Kadın erkek eşitsizliğini pekiştiren her söz, her eylem ya da eylemsizlik şiddetin sebebidir |
25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde kadınlar olarak, her yıl olduğu gibi ülkenin her yerinde bir dizi etkinlikler düzenliyoruz. Söze, 25 Kasım 1960 yılında, Dominik Cumhuriyeti’nde diktatör Trujillo'nun emriyle vahşice öldürülen üç siyasi kadın aktivist olan Mirabel kardeşleri anarak başlıyoruz. Erkeklerin kadınlara hükmetme isteği ve zorbalığı yüzünden ülkemizde katledilen yüz binlerce kadından adı aklımıza kazınan Güldünyalar, Özgecanlar, Gülistanlar’dan bahsediyoruz. En temel insan hakkından; yaşam hakkından söz ederken kaç kadının öldürüldüğünü saymak zorunda bırakılıyoruz. Bu yıl da, “Kim bilir kaçıncı kez bu ülkede kadınlar sadece kadın oldukları ve boyun eğmedikleri için şiddete maruz kalıyor, günde en az 3’ü katlediliyor, farkında mısınız?” diyeceğiz. Kürsülerden yapılacak hamasi konuşmalara bir kez daha maruz kalacağız, kadınları sahiplenilmesi gereken varlıklar olarak gören zihniyetin kibirli sözleri yine kulaklarımızı tırmalayacak ama biz yılmadan, yorulmadan, eşit olduğumuzu söylemeye ve bunun için mücadeleye devam edeceğiz. Sadece ortaya çıkarılabilen kadarını bildiğimiz halde, her geçen yıl giderek artan çocuk cinsel istismarını önlemek için hiçbir şey yapılmaması karşısında kulaklarımız uğulduyor, gözlerimiz doluyor, sözcükler boğazımıza diziliyor. Çocukları “evlilik” adı altında veya devletin eğitimi ihale ettiği paralel kuruluşların sözüm ona koruması altındayken istismar edenlerle; cinsel istismarcıları affedenlerle ve çocukları cinsel obje olarak görüp karma eğitime karşı çıkanlarla aynı göğün altında yaşıyor olmaktan dolayı tarifsiz bir acı duymamız bizleri mücadeleden alıkoymuyor, tam aksine öfkemizi büyütüyor. “Neden kadına ve çocuklara şiddet yıldan yıla artıyor?” diye soracağız. Yanıtı yine bizler vereceğiz. Sesimizin sözümüzün ulaştığı her yerde, cinsiyet eşitsizliğinin şiddetle hatta ölümle sonuçlandığını anlatacak; asıl sebep, eşitsizliği pekiştiren her söz ya da sessizlik, her eylem ya da eylemsizliktir diyeceğiz. Yargı felç, adalet rafta, cezasızlık normalleşti, şiddetle mücadele yasaları devre dışı bırakıldı Kadınlara karşı şiddetin temel sebebini cinsiyet eşitsizliği olarak tanımlayan İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz çıkışla, Sözleşme’nin şiddetle mücadelede devlete yüklediği önleyici sorumluluklar da terkedildi. Topluma anlatılanın aksine Sözleşme’den çıkılmasının asıl nedeni bu tanım ve yükümlülüklerdi. Hukuksuz çıkış kararı potansiyel failleri cesaretlendirirken, kadınların şiddete karşı direnme gücünü zayıflattı. Danıştay’da süren İstanbul Sözleşmesi davasının duruşmaları için 28 Kasım’da yine Danıştay’da olacağız. İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaya, “Sözleşme’den çıkış hukuksuzdur” demeye devam edeceğiz. Sözleşme’nin her bir maddesi Anayasa’nın 90. maddesi ve 6251 Sayılı Yasa gereğince yasa hükmündedir ve hala yürürlüktedir. Mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Bir gecede Anayasa’nın onlarca maddesi ihlal edilerek Sözleşme’den çıkılmasına karşı yürüttüğümüz mücadele, salt şiddetsiz hayat hakkımız ve kadın erkek eşitliğini savunmak değil, aynı zamanda Anayasa’ya ve ülkenin hukuk güvenliğine de sahip çıkma mücadelesidir. Bugün karşı karşıya kaldığımız, Anayasal düzeni askıya alma ve istisnasız her vatandaşın hukuk güvenliğini tehlikeye atma girişimine sessiz kalmayacağız. Anayasal düzene, hukuk devletine, demokrasiye ve laikliğe sahip çıkmaya devam edeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nin ulusal mevzuatta tamamlayıcısı olarak hazırlanan 6284 sayılı Şiddetle Mücadele Yasası, çarpıtılmış iddialarla aşındırıldığı için uygulamada çoğu zaman devre dışı bırakılıyor. Amacı, kadınları ve çocukları şiddetten korumak olan bu Yasa da aile düşmanı ilan edildi. Ailenin asıl düşmanının şiddet olduğu gerçeğinin üzeri kapatılıyor, kadınlar şiddete boyun eğsin, şikayet etmesin isteniyor. Kadınlara karşı işlenen suçların yargılanmasında cinsiyetçi şekilde uygulanan iyi hal, haksız tahrik gibi ceza indirimlerinin, şiddetin artarak devam etmesindeki etkisini yüzlerce örnekle yıllardır anlatıyoruz. Cezasızlık politikalarının özellikle son 3 yılda getirildiği durum ise failleri değil, mağdurları cezalandırmaya dönüştü. Şiddet failleri yakalansa da mahkemelerde verilen ceza Meclis’te infaz düzenlemesi adı altında affediliyor. Kadın katilleri ve tecavüzcüler salıveriliyor, cezasızlık bu suçları körüklüyor. Covid önlemleri bitti ama, Nisan 2020’den bu yana Covid izni adı altında uygulanan af halen bitmedi. 