42. yılına giren YÖK ile ilgili olarak Eğitim Sen, "Bugün üniversitelerimiz 12 Eylül cuntacılarının dahi tahayyül edemediği bir piyasacı, otoriter ve muhafazakâr bir akılla yönetilmektedir." dedi.

Eğitim Sen (Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası), "YÖK, cuntacılar tarafından kuruldu ve o günden bugüne siyasi iktidarlar üniversiteleri yönetmek için vazgeçilmez bir aparat olarak gördü" diyerek yayınladığı açıklama şöyle: 

YÖK’ün kaldırılması, seçim dönemlerindeki demokratikleşme vaatleri arasında yerini almış olsa da tek adam rejimiyle birlikte bambaşka bir boyut kazanmıştır. Rektörlerin doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanması ve görevden alınmasıyla sonrasında YÖK’ün temsil ettiği yönetim aklı, artık tüm üniversitelere yayılmış ve en basit ifadeyle her üniversitenin başına bir YÖK atanmıştır.

Bugün üniversitelerimiz 12 Eylül cuntacılarının dahi tahayyül edemediği bir piyasacı, otoriter ve muhafazakâr bir akılla yönetilmektedir. Ekonomik ve siyasi hesaplarla yürütülen “her ile bir üniversite” projesinin de etkisiyle son 20 yıl içinde devlet üniversitesi sayısı 53’ten 129’a toplam üniversite sayısı ise 76’dan 208’ye çıkmıştır. 2002-2003 eğitim ve öğretim yılında toplam öğretim elemanı sayısı 76 bin 90 iken 2022-2023 eğitim ve öğretim yılında bu sayı 184 bin 566’ya ulaşmıştır. Aynı dönemde öğrenci sayısı 1,9 milyondan 7 milyona ulaşmıştır. Ancak üniversite sayısı ve öğrenci sayısındaki hızlı artışa rağmen, yükseköğretim bütçesinin söz konusu artışı karşılayabilmesi mümkün olmamış, üniversiteler kendi gelirlerini yaratmaya zorlanmıştır.

Artık AKP iktidarının üniversitelere dair söyleyebildiği tek şey rakamlardır. Bugün de artan üniversite sayıları, öğrenci sayıları ve yayın sayılarıyla üniversitelerin durumunu parlatılmaya çalışılacaktır! Ancak nicel büyüme nitelik artışını beraberinde getirmemiştir. Aksine, üniversiteler ağır bir yıkıma maruz kalmış, ciddi bir nitelik kaybı yaşamıştır! Çünkü demokratik bir siyasal iklim olmadan akademik özgürlüklerin, düşünce ve ifade özgürlüğünün var olabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla da üniversitelerin gücü demokrasinin ve evrensel hukuk ilkelerinin yaşamdaki gücüyle doğru orantılı olduğu gerçeği karşımızda durmaktadır!

Bugün, Türkiye üniversitelerinde özgürce bilimsel bilgi üretmek, hakikati aramak, sanat ve felsefe üretmek yasaktır! Bugün Türkiye üniversitelerinde serbest olan tek şey, siyasi iktidarca makbul görüleni üretmektir! Bugün Türkiye’de üniversiteden, akademiden, eleştirel ve özgür düşünceden bahsetmek imkânsız hale gelmiştir!

Eğitim Sen olarak belirtmek isteriz ki bugün sadece YÖK’ün kaldırılması yetersiz olacaktır! Bu düzenin köklerinden sökülüp atılması ve bugüne kadar uygulanan politikaların terk edilmesi artık bir zorunluluktur!

