İşyeri adı gibi değil mi? Değil. Güven bas gitarcı. Küresel salgın işsiz bıraktı. Üstüne babası hastalanıp sosyal sistem de ilaçlarını karşılamayınca işler değişti. Güven oldukça yıpranmaya başlıyor demeye kalmadı, bir de baktık ki mahallenin çağcıl çerçisi oluvermiş. Bilgisunardaki alışveriş sitelerinin ayaklısı gibi. Neye gereksiniminiz ya da olasılığı varsa; ne yapar eder bulur, getirir. Olasılığı nasıl bilecek ki demeyin sakın. Alışveriş siteleri bizi izleyip tatil, ayakkabı ya da otomobil önerilerinde bulunmuyorlar mı? Güven’i de öyle sayın.

Öyle bir dili var ki. Anında inanır ve sonucu kötü de olsa asla kızamazsınız. Nasıl diyeyim, bizlerden biri işte…

Kahvedeyim, çay içiyorum. Selahattin Abi geldi. Hiç sevmem; yine de geldi, yanıma oturdu. Selahattin Abi kim mi? Sokak röportajlarında gençlere, cep telefonlarını sorup kendisi Almanya’dan işsizlik aylığı alanlardan…

Başladı mı anlatmaya! Güven bir kol saati satmışmış. Saat; güneş enerjisinden beslenip bor madeni kaplamasıyla kendi kendini temizliyormuş, deri kordonu uzay araçlarında kullanılıyor muymuş neymiş, terlemeyle de asla yıpranmıyormuş. Bir bir ezberlemiş; Almancı ya parası değerli tabi. Üç yüz lira vermişmiş... Neyse, çok oturmayıp kalktı da kurtuldum. Ses etmedim ya; ben iki yüz liraya almıştım. Oh! İyi olmuş kendine!…

Geçenlerde Mısır Çarşısı’nın girişinde şalgam içiyorum. Gözüm bitişik dükkânın vitrinine ilişti. Vitrindeki saatler benimkine çok benziyor sanki. Sordum,

“Saatler kaç para?”

“Otuz lira. Bir şeyler yaparız.”

“Yapma ya!”

“Düşünüyorsan eğer…”

“Yani?”

“Sana yirmiye olur abi.”

“Peki bunlar güneş enerjili mi?”

“Ney, ney, ney?”

“Kaplaması da bor madeninden değil mi?”

“Ne diyorsun!?”

“Uzay araçlarındaki gibi…”

“Abi sen burayı Nasa’mı sandın? Ne uzayı ne bor madeni? Burası Mısır Çarşısı be!”

“Biliyorum da şimdi bunlar…”

“İmitasyon abi imitasyon.”

“Ne imitasyonu!”

“Bildiğin sahte.”

“Yok, şey için sordum da. Dün uzaylı muzaylı kaplamalı bir tane gördüm de sanki aynı gibiydi!”

“Aya mı gidecen be abi? Kaç para veriyon neler istiyon.”

Adamın yanından ayrıldım ayrılmasına da kolumdakiyle tıpkı aynı. Aksi gibi gömlek manşetini de yıprattığı için gizleyim derken az daha çont (1)  olacaktım.

(1)Çont: Eli kolu sakat, felç. Yaşar Kemal romanlarında bol bol geçen, Çukurova yöresine ait bir söylem. Çoğunlukla "çont olmak" olarak kullanılır.

xxxxxxx

Kahvedeyim. Baktım bizimki geliyor, yakaladım.

“Granit gel bakayım hele!”

“Buyur abi.”

“Nerden böyle?”

“İşkurdan abi.”

“Eeee ne var ne yok?”

“Haftada üç gün gidiyorum. Sıradakiler liste miste, parti marti filan diyorlar. Oradan bize hayır yok gibi.”

“Hım…”

“Babam da ağırlaştı. İlaç gerek biliyorsunuz.”

“Tamam, tamam biliyoruz.”

“Öyle olsun!… Abi sen niye çağırdıydın beni?”

“Şu gömleğimin koluna bak, verdiğin saat yaptı ha! Daha iki kere giydim-giymedim.”

“Şey!…”

“Dinle hele! Dün de Mısır Çarşısı’nda gördüm. Sanki aynısı gibiydi.”

“Yok canım?”

“Yirmi liraya saydılar. İçimden aynı değildir deyip Almancıdan duyduklarımı da bir bir sayıverdim.”

“Neyi saydın ki abi?”

“Ne bileyim şimdi. Uzaylı muzaylı bir şeyler değil miydi, sen söylesene… Adam da güldü zaten.”

“Yok ya?”

“Onu beşi boş ver, şimdi benim bu gömleğin kol manşeti n’olacak?”

“Ne nasıl olacak abi?...”

“Güveen… Bana bak!”

“Şey…”

“Eeee.”

“Abi be yeni anımsadım ya!”

“Neyi lan?”

“Sen de sormadın ki.”

“Neyi soracaktım?”

“Bu saat yazlık.”

“Ne yazlığı lan?!”

“Uzun kol gömlekle değil, kısa kol gömlekle takacaksın be abi.”

100 YILLIK BİNADA “100 YILLIK AYRILIK” BELGESELİ… 100 YILLIK BİNADA “100 YILLIK AYRILIK” BELGESELİ…

Editör: Süleyman Devrim Boğa