31 Temmuz 2023’te yürürlüğe giren yeni İnfaz Yasası ile toplum vicdanında çok derin yaralar açan suçlar da dahil; cinayet, tecavüz, dolandırıcılık, uyuşturucu ticareti, insan ticareti gibi suçlar suç olmaktan çıkarıldı. Bu düzenlemeden sonra hukuk literatürüne ve Google arama motoruna “yatarı ne kadar” deyimi eklendi. Örneğin, 9 yıl ceza alan bir suçlu kapalı ceza evinde sadece 1 ay kalıyor. Ancak, “siyasi suçlular”; barınma hakkını arayan öğrenciler, haber yapan gazeteciler, seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları, siyasetçiler ve Anayasal hakkını kullanarak sokak protestosu yapan kadınlar da dahil hiç kimse bu infaz sisteminden yararlandırılmıyor. Yargının felç edilmesi, adaletsizlik ve hukuksuzluk her alanda, toplamda tüm vatandaşları, özellikle de kadınları hakkını aramak ve yasalardan yararlanmaktan alıkoyuyor. Suç iklimini besliyor. Kadın haklarının bir bütün olarak aşındırılması eşitsizliği ve şiddeti besliyor “Kadın hakları tamamen kaldırılsın” diyeninden “Kadınlar evin dışında çalışmasın” diyenine; “Nafaka hakkı kaldırılsın” diyeninden “Kadınların şahitliği geçerli olmasın” diyenine varlığımızı tümden yok sayan cümleler havada uçuşuyor. İktidar, organize eşitlik karşıtlarının, erkek “boş ol” deyince kadına ve çocuklarına hiçbir şey vermeden hemen boşanabilsin; erkek 4 kadınla evlenebilsin; kadının miras hakkı, çocuklarının velayetini alma hakkı olmasın; kadınların evlilik boyunca edinilen hiçbir şeyde hakkı olmasın gibi taleplerini esas kabul ederek yasaları değiştirmeye çalışıyor. Medeni Kanun’daki miras, boşanma, nafaka gibi haklarımızı ve Kanun’un eşitlikçi maddelerini yok etmek isteyenlerle işbirliği yapıyor. İktidar, sanki kadınlar ne giyineceğine, başını örtüp örtmeyeceğine, örtecekse nasıl örteceğine karar veremezmiş gibi, tıpkı İran’da ya da Afganistan’da olduğu gibi, kadınların kıyafetine de devletin karar vermesini istiyor. Hatta bunu Anayasa yoluyla yapmaya çalışıyor. Kıyafetlerimizi kanunla belirlemek, evdeki erkek yetmezmiş gibi ne giydiğimize devleti de bekçi yapma hevesinden başka bir şey değildir. Organize eşitlik karşıtları, doğduğumuzda babamıza, evlendiğimizde kocamıza, yaşlandığımızda oğlumuza itaat eden birer varlıktan ibaret olmamızı istiyorlar. İktidarla el ele, hiçbir hak iddia etmeden, şikayet etmeden, erkeklerin çıkardığı savaşlar için asker, neoliberal düzeninin dönmesi için ucuz işçi doğurmamızı, tek başımıza bakıp büyütmemizi türlü şekillerde dayatıyorlar. Aynı çevrelerin kadın haklarını savunan kadınları, LGBTİ+’ları, sanatçıları ve sporcu kadınları, muhalif kadın siyasetçileri aile düşmanı ilan etmesi, organize nefret söylemlerine maruz bırakması da şiddet kültürünü ve eşitsizlik fikrini körüklüyor. Savaşsız, şiddetsiz ve kaynakların eşit paylaşıldığı bir dünya mümkün; ancak herkesin çabasıyla! Her yeni güne daha yoksul başlıyoruz. Güvencesiz çalışmaya zorlanıyoruz ya da iş bulamıyoruz. İşyerlerimizde haklarımızı korumak için sendikalara üye olursak terörist ilan ediliyor, asılsız suçlamalarla işten çıkarılıyoruz. Pandemi, deprem gibi afetlerden sonra bile hakkımız olan kaynaklardan pay ayrılmıyor. Kadınların hayatıyla ilgili bakanlıklara kuş kadar bütçe ayrılırken, kadınlara “Erkeğinize hizmet edin, itaat edin” diyen kuruluşa milyarlarca lira kaynak ayrılıyor. Dünyada yükselen savaş, ayrımcılık, ırkçılık iklimi ve ekolojik kriz bütün ülkeleri etkiliyor. Yanı başımızdaki ülkelerde süren savaşlar bütün hayatımızı ateş çemberiyle sardı. Filistin’de binlerce çocuk ve kadın kırıma uğratılırken kınamanın yetmediği bir insanlık sınavındayız. Genç yaşlı, yoksul zengin, dindar dindar olmayan, köylü kentli, A partili B partili fark etmeksizin demokrasiden, adaletten, eşitlikten, hukuktan, eşit paylaşımdan yana vicdan sahibi herkesin, tüm bunların ve kadın erkek eşitsizliğinin diğer bütün eşitsizlikler kadar önemli olduğunu görmesi ve sorumluluk alması gereken gün bugündür. Eşitlik ve özgürlük mücadelesine katılan kadınlar bu sorumluluğu tarih boyunca aldı, almaya devam ediyor. Yaşasın kadın dayanışması! |