Eşitlik Ve Özgürlük İçin Haksız Savaşlara Hayır[1]

SİBEL ÖZBUDUN

“Bütün ülkelerin burjuva sınıflarının

şovenizmine ve yurtseverliğine karşı,

yaşasın işçilerin enternasyonal kardeşliği!”[2]

•⁠ ⁠Odak Dergisi (OD): Emperyalizm bugün savaşları hangi amaçlarla, nerelerde ve nasıl kışkırtıyor?

 

Sibel Özbudun (SÖ): Ortaya çıktığından beri emperyalizmin amacı (ve itkisi) tektir: Mevcut dönem için kritik kaynaklara el koymak, nüfuz alanını genişletmek ve sermaye ihracı aracılığıyla kârı azamileştirmek…

Günümüzde dev şirketler pazar paylarını genişletmek ve daha da önemlisi, kullandıkları teknoloji için gerekli kaynakları bulabilmek (günümüzde bu kaynaklar arasında ağır metaller, lityum, kobalt, tungsten gibi ender elementler, sistemleri soğutmada kullanılan tatlı su kaynakları artan öneme sahip. Bolivya’da 2024 Haziran’ındaki başarısız darbe girişiminin gerisinde ABD merkezli şirketlerin lityum bataryalarında kullanılan ve ülkede bolca bulunan kobalta olan ihtiyaçları yattığı hatırlanmalı) amacıyla kıyasıya bir rekabet içerisindeler. . Bu itki, kaçınılmaz olarak “paylaşım savaşları” olasılığını yeniden ve yeniden gündeme getiriyor.

Öte yandan, küresel 2008 kriziyle birlikte, öyle gözüküyor ki kapitalist sistem, finans hareketleri ve serbest ticaretin damgasını vurduğu “küreselleşme” fazını geride bırakarak, devletlerin korunmacı önlemlerle “sanayi”lerini kolladığı, DTÖ, IMF gibi “uluslararası” örgütlerin ağırlıklarını yitirirken, bölgesel (ekonomik ve askeri) blokların öne çıktığı bir sürece yöneldi. ABD ekonomisi gerilemede; BRICS’de temsilini bulan, ancak Rusya ve Çin’de vücut bulan bu bölgesel güç odaklarının etkisini kırarak hegemonyasını sürdürebilmek, ABD emperyalizmi için bir hayat-memat meselesi. Bu durum, örneğin Çin’e karşı ya da İran karşıtı politikalarda Biden ile Trump yönetimleri arasındaki süreğenliği izah ediyor.

Tabii, bir de askeri harcamaların, özellikle de savaşın kapitalistler için tüm sektörleri canlandıran “harika” bir “business” olduğu gerçeği var. Arundati Roy’un, “Savaşmak için mi silaha ihtiyacımız var? Yoksa silah pazarları yaratmak için mi savaşlara ihtiyacımız var?” sorusu, bu durumu mükemmelen açıklıyor.

Sadece bir-iki rakam vermekle yetineyim: 2023’te dünyadaki askeri harcamalar, 2.4 trilyon dolarla rekor kırmıştı. Ukrayna savaşı sonrası Avrupa ülkelerinin silah ithalatı yüzde 94 arttı. İlk defa silah bütçesi, soğuk savaş dönemindeki seviyeye vardı. Harcamaların aslan payı yüzde 37 artışla ABD, yüzde 12 ile Çin, yüzde 4.5 ile Rusya’ya ait. 2023’te NATO’nun askeri harcamaları 1.3 triyon dolar olarak gerçekleşmişti. Bu, dünya çapındaki askeri harcamaların yüzde 55’ine tekabül ediyor… Bunlara bir de Donald Trump’ın Siyonist İsrail’in Gazze’de yarattığı insani faciaya bakıp da, Filistinlilerin boşaltılmasıyla “İklimi, plajları ve her şeyiyle Gazze Şeridi dünyanın en güzel yeri hâline gelebilir. Monaco’dan bile güzel olabilir,” sözlerinde ifşa olan, savaş yıkıntısı bölgelerin yeniden inşası” dev “business”i var.

Özetle, kapitalizm/ emperyalizm tarihin çöplüğünde çoktan hak ettiği yeri almadıkça, savaşlardan kurtuluş yok!

2025’in savaş bölgelerine gelince, kapitalizmin doğaya, çevreye; en zengin yüzde 1’in, dünya halklarına açtığı topyekûn savaş düşünüldüğünde, günümüzde tüm yeryüzünün “savaş alanı” olduğunu söyleyebiliriz. Ama kendimizi sözcüğün sözlük anlamıyla sınırlayacaksak, bugün Ukrayna ve Ortadoğu sıcak savaş bölgeleri. Ama Trump’ın Grönland, Panama ve Kanada hamleleri, bu bölgelerde de tehlike çanlarının çalmaya başladığına işaret ediyor.

•⁠ ⁠ OD: Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşlar dünyayı nasıl etkiliyor?

