“Amansız bir çağ başlamakta.

Bizler bunun mimarlarıyız, çoktan

onun kurbanı olan bizler.”[1]

Müthiş bir hızla değişen büyük çelişkilerin, devasa kutuplaşmaların girdabındayız sanki. Chuang Tzu’nun, “Kuyudaki bir kurbağa, okyanusu düşünemez”; Stendhal’ın, “Fırtına koparken uyursam, boğulmayı hak etmiş olurum,” tespitlerinin haklılık kazandığı bir çağ...

Soru(n)ların askıda kaldığı, “küreselleşme” yaygaralarının karaya oturduğu güzergâhta emekçi insan(lık)ın karar verici rolünün “sıfır”landığı zamanlardan geçiyoruz!

“Küreselleşme birçok kez vurguladığımız gibi tarihsel bir çağ değil, ABD hegemonyasıyla, kapitalizmin yapısal krizini yönetmeye yönelik ‘serbest piyasa modelinin’ bileşkesiydi, o anlamda da krizin ürünüydü. Bu küreselleşme, hem kapitalizmin krizini aşmak için gereken dönüşümleri üretemedi, hem de giderek verimliliğini kaybetti. Böylece kapitalizmin dönüşemeyen ekonomik, siyasi ve kültürel sistemi ‘1984’ dünyasını anımsatan bir canavarlaşma üretmeye başladı.

Bloklaşma ve sürekli rekabet: Kapitalizmin krizi içinde, serbest ticaret rejimi (küreselleşme), Çin’in DTÖ içine alınmasını getirdi ama onu var olan hegemonya düzenine ekleyemedi. Ancak kapitalizm, kriz eğilimlerini ‘dışlaştırırken’ dünyanın potansiyel olarak en büyük pazarı, Çin’e gelmeye başlayan merkez sermayesi burada yeni bir birikim ve güç merkezinin oluşmasını kolaylaştırdı. Bu sürecin, ekonomik, teknolojik ve jeopolitik dinamiklerini iyi değerlendiren Çin devleti kısa sürede bir süper güç düzeyine yükseldi.

Şimdi kapitalizmin ‘eski’ merkezleri ABD ve AB hem Çin’in rekabetiyle hem de ‘eski sömürgelerinin’ pazarları ve kaynakları üzerinde denetimi kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Bu durumda, ‘eski dünyanın’ lideri ABD, ekonomik ve güvenlik anlaşmalarıyla Çin’e karşı bir blok inşa etmeye çalışıyor. ‘The Financial Times’ın (FT) aktardığına göre, BM toplantıları sırasında, ABD, Atlantik’e kıyısı olan 12 Avrupa, Amerika ve Afrika ülkesiyle bir ‘Atlantik işbirliği için ortaklık’ anlaşması imzalamış. Daha önce de Hindistan’dan Avrupa’ya ulaşan bir enerji/ticaret koridoru projesi imzalanmıştı. FT’den Gideon Rachman da AB’nin Çin otomotiv sanayisinin rekabeti karşısında ezilmeye başladığını, korumacılığa yöneldiğini aktarıyor…

Totaliter rejimler: ABD ve Avrupa’nın en etkili ana akım medyası, yoğun biçimde, dünyada yükselmekte ve yaygınlaşmakta olan otokratik rejimleri, yeni faşist hareketleri tartışıyor… Bu sırada dünya halkları daha iyi bir gelecek umudu olmadan yaşamaya, yerini yurdunu tek etmeye, ölmeye devam ediyor.”[2]

Bu kadar da değil! Kapitalizmin yapısal krizinin, büyük güçler arası emperyalist rekabet ve askeri sınai-kompleks öne çıktıkça, dış politikada savaşlar sıradanlaştıkça, kısacası bir “küresel savaş rejimi” (Michael Hardt&Sandro Mezzadra) şekillendikçe, “filler” daha sık tepişecek, küçük, orta çaplı (bağımlı) ülkeler, toplumların da siyasi, ekonomik istikrarı, iç barışı sağlayamadıkları oranda, tepişen “fillerin” ayakları altında ezilecek[3] gibi görünüyor!

Prof. Dr. İlhan Uzgel’in, “Kapitalizm içsel gerilimlerini büyük savaşlarla atabilir”;[4] Ergin Yıldızoğlu’nun, “Kapitalizmin kriz dinamikleriyle beslenen ‘emperyalist rekabet’ yeni vekâlet savaşları ve ‘büyük savaş’ olasılığını güçlendiriyor,”[5] notunu düştükleri tabloda Ukrayna’dan[6] Yemen’e, Libya’dan Filistin’e eş zamanlı yaşanan savaş ve çatışmaların yanında Hint-Pasifik’teki gerilim de büyük jeopolitik kırılma ve altüst oluşların verisi.

Kolay mı?!

Ortadoğu’da sular ısınmaya devam ederken Hint-Pasifik’te de gerilim tırmanıyor. ABD’nin Çin’e yönelik kuşatması sürüyor. Joe Biden peş peşe liderleri ağırlarken Pasifik’te tatbikat üstüne tatbikatlar gerçekleştiriliyor.

Pasifik’te sular durulmuyor. Çin’in artan gücü karşısında ABD bölgede Japonya, Filipinler, Güney Kore gibi ülkelerle ittifakını güçlendiriyor.

ABD Başkanı Joe Biden, Japonya Başbakanı Kişida Fumio ve Filipinler Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr.’ı ağırlarken Çin’e karşı askeri tatbikatların biri bitiyor, diğeri başlıyor.

ABD, Güney Kore ve Japonya’nın Doğu Çin Denizi’ndeki üç gün süren ortak tatbikatında savaş gemileriyle güdümlü füzeler kullandı. Üç ülkenin denizaltılarının da katıldığı tatbikatta, iletişim ve veri paylaşımı ile arama kurtarma çalışmaları yapıldığı belirtildi.[7]

Uluslararası ilişkilerin (kapışma mı deseydik!) hâli, ister istemez, “Yüz yaşıma geldim; her şeyin, evrendeki yıldızların bile yerlerinin değiştiğini gördüm, ama bu ülkede [dünyada] hiçbir şeyin değiştiğini görmedim daha,”[8] saptamasını hatırlatıyor!

HÂL(İMİZ)!

Başımızı kaldırıp “büyük resme” bakmak yararlı olabilir.