Bu durumun daha iyi anlaşılabilmesi için 14-15 Ekim 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz Üniversite Temsilciler Kurulumuzun sonuç raporunu tekrar paylaşıyor, üniversitelerdeki vahametin boyutlarının görülmesini istiyoruz! Üniversite Temsilciler Kurulumuzun yaptığı tespitlere göre;

  • Üniversiteyi üniversite yapan ilke ve değerler, tümüyle ortadan kalkmıştır. OHAL KHK’leri ile başlatılan akademik tasfiye devam etmekte, hukuksuz disiplin soruşturmaları, cezalandırma, işten atma pratikleri sürmektedir. Akademik ve bilimsel üretim yapılamaz hale getirilerek üniversitelerin içi boşaltılmıştır.
  • Üniversite rektörlerinin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması, rektörlerin üniversite bileşenlerine, akademik özgürlüğe, etik ilkelere ve topluma karşı değil, sadece siyasi iktidara karşı sorumluluk taşımasına neden olmuştur.
  • Ehliyet ve liyakatin, hukuk ilkelerinin yerini üniversite yönetimlerinin keyfi ve hukuksuz uygulamaları almıştır. Üniversitelerde akraba kadrolaşması had safhaya çıkmış, kişiye özel kadro ilanları rutine dönüşmüş, alanın bilgisine sahip olmayanlar yönetim kademelerine getirilmiştir.
  •  Üniversite yönetimleri tarafından makbul görülen akademisyenler, uzmanlık alanları dışındaki bölümlerde görevlendirilmekte ve niteliksizleşme derinleştirilmektedir.
  • Üniversitelerde yolsuzluk, taciz, mobbing ve hukuksuz uygulamalar had safhaya çıkmıştır. Rektörlere dair YÖK’e yapılan şikâyetler sonuçsuz bırakılmaktadır. Bunun sonucu olarak üniversitelerdeki keyfi ve hukuksuz uygulamaların failleri cesaretlendirilmektedir.
  • Bu nedenlerle üniversitelerin demokratikleştirilmesi önündeki en temel engellerden birisi olan Yükseköğretim Kurulu kapatılmalı ve üniversiteler arasında koordinasyonu sağlayacak, demokratik, katılımcı ve çoğulcu modeller hayata geçirilmelidir.
  • Üniversitelerin yönetim mekanizmalarının hızlıca demokratik ve katılımcı yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Üniversiteler, Cumhurbaşkanı tarafından atanan rektörler tarafından değil, üniversite bileşenlerinin ortak iradesiyle seçilen kurullar eliyle yönetilmelidir.
  • Haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilen herkes görevine iade edilmeli, gerekli telafi mekanizmaları işletilmelidir.
  • Eğitimdeki uygulamalara benzer olarak yükseköğretim alanında da dinselleştirme pratikleri hız kazanmıştır. Siyasi iktidar, YÖK, dini tarikat ve cemaatler işbirliği içerisinde laik ve bilimsel eğitimden daha da uzaklaşılmaktadır. Temel hak ve özgürlükleri ihlal eden, eğitim hakkını kısıtlayan söz konusu uygulamalara son verilmeli, laik ve bilimsel eğitim esas alınmalıdır.
  • Ehliyet ve liyakat esas alınmalı, mülakat uygulamasına son verilmelidir. Kişiye özel kadro ilanı açılmasına son verilmeli, kadro ilanları titizlikle takip edilmelidir.
  • Vakıf üniversitelerindeki hak ihlalleri artmıştır. Güvencesiz istihdam edilen öğretim elemanları sözleşme yenilememe baskısı altında sessizliğe zorlanmaktadır. Hâlbuki vakıf üniversitesindeki eğitim ve bilim emekçileri, devlet üniversitesindeki eğitim ve bilim emekçileri ile aynı akademik sorumlulukları taşımaktadır. Vakıf üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçilerinin mali, özlük ve demokratik hakları hala devlet üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçileriyle aynı düzeye getirilmemiştir.
