Dünyada son çeyrek yüzyılda teknolojide önemli gelişmeler yaşandı. DNA çözümlemesinden yapay zekaya kadar takip etmekte zorlandığımız buluşlar söz konusu. Elbette ilerlemenin-aydınlanmanın-bilinçlenmenin sınırı yok. Ancak Burjuva Devrimleri dönemi kapandığından sonra (teknolojik alanda ilerlemenin aksi yönde) sermaye sınıfı gericileşti. Bu gericileşme insan ve doğa talanına yol açtı. Hatırlayalım: 1. ve 2. Dünya savaşında on milyonlarca insanın katline neden olan bu sınıftı, söz hakkı olmayan işçiler emekçiler değildi. İnsanları kendi erklerinin ve saltanatlarının sürmesi için birbirlerine kırdıran sermaye sınıfı ve onların devletleri katliamlarla, işgallerle, ilhaklarla, darbelerle ayakta kaldı. Din ve milliyetçilik de bu sınıfın elinde hep önemli bir malzeme-argüman oldu.

Temsili demokrasi oyununda ara sıra “yönetenlerin yüzleri” değişse de arka planda ipler aynı sermaye sınıfının elinde kaldı.

Bugün yaşadığımız coğrafyada da yaşanan felaketlerin sorumlusu onlardır. Yoksulluk hatta açlık sınırında yaşayan, 4-5 yılda bir yapılan seçimlerde, “demokrasi oyunu”nda sahneye sadece bir gün çıkabilen, karar verme yetkisi olmayan işçiler- emekçiler değildir.

“Siyasi iktidar başka, devlet başkadır… İktidar kötüdür ama devletimiz iyidir v.b.…” gibi söylemlerin yaygınlaşması da ülkemizde ipleri elinde tutan sermaye sınıfının devasa propaganda araçlarının halklara pompaladığı bilgi kirliliğinin sonucudur. Bu bilgi kirliliği kendine “solcuyum, demokratım” diyen bazı kesimleri de etkilemektedir.

Oysa siyasi iktidar, yasama- yürütme- yargı, MGK, ordu, polis, hapishane idarecileri, v.d. devletten bağımsız değildir. Yani siyasi iktidar da devlettir. Hapishane idarecileri de hatta sokakta yolumuzu çeviren bekçi de devlettir. Üç ayrı siyasi iktidar döneminden örnek verirsek: 12 Eylül, 19 Aralık ve Roboski katliamlarını yapan (siyasi iktidarlar farklı da olsa) aynı devlettir.[i]

Demem o ki bu eli kanlı sermaye devletini savunmak en hafif değimle ahlaksızlıktır, değiştirmek dönüştürmek, demokratik bir devlet kurmak için mücadele etmek ise meşrudur.


Bugün dünyanın birçok bölgesinde süren savaşlar / işgaller de kapitalist dünya sermayesinin “hareketliliğinden” bağımsız değildir. Bu “hareketlilik” her zaman borsalarda kâğıtların el değiştirmesiyle olmuyor. Son yıllarda gördüğümüz gibi paylaşım, yeniden paylaşım amaçlı çıkarılan savaşlarla – katliamlarla devam ediyor.

Bölgede ezilen, sömürülen ve / veya toprakları ilhak / işgal edilen halklar da baskılara rağmen baş kaldırıyor.

Çok bilinmeyenli bu denklemde “dış güçler -beka- vatanseverlik – milliyetçilik” söylemleri de emperyal devletlerin, sömürgecilerin “soykırıma” varan katliamlarında halkları ikna etmek için gerekçe / argüman oluyor. Emperyalist devletlerin hepsi “kanlı iyilik” taşıyan “beyaz adam” olup “ötekiler” ise siyah, hain, bölücü, terörist, din düşmanı, vatan haini sayılıyor. Hatta kimi zaman Türkiye gibi “alt emperyalist” bir ülkenin milli – yerli “demokratları” da farkında olarak veya olmayarak bu dili kullanmaya başlıyor. “Türkiye’yi emperyalist ülkeler kullanıyor, bölmeye çalışıyor, kıskanıyor.” denilerek Türkiye’nin de bu emperyalist kamp içinde suç ortağı olduğu, sermaye yanı sıra silah ve savaş ihraç ettiği, (örneğin Türkiye’nin silah ihracında da ilk yüz arasında olduğu) unutuluyor, yok sayılıyor. [ii]