‘The Economist’, “Kurala dayalı uluslararası düzen” için “Bu yavaş çözülme aniden, derin bir kaosa dönüşebilir” diyordu. Bu saptama, uzun dönemli dalgalanmalar üzerinde çalışan tarihçi Peter Turchin’in 10 yıl önce, ‘Nature’ dergisinde, ABD ve AB için yaptığı “2020’ler siyasi istikrarsızlık artacak” öngörüsüyle uyuşuyor. Ona göre böyle istikrarsızlık dönemleri başladığında en az 10-15 yıl sürebiliyor. ABD ve AB’nin merkezi konumlarına bakarak Turchin’in öngörüsünün küresel düzeyde de geçerli olabileceğini düşünebiliriz.

Ukrayna savaşı, AB ve NATO’yu içine çekerek devam ediyor. Silah göndermeyle başlayan süreç “eğitim uzmanı” adı altında askeri personel göndermeyle “tırmanıyor”.

Afrika’da Sahel bölgesinde askeri darbelerin hükümetleri Fransa’yı ve ABD’yi bölgeden çıkarmaya, Çin ile ilişkileri geliştirmeye çalışıyorlar. Yeni Kaledonya’da yerli halk “Yeni sömürgeciliğe hayır” sloganıyla Fransa’ya karşı ayaklandı.

“Fransa’nın, Pasifik’teki ‘eski’ sömürgesi Yeni Kaledonya’da hâkimiyetini artırmasını sağlayacak seçim reformu yerli Kanak halkını ayaklandırdı. Avustralya ve Fiji arasında bulunan Ada, bağımsızlık yanlısı yerli halk ile sömürge düzenini korumak isteyen Fransa arasında on yıllardır süren kanlı bir mücadeleye sahne oluyor. Fransa’nın sömürge düzeni tehdit altında. Yeni Kaledonya’da nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Kanak halkının çoğu bağımsızlık istiyor.”[9]

Hamas’ın Gazze saldırısına karşı İsrail’in faşist hükümeti Gazze’de bir yıkım ve soykırım süreci başlattı. Bu soykırımın yankıları, Avrupa ülkelerinin sokaklarına ulaştı; her hafta yüz binler İsrail’in Gazze saldırısını protesto etmek için sokaklara dökülüyor. ABD’de de üniversite kampüsleri, yorumculara 1968’i anımsatan şiddette protestolarla kaynarken, kamuoyu yoklamaları Trump’ın şansının artmaya devam ettiğini gösteriyor.

Bu sırada, Hollanda’da, azılı Müslüman düşmanı, faşist Geert Wilders yeni hükümet kurma, devlete erişme noktasına geldi. Kimi yorumcular, yaklaşmakta olan Avrupa Parlamentosu seçimlerini düşünürken “Avrupa bir aşırı sağ dalga altında kalmak üzere” diyorlar.

İran ve vekilleri, İsrail karşıtı operasyonları hızlandırırken İsrail ve İran ilk kez, birbirlerinin topraklarını doğrudan hedef alan hava saldırıları düzenledi. Uluslararası Adalet Mahkemesi, ABD ve Avrupa ülkelerinin itirazlarına karşın İsrail’e yönelik bir soykırım, Netanyahu’ya yönelik bir savaş suçu davalarına bakmaya başladı.

Rusya’ya yakınlaşma çabasındaki Slovakya Başbakanı Foci’ye bir suikast düzenlendi. Avrupa-Rusya rekabeti, Ukrayna’nın ardından Gürcistan’a sıçradı, zaten istikrarsız olan ülkede kaosu derinleştirmeye başladı.

Aynı günlerde Putin iki günlük Çin gezisi sırasında “Birlikte adalet ilkelerini ve çok kutuplu gerçekleri yansıtan demokratik bir dünya düzenini savunuyoruz,” diyordu. Batı basını yakınlaşmanın askeri boyutuna, bir Çin-Rusya-İran eksenine işaret ediyordu. Derken, İran devlet başkanı ile dışişleri bakanı çok şüpheli bir helikopter “kazasında” öldüler, molla rejiminde iktidar savaşı aniden alevlendi.

İstikrarsızlıklardaki artışı savaş ve ölüm verilerinden izlemek de olanaklı. O alanda toplanan verilerin indeksleri, küresel çapta çatışma sayısının 2007’de 88’den 2016’da 155’e ve 2022’de 182’ye çıktığını gösteriyor. Bu çatışmalarda ölenlerin sayısı da 2007’de 27 bin 942’den 2022’de 236 bin 992’ye yükselmiş.[10] Bunlara Ukrayna savaşını ve Gazze soykırımını da ekleyince korkunç bir tablo çıkıyor ortaya.[11]

Kısacası “kurala dayalı düzenin” kuralları işlemiyor.

ISINAN “SOĞUK SAVAŞ”

Kim ne derse desin, artık ısınan bir “Soğuk Savaş” güzergâhındayız

Her anlamda dünya artık ikinci “Soğuk Savaş” dönemine girmiştir. ABD’nin eski Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinde, “Şu anda III. Dünya Savaşı’na II. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar yakınız,”[12] demesi tesadüf değildir.

Dünyada nükleer çatışma olasılığının arttığını belirten Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, gerekirse Rusya’nın nükleer silah kullanmakta tereddüt etmeyeceğini; Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da dünyanın “Soğuk Savaş”tan çok daha tehlikeli bir eşiğe ulaştığını söylerken;[13] Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov de ekliyor: “Soğuk Savaş’a doğru emin adımlarla ilerliyoruz. Tüm bunların hepsi daha önce yaşanmıştı”![14]

Ayrıca İngiltere’nin Ukrayna’ya zayıflatılmış uranyum içeren mühimmat sağlayacağını açıklaması üzerine Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, böylesi bir sevkıyata gereken cevabı vereceklerini açıkladı.[15]

Özetle yerküre saatli bombaya dönüşürken; Çin, Rusya ve İran, Umman Körfezi yakınında ortak deniz tatbikatı düzenledi; tatbikatın, İran destekli Husilerin Kızıldeniz’den geçen ticari gemilere saldırıları ve buna karşılık ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin, Yemen’de hedeflere yönelik saldırılarıyla bölgede gerilimin tırmandığı bir dönemde yapılması da dikkati çekiyor.[16]

“Küresel ‘Savaş Rejimi’ Gelişir”ken;[17] kim bilir, birçok şey umulandan da yakın mı?

DURUM VEYA “QUA VADİS/ NEREYE”?

Bugün dünya halkları egemenler arası çatışmalara karşı kendilerini güçsüz, çaresiz ve en önemlisi “bir başına” hissediyorlar. Dünyanın düzen(sizliğ)i içinde o denli yapayalnızlaşmış durumdalar ki, ne olup bitene, ne de muhtemel olanlara karşı çıkabilecek bir güçleri yok sanıyorlar.

