eğitim bütçesi başlangıç olarak en az iki kat artırılarak okullara daha fazla kaynak aktarılmalıdır. Her okulun ihtiyaçları için bütçeden yeterli ödenek ayrılmalı, velilerden çeşitli adlar altında bağış toplanması yasaklanmalıdır. Okul alanlarının ticari faaliyetler için kiralanması ve kullandırılması uygulamalarına son verilmelidir. Eğitime yeterli bütçe ve okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmak sadece bir eğitim politikası meselesi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur.

Eğitimde kamu hizmeti anlayışı güçlendirilmeli ve kamusal eğitim politikaları benimsenmelidir. Eğitimin ticari bir faaliyet değil, toplumsal bir hak olduğu anlayışı benimsenmelidir. Devlet, öğrencilerin eğitim masraflarını üstlenerek toplumun farklı kesimlerinden çocukların eğitim hakkından mümkün olduğunca eşit koşullarda yararlanmasını sağlayacak adımlar atmalıdır. Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir.

Eğitim hakkının önündeki bütün fiziki ve yasal engeller kaldırılmalıdır. Çağdaş ve nitelikçe yeterli bir eğitim hakkından bahsedebilmemiz için eğitim; herkesi kapsamalı, yeterli sürede verilmeli, yaşam boyu ulaşılabilmeli, kamusal bir anlayışla parasız olmalı, içeriğinin çağdaş, bilimsel ve laik olmalı, resmi dil yanında diğer ana dillerde de yapılabilmelidir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

Okullarda verilen eğitimin içerik bakımından dini değil, bilimsel esaslara dayalı olması, eğitimin gerçek anlamda laik ve demokratik bir yapıda örgütlenmesi için tüm emek ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.

Editör: Haber Merkezi