  • Üniversiteler Arası Kurul’un doçentlik kriterlerini yapboz tahtasına çevirmesi ve kriterlerde akıl, bilim ve hukukla bağdaşmayan değişikliklere gitmesi ağır hak ihlallerine yol açmaktadır. Özellikle sürekli değiştirilen kriterler geçmişe etki yasağı ve makul geçiş süreci öngörülmesi ilkelerine aykırılıklar barındırmaktadır. Niteli değil niceli ilke edinen söz konusu kriterler nedeniyle paralı kongreler, atıf çeteleri, para karşılığı yazılan yayınlar sorunu derinleşmiştir.
  • Yeniden atamaya tabi olan Dr. öğretim üyesi yeniden atama kriterleri nesnellikten uzak ve farklı alanların özgünlüklerini gözetmeyen niteliktedir. Ayrıca yeniden atama kriterleri YÖK ve üniversite yönetimlerinin savunduğunun aksine akademik yeterlilik ve nitelikli bilgi üretimini değil, performansı ve sözleşme yenilememe baskısını pekiştirmektedir. Öğretim elemanlarının yeniden atanma süreçlerinde atama ve yükseltme kriteri aranmasına son verilmeli, unvanlarının karşılığı kadrolara ek koşul aranmaksızın güvenceli biçimde atamalarının yapılması sağlanmalıdır. Kadro sorunları bekletilmeden çözülmelidir. Kadrolar sürekli olmalı, yükseköğretim emekçilerine gelecek kaygısı yaşatılmamalıdır.
  • 2018 yılına kadar olan mevcut düzenleme ile Araştırma Görevlileri (ÖYP, 50/d ve 33/a) kadro derecesi 4 ile sınırlandırılmıştı. Kamu personeli atama ve yükseltme kriterleri içerisinde yer alan hizmet yılı ve eğitim derecesi (Yüksek Lisans ve doktora gibi) gibi kriterlerin göz ardı edilmesi büyük bir hak kaybına yol açmıştır. Bununla birlikte aynı maddenin (33. madde) farklı sıralarında yer alan (b ve c) uzman ve öğretim görevlileri ile 33a maddesinden çalıştırılan araştırma görevlilerinin görev tanım, yetki ve sorumlulukları aynı iken farklı şekilde derecelendirilmeleri de Anayasa ile güvence altına alınan eşitlik ilkesine de aykırılık teşkil etmektedir.  Bu durum Üniversite Rektörleri tarafından adeta bir cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır. Araştırma görevlileri için atanabilecekleri bir kadro açılmayarak akademik yükselmeleri önlenmekte, uzun yıllar çalışmalarına rağmen derecelerinin yükseltilmesi yapılmayarak da maddi kayıplara uğramalarına (düşük ücret, emeklilikte aylığının azalması), derece ile bağlantılı olan özlük haklarından (yeşil pasaport, lojmandan vb) yararlanmalarının önüne geçilmektedir. Bu nedenle aynı unvanla boş bir kadro bulunmadığı için derece yükselmesi yapamayan öğretim elemanlarının kazanılmış hak aylıkları, öğrenim durumları itibariyle yükselebilecekleri dereceyi aşmamak şartıyla işgal etmekte oldukları kadroların üst derecelerine yükseltilmesi sağlanmalıdır.
  • 50/d, 33/a, 35 gibi maddelerle istihdam edilen araştırma görevlileri arasında görev ve haklar açısından yapılan her türlü ayrımcılık engellenmeli, araştırma görevlilerinin 50/d ile istihdamına son verilmeli, güvenceli istihdam temel alınmalıdır. 
  • Doktorasını tamamlamış araştırma görevlileri ek koşul aranmaksızın görevlerinde yükselmeli ve unvanlarının hak ettiği kadrolara güvenceli biçimde atanmalıdır.
  • Üniversitelerdeki idari ve teknik personel görmezden gelinmekte, ağır biçimde ayrımcı uygulamalara maruz kalmaktadır. Bu nedenle;