Her geçen gün bir egemenin diğerine saldırdığı bir dünyada, vekâlet savaşları, düşük yoğunluklu çatışmalar, ticaret boykotları, ambargolar, göçmenler, mülteci akınları, savaş drone’ları ve hepsini aşan örtük bir nükleer savaş riski gibi kavramların, analizlerin, teorilerin altında kendilerini daha da yalıtılmış, yalnızlaştırılmış ve güçsüz, hem de çok güçsüz ve çaresiz hissediyorlar. Öyle ki “ne olacaksa olsun yeter ki bu kaygı geçsin” noktasına gelmek üzereler.

Ne olacaksa olsun hissinin en önemli tehlikesi otoriter/ karizmatik ve şiddet yanlısı liderliklere yönelik eğilimin artmasıdır. Tek başına ölümü beklemektense bir liderin ardında grup içinde eriyip “kimliksizleşip” öldürmeye giderek kendisini koruyabileceğini sananların sayısını artırabilecek bir dönemdeyiz.

Egemenler halkları birbiriyle savaştırırken, savaştan en çok korkanları yine bu yolla savaşa ikna ediyorlar. Kaygı içinde beklemektense savaşın yıkımından sağ çıkma umuduna tutunmaktan başka çare bulamayanları savaşa çekiyorlar. “Ardımdan gelmezsen öleceğin kesin ama benim için öldürürsen belki sağ kalma olasılığın olabilir” demeye getiriyorlar.[18]

Böylesine bir tabloda üç dinamik, parçalanmayı hızlandırıyor, “bağımlı” ülkelerin manevra alanlarını genişletiyor.

1) ABD merkezli Batı artık tek “kutup” değil. Yeni güçler yükseliyor, bunlardan Çin, ekonomik, teknolojik, hatta diplomatik kapasiteleri açısından bir süper güç düzeyine yükseldi. Bu şekillenme “bağımlı” ülkelerin manevra alanını genişletecek ekonomik, hatta askeri dengelerin oluşmasına yol açıyor.

2) Batı’nın ABD ile noktalanacak gibi görülen 500 yıllık sömürgecilik, ırkçılık, “yeniden paylaşım savaşları” mirası “bağımlı” ülkelerde güvensizlik, nefret kaynağıyken, Çin’in en azından şimdilik izlemekte olduğu eşitlikçi, “saygılı” diplomatik ilişkiler, bağımlı ülkeleri Batı’dan uzaklaştırıyor. Bu ülkeler, uluslararası platformlarda sık sık Çin, hatta Rusya ile birlikte hareket ediyorlar. Çin ve Rusya her fırsatta o ülkeleri Batı’ya karşı destekliyor.

3) Buna karşılık ABD merkezli Batı’nın “bağımlı” ülkeleri kendi yörüngesinde tutacak mali, diplomatik, hatta askeri kapasiteden yoksun olduğunu düşündüren gelişmeler giderek birikiyor. Bu düşünceler “bağımlı” ülkelerin bağımsız davranma eğilimlerini güçlendiriyor. Örneğin Batı Afrika’daki askeri darbeler, Fransa’yı bölgeden çıkmaya zorlarken bu darbelerin yöneticileri ulusal kaynaklarını uluslarının çıkarı için kullanmaktan söz ediyor, Rusya ve Çin’in bu alandaki yardımlarına açık olduklarını belirtiyorlar.[19]

Rusya ile Çin (yoksa Şanghay kutbu mu demeli?) atık boylu boyunca tarihin sahnesindeler. Örneğin Kazakistan’daki ‘Şanghay İşbirliği Örgütü’ (ŞİÖ) zirvesinde, üye ülkelerin işbirliği ve kalkınması ile Avrasya merkezli bir güvenlik sisteminin kurulması ele alınırken; zirvede bir araya gelen Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Şi Cinping, çok kutuplu dünyada küresel işbirliğini vurguladı.[20]

Ayrıca Putin ile Şi’nin, ‘Yeni Dönemde Kapsamlı Stratejik İşbirliği Ortaklığının Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi’nde, tehdit değerlendirmesi yapılırken; sadece iki ülkeyi değil, tüm dünyayı tehdit eden gücün ABD olduğu saptanıyordu.[21]

‘Atlantik Konseyi’nin başkanı Frederick Kempe, Şi ile Putin’in 2022’deki ‘Ortak Bildiri’sini analiz eden CNBC’deki yazısında  ikilinin “Mao ve Stalin’in ortaklığını aştığını” ve “Dünyada gücün yeniden dağılımına yönelik bir eğilimin ortaya çıktığını ilan ettikleri”ni belirtmişti.[22]

Bu arada 2024’ün önemli zirvesi Münih Güvenlik Konferansı’ndan yaklaşık 10 gün önce, IMF Genel Müdür Birinci Vekili Gita Gopinah, ‘Foreign Policy’deki yazısında, “Bir dönüm noktasındayız. Pek çok ülke ‘friendshoring’ (dost ülkelerin ekonomilerine yönelmek-yn.), ‘riski azaltmak’, ‘kendine yetmek’ adına engeller koydukça (küresel) ticaret parçalanıyor,” diyor ve “Yeni bir ekonomik soğuk savaşın en kötü senaryosundan kaçınmanın yollarını” araştırıyordu.

Yazar gittikçe artan parçalanmanın arkasında ülkelerin güvenlik kaygılarının olduğunu vurguladıktan sonra, “Jeopolitik kaygıların küresel ticareti ve sermaye akışını engellemesi ilk kez yaşanmıyor,” diyor ve I. Dünya Savaşı’nın küreselleşmenin altın çağına son verdiğini anımsatıyor. Sonra ekonomik bunalım, milliyetçi ve otoriter liderler ve II. Dünya Savaşı...

Bu arada küresel jeopolitiğin Batı’nın bakış açısından tartışıldığı 15-18 Şubat 2024 kesitindeki Münih Güvenlik Konferansı’na ilişkin Nathalie Tocci’nin edindiği izlenim çarpıcıydı: Ukrayna Savaşı, İsrail’in Gazze işgali ortamında dünyanın “Batı ve geri kalanlar (Rusya, Çin ‘Küresel Güney’...) olarak ikiye bölünmeye başladığına” işaret edip, “Bu da bizim güvenliğimizi tehdit ediyor” diyordu.