Kaz dağlarında siyanürle altın arama girişimleri olan, haklı olarak tepki gösterilen Kanadalı şirket emperyalist tekel sayılırken, Burqino Faso’da siyanürle altın arayan, toprağı zehirleyen şirketin, Türk şirketi olduğu görülmüyor, konuşulmuyor, yazılmıyor. [iii]

Demem o ki sadece “dış güçler” metaforuyla oyalanırsak, kendi ülkemizdeki “yerli – milli – ve tabi ki işbirlikçi” savaş baronlarını aklamış oluruz. Yani Türkiye’nin de içinde yer aldığı evrensel / küresel bir kötülük yuvası olan kapitalist kampa karşı evrensel mücadeleyi örmek gerekiyor. İşte o zaman anti – emperyalist ya da “çevreci – barışçı” söylemimizin samimiyeti ortaya çıkar.[iv]

Ayrıca unutulmamalıdır ki anti- kapitalist olunmadan anti- emperyalist olunmaz.

Velhasıl daha bir süre bizim çizmediğimiz bu karanlık tabloya kan sıçramaya devam edecektir.

Umut mu? Elbette umudumuzu korumalıyız. Ütopyalarımızı zenginleştirmeliyiz.


Sınıfsız-sınırsız- savaşsız- sömürüsüz bir dünyanın mümkün olduğuna inanmalıyız.

Anadillerimizde söyleyebileceğimiz heyamolalar eşliğinde, ortak üretip ortak – eşit üleşebileceğimiz bir dünya düşlemeye ve bunun için mücadeleye etmeye devam etmeliyiz.

29.12. 2024


[i] 1960, 1971, 1980 darbelerini yapan “devlet” ile son yıllarda ülkeyi devasa bir hapishaneye çeviren “devlet”in uygulamaları -mücadele ve ağır bedeller sonucu kazanılan kısmi demokratik haklar olsa da- aynıydı. Çünkü: Yedikule zindanlarının inşasından bu yana (ve daha önce) İstanbul ve Anadolu topraklarında saltanat süren tüm devletlerin-hükümetlerin “adalet”i, mülksüzlerin değil, büyük mülk sahiplerinin hizmetinde olmuştu.

Kaynak: Adil Okay. https://gorulmustur.org/icerik/solun-hapishane-tarihi

[ii] Mustafa Durmuş’un araştırmasına göre “İlk 100’de yer alan Türk şirketinin satışları toplamda yüzde 18’lik bir artışla 19,6 milyar dolara ulaştı. (…) Türk Havacılık ve Uzay Sanayii yüzde 45’lik gelir artışıyla Türk şirketleri içinde en büyük artışı gerçekleştirdi.”

Kaynak: Mustafa Durmuş, Silah satışları: Suriye’nin işgalinin asıl kazananı kim ya da kimler.

https://yeniyasamgazetesi7.com

[iii] MSN GOLD adlı bir Türk maden şirketi de Burkina Faso adlı Afrika ülkesinde siyanürle altın aramakta ve o coğrafyayı kanatmaktadır.

[iv] Sarı sendika olur da “sarı çevreci STK” olmaz mı? Olur elbette. Örneğin İstanbul’da ana teması “Çevrecilik” olan, “7. Kıta” sloganıyla açılan 16. İstanbul Bienali’nin sponsorları arasında çevreyi en fazla kirleten şirketler olduğu ortaya çıktı. Bunu öğrenen bazı sanatçılar da Bienali protesto ettiler. Pelin Cengiz de “‘Kirletme hakkı’ için lobilere Avrupa’da milyonlar harcayıp, ABD’de vergi kaçırdılar…” başlıklı makalesinde aynı soruna değinmiş:  BP, Shell, Chevron, ExxonMobil ve Total (ve yerli – milli ortakları b.n) ile bu şirketlerin sanayi grupları lobi faaliyetleri için 2010-2018 yılları arasında 123 milyon euro harcadığını söylemiş.