1. ektörlerin aşırı yetkilerinden birisini düzenleyen 2547 sayılı kanunun 13-b/4 maddesi iptal edilmeli, bu madde ile rektörlerin akademik ve idari/teknik personeli keyfi biçimde sürgün edebilmesi, görev yerini değiştirebilmesi engellenmelidir. Rızası dâhilinde görev yeri değiştirilen idari ve teknik personel, görevlendirildiği birimdeki ek ödemelerden faydalanmalıdır.

2.Üniversite yöneticilerinin yolsuzluklarına direnen mali ve idari birimlerdeki personelin maruz kaldığı baskı ve yıldırma politikalarına son verilmelidir.

3. Eğitim ve bilimsel üretim, üniversitenin tüm çalışanlarının kolektif emeğinin ürünüdür. Bu sebeple tüm üniversite idari ve teknik personeline ''yükseköğretim tazminatı'' adı altında maaş iyileştirmesi yapılmalıdır.

4. “Geliştirme ödeneği”nin akademik personel de dâhil olmak üzere adil bir şekilde idari personele de dağıtılması gerekmektedir.

Eğitim Sen:  "Her Çocuğun Şiddetten ve Sömürüden Uzak Bir Yaşam Hakkı Vardır!" Eğitim Sen:  "Her Çocuğun Şiddetten ve Sömürüden Uzak Bir Yaşam Hakkı Vardır!"

5.Ayrıca idari ve teknik personelin önemli bir sorunu da kurumlar arası nakil sorunudur. Söz konusu nakiller, üniversite yönetimlerinin keyfiliğinden kurtarılmalı, üniversitelerin kurumsal özerkliğine zarar vermeyecek şekilde nakiller için bir standart geliştirilmelidir. Yükseköğretim kurumları arasında, kurumlara o yıl için verilen kontenjanları etkilememek kaydıyla, merkezi bir koordinasyonla ortak havuz oluşturulmalı ve boş kadrolar şeffaf biçimde paylaşılmalıdır. Başvuru süreçleri herkesin ulaşabileceği şekilde kamuoyuna duyurulmalı, merkezi bir tayin sistemi geliştirilmedir.

6. Merkezi biçimde yürütülen görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavı uygulamasına geçilmeli ve idari kadroların tümünde yükselme imkânı sağlanmalıdır. 

7. Sendikamız Eğitim-Sen yükseköğretim kurumlarını ticarileştiren her türlü uygulamaya karşı olmakla birlikte, hali hazırda Döner Sermaye İşletmesi olan kurumların personelinin döner sermaye haklarından faydalandırılmaması emekçiler açısından ciddi sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle çalışanlar bu haklardan maaş ve ek ödemelerinde herhangi bir kesintiye yol açmadan faydalanabilmelidir.

Türkiye genelinde sayıları 150’yi dahi bulmayan canlı modellerin işlerini layıkıyla yapabilmeleri için gerekli insani koşullara ulaştırılması, bunun için de yaptıkları işin niteliği itibariyle özlük ve sosyal haklarını kesintisiz biçimde kullanabilecekleri şekilde güvenceli istihdam edilmeleri gerekmektedir.

  • Sanatçı öğretim elemanları kalıcı kadrolara atanmalı ve özlük hakları geliştirilmelidir.
  • Üniversite bütçeleri yetersizdir! Bugün birçok üniversitede servis ve yemek hizmetleri durma noktasına gelmiştir. Neredeyse tüm üniversitelerde yemekhane ücretlerine sürekli zam yapılmakta, beslenme hakkı yok sayılmaktadır. Eğitimin tüm kademelerinde bütçe payı arttırılmalı, üniversitelerde ulaşım, yemek ve barınma hizmetleri ücretsiz olarak sunulmalıdır.
  •  Lojman, servis hizmetleri, yemekhane ve sosyal tesislerin kullanımında ayrımcılığa son verilmeli, hangi kadro ve unvanda olursa olsun tüm üniversite personelinin bu hizmetlerden eşitçe yararlanması sağlanmalıdır.
  • Akademik özgürlüklerin, ifade özgürlüğünün, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
  • Üniversiteler kurumsal özerkliği zedelenmeden mali yönden kamu denetimine açık olmalıdır.
  • Üniversitelerde kadınların ve LGBTİ+ personel ve öğrencilerin karşılaştığı sorunlar ve ayrımcı politikalara, cinsiyete dayalı her türlü güç ilişkisine, mobbinge ve cinsel tacize karşı toplumsal cinsiyet tutum belgeleri oluşturulmalıdır.
  • Üniversitelerde mobbing (iş yerinde psikolojik yıldırma), başta iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kişilere aşırı yetkiler tanınması ve mevcut hiyerarşik yapıdan kaynaklı olarak, ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bunun önüne geçecek politikalar ve mekanizmalar üretilmeli, kurullar oluşturulmalıdır.
Editör: Haber Merkezi