“Zirvedekilerin” ortak sorunlarını konuştukları toplantılarda öne çıkan bir kaygı da giderek sertleşen siyasi-kültürel kutuplaşmaların getirdiği risklere ilişkindi. Bu bağlamda öncelikle ABD’de olası bir Trump başkanlığına ilişkin tartışmaların yanı sıra ‘The Financial Times’daki yorum şekillenen resmin bir parçasını daha yerine yerleştiriyordu: “Almanya siyasetindeki parçalanma korkutucu derecede 1930’lara benziyor,” diye.

Almanya’da ‘Forsa Enstitüsü’nün bir araştırmasının sonucunda “Weimar ile bir karşılaştırma yaparken dikkatli olmak kaydıyla, Almanya’da mevcut parti ortamındaki parçalanmanın boyutu, 1930’larda Reichstag seçimlerindeki parçalanmaya korkutucu derecede benzemektedir” denilmekteydi.[23]

Ve ABD emperyalizmi: RAND’ın 2024 Mayıs’ındaki, ‘The Sources of Renewed National Dynamism/ Yenilenen Ulusal Dinamizmin Kaynakları’ başlıklı rapora göre, azalan göreceli üretim kapasitesi, yaşlanan nüfusu, kutuplaşan politik sistemi, yozlaşmış bilgi ortamı, Çin’in giderek artan meydan okuyuşu ve çok sayıda kalkınmaktaki ülkenin Amerikan gücüne olan saygısındaki azalma ABD’nin rekabet gücünü tehdit etmekte ve düşüşünü hızlandırmaktadır. RAND’a göre, tarihi örnekler, düşüşteki büyük güçlerin nadiren yeniden yükselişe geçtiğini göstermektedir.

İmalat kapasitesindeki göreceli düşüş, küresel güç mücadelesinde, ABD’nin en güçlü rakibi Çin ile ilişkisinde, en önemli sorunu oluşturmakta.

Dünyada hâlâ en büyük gayrisafi hasılayı gerçekleştiren ABD’nin 2023’de dış ticaret açığı 773 milyar dolardır. Aynı yıl, Çin’in dış ticaret fazlası ise 823 milyar dolar; ABD’nin Çin ile ticaretindeki açık ise 280 milyar dolar olarak gerçekleşmişti.

Bu çelişkinin nedeni, ABD gayrisafi hasılasında en büyük payı imalat değil, hizmet sektörünün almasıdır. 2023 değerlerine göre ABD imalat sektörünün gayrisafi hâsıla içindeki payı, 2.8 trilyon dolar ile sadece yüzde ondur. Aynı yıl Çin’de ise imalat sektörü 5.59 trilyon dolar ile toplam gayrisafi hâsılanın yüzde 31.7’sini oluşturmuştur. Bir başka ifade ile Çin’in imalat sektörünün kapasitesi, ABD’nin imalat sektörünün kapasitesinin yaklaşık iki katıdır.

Örnek olarak ifade etmek gerekirse, çelik ve elektrikli araç (EV) üretiminde Çin’in, açık ara ABD’nin önünde olduğu söylenebilir. 2023’de, Çin’in çelik üretimi 1.019 milyon ton; ABD’nin çelik üretimi ise sadece 80.7 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Aynı yıl Çin’de 9.3 milyon elektrikli araç (EV) üretilmiş ve dünyada, çoğu Batı markalı elektrikli araçların satışının yüzde altmış beşini Çin gerçekleştirmiştir.

"Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a Yönelik Hakaret Davasında Savunma Yaptı: 'Suçlamalar Asılsız'" "Kılıçdaroğlu, Erdoğan'a Yönelik Hakaret Davasında Savunma Yaptı: 'Suçlamalar Asılsız'"

ABD, Çin’in imalat sektöründeki bu üstünlüğüne, Trump’ın başkanlık döneminden beri Çin’den ithal edilen ürünlere yüksek gümrük vergisi uygulayarak karşı koymaktadır. Biden yönetimi, 14 Mayıs 2024’te, Çin’den ithal edilecek çelik ve alüminyum ürünlerine yüzde 25, yarı iletken ürünlere yüzde 50, elektrikli araçlara yüzde 100, elektrikli araç bataryalarına yüzde 25, güneş pillerine yüzde 50, tıbbi ürünlere yüzde 50 gümrük vergisi uygulayacağını açıklamıştı.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD liderliğinde kurulan kurallara dayalı dünya düzeni olarak da tanımlanan dünya düzeni, ekonomide ve uluslararası ilişkilerde liberalizmi esas alan dünya düzeni olarak tanımlanmıştır. Açık pazarlar, serbest ticaret, malların ve sermayenin serbest dolaşımı, gümrük vergilerinin kaldırılması bu düzenin karakterini oluşturmuştur. ABD, Çin mallarına yüksek gümrük vergileri uygulayarak liberal dünya düzeninin kurallarını çiğnemekte ve korumaya çalıştığı bu düzeni kendi elleri ile tarihin mezarlığına gömmektedir.[24]

ABD PANTEZİ!

ABD, Ukrayna ve Gazze’de gerilimin giderek arttığı kesitte ekonomik ve jeopolitik rekabeti sürdürebilmek için Pekin’e karşı bölgedeki müttefikleriyle ilişkileri derinleştirmeye çalışıyor.

ABD emperyalizmi için bir “varlık yokluk” meselesine dönüştürülen Asya-Pasifik’te Çin’e karşı ittifak kurma çabaları tüm hızıyla sürüyor: ABD, İngiltere ve Avustralya’nın Asya Pasifik’te kurduğu askeri ittifak AUKUS’a, Çin’e karşı “caydırıcı güç” olarak Japonya’nın da üye yapılması gibi…

Kaldı ki, “ABD, yüzünü Asya’ya çevirdiği günden beri Çin’i provoke etmenin yollarını arıyor. Tayvan’da istediği provokasyonu oluşturamayarak Filipinler’i yanına alan ABD’nin kurduğu ‘Bölük’, bunun en net göstergesi,”[25] Vijay Prashad’ın ifadesiyle…

Kolay mı? ABD Asya-Pasifik’te üst üste askeri hamleler yaparak bölgedeki tansiyonu yükseltiyor. Washington hem Güney Çin Denizi’nde hem de Doğu Çin Denizi’nde Çin’e silah gösteriyor.

Washington’ın Asya-Pasifik’i ısıtan askeri hamlelerini sıralarsak…

1) ABD, Japonya ve Filipinler’le ilk kez üçlü bir zirve yaptı. ABD Başkanı Joe Biden Beyaz Saray’da ağırladığı Japonya Başbakanı Fumio Kişida ve Filipin Devlet Başkanı Ferdinand Marcos Jr. ile Çin’i tehdit etti; ülkesinin Japonya ve Filipin’e savunma taahhütlerinin sarsılmaz olduğunu belirtti.