SÖ: Savaşın hangi etkisinden söz etsem… Savaşların yerinden yurdundan ettiği, başka diyarlara göçüp orada parya muamelesi gören, ırkçılığın yükselmesini tetikleyen, faşizmin yükselişine vesile olan sığınmacılardan mı? Doğa ve insanlığın ortak kültürel mirasının geri dönüşsüz biçimde tahribine yol açan yıkımdan mı? Yalnız savaş bölgelerinde değil, tüm dünyada şiddeti tek çözüm belleten savaş psikolojisinden mi (eskiden saklambaç oynayan çocuklar bugün savaş oyunlarıyla büyüyor, farkında mısınız?)… Bu şiddet psikozunun kadın cinayetlerinin katlanmasına yol açmasından mı?

Üstelik 20. Yüzyıldan bu yana savaşlar “yerel”, ya da “iki devlet arası” niteliklerini çoktan yitirdi. Her savaş bölgesel, giderek dünya savaşına dönüşme riski taşıyor. Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’ya silah ve lojistik destek sağlayan Avrupa ülkeleri, bir yandan Rusya’dan aldıkları doğalgazın kesilmesi sonucu bir enerji darboğazıyla karşı karşıya kaldılar, hem de silahlanma harcamaları katlandı. Ukrayna savaşı sonrasında Avrupa ülkelerinin silah ithalatı yüzde 94 arttı, örneğin…

Ukrayna savaşını Rusya’ya sınırdaş bir ülkeyi NATO’ya dahil ederek Rusya’yı kuşatma peşindeki ABD kışkırttı. (Bugün AUKUS ile Çin’e karşı aynı şeyi yapıyor). Böylelikle, Rusya’yı savaşa kilitleyerek etkisizleştirdi.

Bu, örneğin İsrail’in Gazze saldırılarında dizginsiz kalıp işi soykırım boyutuna taşımasında, “Büyük İsrail” hayallerinin zemin bulmasında (Suriye ve Lübnan işgalleri), Suriye’de Esad rejiminin neredeyse hiç direnmeden göçmesine, “kravatlı radikal İslâm”ın elini kolunu sallaya sallaya (ve o güne dek kendilerini “terörist” ilan etmiş Batı’nın alkışları arasında) iktidarı ele geçirmesinde, İran’ın bölgedeki etkinliğini yitirmesine, Türkiye’nin (İsrail ile birlikte) bölge jandarmalığına talip olmasında, hasılı BOP’un küllerinden yeniden doğmasında etkili oldu…

Özetle, Ukrayna ve Ortadoğu savaşları, hegemonyası sarsılan ABD’nin elini güçlendirmekte…

•⁠ ⁠ OD: Emperyalist saldırganlık karşısında ülkemiz emekçileri, halkımız ve ezilen insanlık lehine barışı nasıl savunabiliriz?

SÖ: Öncelikle çok uzak tarihlerde değil, yakın geçmişteki savaş karşıtı eylemleri hatırlamak gerek: silah ve mühimmat sevkıyatını durduran dok işçileri, Fransa’nın Vietnam savaşında rayların üzerine yatarak birliklerin sevkini engelleyen direnişçiler, ABD’de kampüslerde başlayıp tüm ülkeyi saran ve bir süre sonra yönetimi savaşı sonlandırmaya zorlayan Vietnam savaşı protestoları, Türkiye’de 6. Filo’ya karşı gösteriler…

Sonra da nasıl olup da barışı, eşitliği, özgürlüğü savunmanın toplumda bu denli itibar kaybettiği, bu kadar etkisizleştiğimiz, özgüven ve inandırıcılığımızı bu denli yitirdiğimiz üzerine kafa yormalıyız.

Kapitalist sistemde savaş kime karşı ilan edilirse edilsin, emekçi sınıflara karşı yürütülür. Ölen, sakatlanan, evi başına yıkılan, ekmek bulamaz hâle gelen, yoksullaşan, onlardır. Bu nedenledir ki barış mücadelesinin belkemiği de, emekçi sınıflar olagelmiştir. Sokağa dökülüp savaşı ve savaş makinesini durduracak olan, onlardır. Bu bakımdan, postmodern vaazların etkisinden sıyrılıp sınıf eksenli bir mücadeleye odaklanmak ve bu konuda “sahici” olmak, esastır.

Doğa gibi, toplum da boşluğu sevmez. Sosyalist mücadelenin boş bıraktığı alanı faşizm, radikal İslâm, sarı sendikacılık… illa ki bir şeyler doldurur. Sosyalist hareketin ana gövdesi, Kürt hareketine omuz vereceğim, ülkeye demokrasi böyle gelecek diye sınıf alanını terk etmeyip, meydanlarda “İş, ekmek hürriyet!” ve “Yaşasın halkların eşit kardeşliği, Kürt kardeşlerime dokunma!” sloganlarını birlikte haykırarak şovenizme ve bu coğrafyayı kana, gözyaşına boğan kirli savaşa karşı duracak işçi emekçi yığınlarını örgütlemeye çabalasaydı, bugün çok farklı bir yerde olurduk!

29 Ocak 2025 17:13:45, Muğla.

N O T L A R 

[1] Odak Dergisi, Ocak 2025...

Hamas 8 İsrailli ve Taylandlı Rehineyi Serbest Bırakıyor Hamas 8 İsrailli ve Taylandlı Rehineyi Serbest Bırakıyor

[2] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.79.

Editör: Haber Merkezi