2) ABD ve Japonya ikili askeri işbirliklerini güçlendirme kararı aldılar. Biden ile Kişida’nın bu kapsamda açıkladığı planlar şunlar: a) ABD ordusu, Japonya ile ortak bir komuta yapısı kuracak. b) ABD, Japonya ve Avustralya bölgede ortak bir hava ve füze savunma ağı geliştirecek. c) ABD, Japonya ve Avustralya üçlü askeri tatbikatlar yapacak.

3) Japonya’nın ‘Yomiuri’ gazetesine konuşan ABD Pasifik Bölgesi Kara Kuvvetleri (USARPAC) Komutanı Charles Flynn, “Asya-Pasifik bölgesine en kısa sürede orta menzilli füzeler yerleştireceklerini” açıkladı.

4) ABD, Japonya ve Güney Kore ile birlikte Kore Yarımadası’nda ortak hava tatbikatı yaptı.[26]

Bunların tümü ABD’nin başlattığı ticaret savaşı ile doğrudan bağıntılı.

Bilindiği gibi Donald Trump’ın başkanlığı döneminde ABD Çin’e karşı kılıcını çekti. Ardından gelen Joe Biden da Çin’e karşı ticaret savaşını sürdürürdü. Ancak ticaret savaşı, Çin’den çok ABD’ye kaybettirdi. Apple başta ABD’nin en büyük şirketlerinin CEO’larının Çin’e ziyaretlerinde verdikleri mesajlar bile bu gerçeğin göstergesi.

ABD’nin ticaret savaşındaki pozisyonu, kaçınılmaz biçimde Kuzey Atlantik Paktı Örgütü (NATO) sopasının önemini artırıp, öne çıkartıyor.

NATO SOPASI

SSCB’nin oto likidasyonuyla “NATO’nun misyonu tamamlanıp, bitti” diyenler yanıldı; Haruki Murakami’nin, “Gözlerini kapatman, hiçbir şeyi değiştirmez. Gözlerin kapandı diye, hiçbir şey silinip gitmez,” ifadesindeki üzere…

Malum: ABD, SSCB’nin dağılmasının hemen ardından küresel bir saldırı başlattı. ABD’nin Avrupa’nın güneyinde Yugoslavya’yı parçalama saldırısı bir yanıyla yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi inşa etme çabası, ama bir yanıyla da buna bağlı olarak Rusya’yı geriletme amaçlıydı. Moskova o günün şartlarında bu sürece eylemli itiraz edemedi. Sonra ABD verdiği garantilere karşın NATO’yu genişletti. Kapitalist BDT, ABD saldırganlığına karşı tavizler verip, geri adımlar attı. Yani NATO, NATO’luğundan vazgeçmedi; ki vazgeçmesi de doğası gereği mümkün değildi!

Kaldı ki emperyalist savaş örgütü NATO, kuruluşunun 75’inci yılında da Ukrayna Savaşı’yla birlikte Rusya’yı kuşatma planlarını sürdürüyorken; emekli diplomat Engin Solakoğlu, NATO’nun önünde Çin ve Rusya tehdidi olduğunu ifade ediyordu…

Bilmeyen yok: İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı’nın emperyalist çıkarlarını korumak için Sovyetler Birliği’ne karşı kurulan NATO kurulduktan sonra ilk kez Yugoslavya’da savaşa katıldı. Kentler ve kasabalar bombalandı, binlerce insan katledildi. Bu savaşın ardından Yugoslavya parçalandı.

11 Eylül 2001’de El Kaide’nin ABD’de İkiz Kuleler’e saldırısından sonra NATO Afganistan’ı “Önleyici Savaş” doktriniyle bombaladı. Ağustos 2021’de ABD’nin çekilmesiyle Afganistan, on binlerce insanın öldüğü 20 yıllık işgalin ardından tekrar Taliban’ın eline geçti. 2011’de ise NATO, Libya’nın işgal edilmesine karar verdi ve gerçekleştirdi. Şimdi ise Libya bölünmüş hâlde.

“Açık kapı” politikasıyla NATO, 75 yılda 10 defa genişledi. 1999’da Çekya, Macaristan ve Polonya; 2004’te Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya; 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan; 2017’de Karadağ; 2020’de de Kuzey Makedonya NATO’ya katıldı.

Şubat 2022’de Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla uzun süredir tarafsızlık politikası izleyen Finlandiya ve İsveç, Mayıs 2022’de NATO’ya resmi üyelik başvurusunda bulundu. 4 Nisan 2022’de Finlandiya, 7 Mart 2024’te İsveç, savaş ittifakının üyeleri oldu. Böylece Rusya, kuzeyden de kuşatılmış oldu. Öte yandan Rusya, NATO’nun özellikle eski Sovyet ülkelerini bünyesine katması ve son olarak Ukrayna ile işbirliğini “ülkesinin güvenliğine bir risk” olarak görüyor. Temmuz 2023’te Litvanya’nın Rusya’ya sadece 300 kilometre uzaklıktaki kenti Vilnius’taki zirvesinde Kiev ile ilişkileri en üst düzeye taşımak için NATO-Ukrayna Konseyi kuruldu. NATO, savaşın başından bu yana yüz milyarlarca dolarlık askeri destek sağladı.

NATO’nun Rusya’yı kuşatma politikası, sadece Ukrayna’yı silahlandırmak ve genişleme hamleleriyle kalmıyor. Batı Avrupa’yı operasyonlarının merkezi hâline getirmek için bir yandan Moldova ile işbirliğine hız verirken, diğer yandan “doğudaki çapası” Romanya’nın Karadeniz kıyısında “Avrupa’daki en büyük üssünün” inşasına da başladı.

Öte yandan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in 2024 Mart’ında Azerbaycan ve Gürcistan’ın ardından Ermenistan’da temaslarda bulunması da Rusya’ya karşı bir “gövde gösterisi” olarak değerlendiriliyor. Moskova’yı Azerbaycan ile yaşanan savaşta kendisine yeterince destek vermemekle suçlayan Erivan’ın Rusya’dan uzaklaşırken Batılı ülkelerle ilişkileri geliştirme yoluna gitmesi, NATO için büyük bir fırsat oldu.[27]

Kuşku yok: NATO, Batı’nın emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek için kullanmayı sürdüreceği bir silah olmaya devam ediyor; bu süreçte ABD/NATO’nun önünde iki temel konu var: 1) NATO Asya-Pasifik’e nasıl genişletilecek? 2) Ukrayna’daki “uzun savaş” nasıl sürdürülebilecek?

NATO’nun Asya-Pasifik’e nasıl genişletilebileceği konusu, ABD açısından en önemli konu. Çünkü ABD gelecekte hesaplaşacağı asıl rakibinin Çin olduğu gerçeğine göre hazırlık yapıyor. Bu amaçla AUKUS, QUAD gibi ittifaklar kurdu, Japonya ve Güney Kore’yi bir savunma ortaklığı içinde askerileştirmeye başladı. Ancak NATO’nun kuruluş tüzüğü, ABD’nin elini sıkıştırıyor. Çünkü NATO bir “Kuzey Atlantik” örgütü…

Ancak bunda da bir beis yok. Çünkü NATO Genel Sekreter Yardımcısı Mircea Geoana, “Çin, Rusya’nın ortağı. Gerçek şu ki Çin’in, Rusya’nın Ukrayna’da (yürüttüğü) savaşı körükleyen bir saldırganlığı var. Bu da Çin’in güvenliğimize yönelik bir tehdit olduğu anlamına geliyor,”[28] derken; NATO’nun Washington’da gerçekleştirilen 75. kuruluş yılı zirvesine savaş kışkırtıcısı mesajlar damgasını vurdu.

BTD-ÇİN HATTI

Ukrayna, Rusya ile ABD arasındaki çatışmanın sadece bir alanıyken; bir başkası, Moldova. Bir diğeri ise Gürcistan…

Hem Gürcistan hem de Ermenistan’daki gelişmeler, Kafkasya’da kazanın kaynamaya başladığını, Rusya’ya güneyden cephe açma çabasının hızlandığını gösteriyor.

Moskova ile Erivan’ın arasının açılmasını fırsat bilen ABD, Ermenistan’la ortak tatbikata başladı. Prof. Dr. Arbakhan Magomedov “ABD, Ukrayna’daki zayıflatma taktiğini burada da uyguluyor ancak Kremlin bölgede güçlü,”[29] dese de; Rusya’yı her cepheden kuşatmaya gayretiyle ABD, Erivan ile Moskova arasındaki soğukluğu fırsata çevirip, Kafkasya’ya sızmaya çalışıyor.

Ve Rusya, Putin’e yönelik suikast girişiminin ardından, suikastın arkasında Kiev’in olduğu iddiasını sürdürdü, “Talimat ABD’den”[30] deyip; ABD’nin kendilerine karşı hibrit bir savaş yürüttüğüne işaret etti!

Ancak bunlar işin bir yanı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin’i “öncelikli ortak” olarak tanımlarken; Batı dışı iki büyük güç olarak stratejik yakınlaşmayı ve dayanışmayı sürdüreceklerini belirterek;[31] St. Petersburg ‘Ekonomik Forumu’nda da “Çok kutuplu dünya düzeni güçleniyor, bu kaçınılması mümkün olmayan bir süreç” ifadelerini kullandı. Rus lider, “Rusya eskiden beri olduğu gibi dünya ekonomisinin içinde olacak. Doğası gereği iğrenç olan neo-kolonyal sistemin sonu geldi” diyor.[32]

Bu arada Batı ile jeopolitik rekabet artarken gardını alan Pekin, ulusal güvenliğe yönelik geniş kapsamlı yasalar çıkaracağını açıklayıp; ÇKP Genel Sekreteri ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile orduya “gelişme” çağrısı yaptı.

ABD başta olmak üzere Batılı güçler silahlanma harcamalarına hız verirken Çin ulusal güvenliğe verdiği ağırlığı artırdı: 2024 için yüzde 5 civarında büyüme hedefi belirleyen Pekin yönetimi, savunma harcamalarını da 2024 yılında yüzde 7.2 artışla 1.66 trilyon yuana (230 milyar dolar) çıkaracağını açıklamıştı.[33]

Aynı biçimde Rusya’nın 2023 askeri harcamalarının, milli gelirin yüzde 10’una ulaşması bekleniyorken;[34] bazı kaynaklara göre; Rusya 3-5 yılda gayri safi yurtiçi hasılanın (GDP) yüzde 7.1’ini savunmaya ayırıyordu. Bunun sonucu ise gelecek 10 yıl içinde NATO’nun çok güçlü bir Rus silahlı kuvvetleri ile karşı karşıya kalma olasılığıdır.

NATO ülkelerinin gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırması istenilmektedir. 2023’de on ülke bu hedefi gerçekleştirdi. Savunma harcamalarında ilk üç ülke şöyle sıralanmaktadır: Polonya yüzde 4, ABD yüzde 3.5 ve Yunanistan yüzde 3. Türkiye’nin savunma harcaması ise yüzde 1.5’in altındadır. Bu konuda ilginç olan; NATO’nun Avrupalı 28 ülkesinin toplam savunma harcamalarının yaklaşık 380 milyar dolar olacağıdır. Bu rakam Rusya’nın savunma harcamaları ile neredeyse eşitti.[35]

Ortadoğu’daki görüntüleri yaratan mimaride silahlandırılan yerkürenin gidişatı, bölgesel vekâlet savaşlarını da aşacak düzleme taşınırken; Lev Troçki’nin, “Ezilen kitleler ya umutlarıyla yaşadılar ya da kayıtsızlığa düştüler,” satırlarındaki üzeredir hemen her şey…

VE ORTADOĞU

‘Dünya Sağlık Örgütü’ Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus’un, Gazze’nin artık bir “ölüm bölgesine”[36] dönüştüğünü belirttiği güzergâhta Ortadoğu’daki gerilim tehlikeli boyuta evriliyorken; yeni dengelerin oluşabilmesi yönünde imkân ortaya çıkıyor; Filistin’den Kürdistan’a…

Emperyalistler arasında çelişkiler Ortadoğu’da da derinleşmeye devam etmekteyken, Rusya-Çin ve ABD blokları Ortadoğu’da pastadan daha büyük pay almak için yarışı sürdürüyor.

İran rejiminin Rusya ile sürdürdüğü yakın ilişkiler, kimi zaman sallantıda olsa da devam ediyor. ‘Comtrade’ istatistiklerine göre, Rusya ve İran arasındaki en büyük ticari silah alışverişi 2016’da, yani Batılı emperyalistlerin İran’la nükleer anlaşma imzalamasından bir yıl sonra gerçekleşmeye başladı ve günden güne bu ticaret arttı. 2022’nin sonlarına doğru İran ile Rusya arasında yeni bir askeri sözleşme imzalandı.

Ayrıca Çin ve İran arasındaki mali anlaşmalar sürmekteyken; ‘Kepler Enstitüsü’nün istatistiklerine göre, İran’dan Çin’e bazı aylarda günde ortalama 1.5 milyon varile kadar petrol ihraç edildi.[37]

AB ve ABD’nin İran’a uyguladığı ambargo devam ederken, İran devletinin temel ürünlere erişim ihtiyacı acilliğini korudu. Çin de bu anlamda İran için önemli bir faktör olarak yerini korumaya devam etti.

Özetle savaş, işgal ve çatışmaların gündemden düşmediği Ortadoğu’da yeni yayılmacı hayaller tarihin sahnesine çıkartmaktayken; Ortadoğu’da vekâlet savaşlarında aktörler arttıkça savaş riskini yükseltip, yaygınlaştırma dinamiklerini içeriyor!

Bu hâliyle Ortadoğu bir barut fıçısıdır ve de emperyalist müdahaleciliğin, güç savaşlarının, etnik, mezhepsel, dinsel kapışmaların “av sahası”na dönüştürülen bölgede yine, yeniden savaş çanları çalıyor.

Gerilim hiç olmadığı kadar yüksek; İsrail’in Gazze’deki katliamıyla eş zamanlı olarak Lübnan ve Suriye’ye düzenlediği saldırılar, ABD’nin Irak’ta Haşdi Şabi’yi vurması ve İran’daki kanlı saldırılar gözleri bir kez daha bölgeye çevirdi.

Denilebilir ki ABD ve İsrail ile İran arasında yaşanması beklenen “büyük kapışma”nın öncü sarsıntıları yaşanıyor. Şimdilik doğrudan bir çatışmayı göze alamayan İsrail ve ABD ile İran arasında farklı cephelerde yaşanan hesaplaşmaların pek çok boyutu var.

Örneğin Ortadoğu’da, İsrail-Filistin sorununda emperyalizmin oluşturduğu statüko tartışılır olmaktayken; ABD bu statükoyu İsrail lehine kullanıp işgali genişletmesine ve toplamda da ele geçirdiği toprakları büyütmesine destek veriyor. Bu da kısa Siyonist İsrail tarihidir.

Kolay mı?

Malum: İlk kurulduğundan bu yana hep emperyalist sistemin merkez ülkelerinin bölgedeki en güvenilir güvenlik ve operasyon platformuydu İsrail; yani ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarını savunmakta kullandığı ileri bir karakol. ABD Başkanı Biden, 37 yıl önce bu gerçeği çok net bir biçimde, “Eğer İsrail olmasaydı, ABD bölgede kendi çıkarlarını korumak için bir İsrail yaratmak zorunda kalacaktı,”[38] diye formüle etmişti.

Lakin bunun böyle gitmeme ihtimali bir gündem maddesine dönüşmektedir! Öyle bir yerdeyiz ki Ortadoğu’da iç içe geçen sorunlar silsilesi, artık krizlere tek tek bakmayı değil, fotoğrafın bütününe bakmayı zorunlu kılıyor.[39] Bir zamanların ve aktüalitesini hâlâ koruyan “Ortadoğu Devrimci Çemberi” gibi…

Bir nokta daha; “ABD emperyalizmi Ortadoğu’dan çekiliyor,” diyenlere hatırlatmakta fayda var: ABD, hangi bölgeden çekildi ki Ortadoğu’dan çekilsin? Bu akıl kârı mı?

Hatırlayın: 1990’dan sonra tek hegemon olduğunu düşünen ABD “Yeni Amerikan Yüzyılı”nı ilan etmişti. Dünyada artık ona karşı duracak rakibi yoktu.

Hem ekonomik hem siyasi olarak dünyayı işgale koyuldu. 2000’li yıllarda küresel çapta 800 askeri üsse ulaştı. Dünya üzerindeki ABD büyükelçilikleri adeta sömürge valisi gibi çalışıyor, bulundukları ülkenin siyasetini şekillendiriyordu. IMF ve Dünya Bankası başta, Batılı küresel finansal kurumları, neo-liberalizmi dayatıyordu. Büyük ilaç, büyük petrol, büyük teknoloji şirketleriyle, dev ölçekli finansal varlık şirketleriyle, dünyada ezici bir tröst ve kartel sistemi kuruldu. ABD kurumları, NATO ve Davos, ülkelere lider adayları, siyasi parti tasarımları dayatıyordu. ABD 30 ülkede 350 kadar biyolojik silah laboratuvarı kurmuştu.

Ancak “Yeni Amerikan Yüzyılı” (veya “Lale Devri”) ancak 30 yıl hüküm sürebildi.

Bunun birkaç somut kanıtı var: Birincisi, ABD’ye dünya üzerindeki her şeye ve her yere karışma cüretini veren ABD Doları, tahtından iniyor.

İkincisi, 20 Mart 2023’teki Moskova buluşmasında Çin’in ve Rusya’nın liderleri, Batı’ya karşı dünyanın geri kalanına öncülük etmek üzere anlaştılar.

Üçüncüsü, ABD, toplumsal ve siyasal olarak bölünmüş, ekonomik açıdan batık hâlde. 31 trilyon dolarlık açığı var. Hazinesi boşalıyor. Fed, para basmaktan başka bir şey yapmıyor. Ancak doların rezerv para olarak hâkim durumu azaldıkça bu büyük avantajını da yitiriyor.

Ve ABD “eski” ABD değil!

“Nasıl” mı? Eski ABD Başkanı Donald Trump, Güney Carolina’daki seçim konuşmasında, az ödeme yapan NATO ülkelerine Rusya’nın saldırısına uğrarlarsa yardım etmeyeceğini, aksine saldırması için Rusya’yı teşvik edeceğini söyleyebiliyor![40]

Şimdi Serdari’nin, “Zenginin sözüne beli diyorlar/ Fukara söylese deli diyorlar/ Zemane şeyhine veli diyorlar/ Gittikçe çoğalır delimiz bizim,” dizelerinde betimlenen bir ufuktayız![41]

Bu noktada “No hay olvido/ Unutuş yoktur!” “Ve boş sözler kötüdür,” Homeros’un ifadesiyle!

O hâlde düşmanlarımızın düşmanlarının dostumuz olmadığını “es” geçmeden;

Friedrich Schiller’in, “Böcek olmayı kabullenenler, ezilince şikâyet etmemelidirler”…

Marcus Tullius Cicero’nun, “Cesaretini kaybeden her şeyini kaybeder”…

Edmund Burke’nin, “Kötülüğün zaferi için gereken tek şey iyi kişilerin hiçbir şey yapmamasıdır,” uyarıları ile Onat Kutlar’ın, “Yaşadığımız şu karabasan, bir gerçeğin yansımasından başka bir şey değilse, ölümsüz gençlik ve bahar düşlerimiz nedir? Gerçek değil mi onlar? İstersen, şimdi yalnızca bunu düşünelim ve bekleyelim yarını. Yarın her zaman güzeldir,”[42] satırlarıyla hatırlattıklarını yeniden gündemimiz kılmak gerekiyor.

24 Ağustos 2024 19:40:15, İstanbul.

N O T L A R

[*] Rojnameya Newroz, Eylül 2024…

[1] Jorge Luis Borges.

[2] Ergin Yıldızoğlu, “Küreselleşme’den ‘1984’e”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2023, s.9.

[3] Ergin Yıldızoğlu, “Bir Ukrayna Daha mı?”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2024, s.9.

[4] İlhan Uzgel, “Çatışmalar Artacak”, Birgün, 29 Mayıs 2024, s.11.

[5] Ergin Yıldızoğlu, “Rekabet Şiddetleniyor”, Birgün, 29 Mayıs 2024, s.11.

[6] Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Ukrayna’ya asker gönderme ve Kiev’e destek açıklamaları, Rusya ile Batı arasındaki gerilimi tırmandırmaya devam ediyor. (“Batı Savaş İstiyor”, Birgün, 8 Haziran 2024, s.11.)

[7] “Pasifik’te ABD’den Pekin’e Gözdağı”, Birgün, 13 Nisan 2024, s.11.

[8] Gabriel García Márquez, Kolera Günlerinde Aşk, çev: Şadan Karadeniz, Can Yay., 1997, s.339.

[9] Charlie Kimber, “Fransa’nın Sömürge Düzeni Tehdit Altında”, Birgün, 20 Mayıs 2024, s.10.

[10] Uppsala conflict data program.

[11] Ergin Yıldızoğlu, “Çürüme ve Çözülme”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2024, s.9.

[12] Trump’tan Üçüncü Dünya Savaşı Çıkışı: Hiç Olmadığı Kadar Yakınız”, 27 Temmuz 2024… https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/trumptan-ucuncu-dunya-savasi-cikisi-hic-olmadigi-kadar-yakiniz-2231747

[13] “Böyle Giderse Yeni Savaş Kaçınılmaz”, Birgün, 26 Nisan 2023, s.11.

[14] “Kremlin Sözcüsü Peskov: ‘Soğuk Savaş’a Doğru Emin Adımlarla İlerliyoruz”, 12 Temmuz 2024… https://odakdergisi2.com/kremlin-sozcusu-peskov-soguk-savasa-dogru-emin-adimlarla-ilerliyoruz/

[15] “Nükleer Savaşa Doğru”, Birgün, 23 Mart 2023, s.11.

[16] “Umman Körfezi Yakınında Ortak Tatbikat”, Cumhuriyet, 13 Mart 2024, s.7.

[17] İbrahim Varlı, “Küresel ‘Savaş Rejimi’ Gelişiyor”, Birgün, 29 Mayıs 2024, s.11.

[18] Selçuk Candansayar, “3. Dünya Savaşı: Korku Mu, Arzu mu?”, Birgün, 15 Nisan 2024, s.6.

[19] Ergin Yıldızoğlu, “Türkiye Bu Kez Fırsatı Kaçıracak”, Cumhuriyet, 7 Eylül 2023, s.9.

[20] “Astana’da Gündem Küresel Güvenlik”, Birgün, 5 Temmuz 2024, s.11.

[21] Mehmet Ali Güller, “Şi-Putin Zirvesinin Sonuçları”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2024, s.7.

[22] Mehmet Ali Güller, “Mao-Stalin’den Şi-Putin’e”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2024, s.7.

[23] Ergin Yıldızoğlu, “Konumuz Parçalanma”, Cumhuriyet, 29 Şubat 2024, s.11.

[24] Nejat Eslen, “Liberal Dünya Düzeninin Sonunun Başlangıcı”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2024, s.2.

[25] Vijay Prashad, “Çin’e Karşı ABD Bölüğü”, Birgün, 22 Mayıs 2024, s.10.

[26] Mehmet Ali Güller, “ABD Asya-Pasifik’i Askerileştiriyor”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2024, s.7.

[27] Rusya’yı çevreleme hamlesini sürdüren NATO’nun Genel Sekreteri Jens Stoltenberg NATO-Ermenistan işbirliğini ilerletmek istediklerini söylerken Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ise toprakların iadesinde uzlaşılamazsa “Savaş gündeme gelebilir” dedi. (“NATO Kafkasya’da”, Birgün, 20 Mart 2023, s.11.)

[28] “Geoana: Çin, Güvenliğimiz İçin Bir Tehdit”, 13 Temmuz 2024… https://odakdergisi2.com/nato-genel-sekreter-yardimcisi-geoana-cin-guvenligimiz-icin-bir-tehdit/

[29] Umut Can Fırtına, “Kafkaslarda Batı Taktiği Sökmez”, Birgün, 12 Eylül 2023, s.5.

[30] Deniz Berktay, “Kremlin’e Kim Saldırdı?”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2023, s.7.

[31] “Çok Kutuplu Dünya Gerçeğe Dönüşmeli”, Birgün, 19 Mayıs 2024, s.16.

[32] “Artık Neo-Kolonyal Sistemin Sonu Geldi”, Birgün, 17 Haziran 2023, s.11.

[33] “Batı’ya Karşı Gardını Aldı”, Birgün, 9 Mart 2024, s.11.

[34] Renaud Foucart, “Rus Ekonomisinin Dönüşümü”, Birgün, 26 Şubat 2024, s.10.

[35] İlker Başbuğ, “Dünya Nereye Gidiyor?”, Cumhuriyet, 15 Nisan 2024, s.2.

[36] Elçin Poyrazlar, “Ortadoğu’dan Notlar”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2024, s.7.

[37] E. Ava, “2023’te Ortadoğu: Savaşlar ve Yeni Dengeler Yılı”, Evrensel, 30 Aralık 2023, s.9.

[38] Mehmet Ali Güller, “Ortadoğu’da Sürdürülemez Statüko”, Cumhuriyet, 12 Ekim 2023, s.7.

[39] İsrail’in Gazze’deki katliamına destek veren emperyalistler Kızıldeniz’deki çıkarlarını güvence altına almak için bir kez daha Yemen’i vurdu. Husiler, ABD ve İngiltere’nin saldırılarının “cevapsız kalmayacağı”nı açıkladı. Küresel ticaretin yaklaşık yüzde 12’si Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayarak Avrupa ile Asya arasındaki en kısa rotayı sunan Süveyş Kanalı üzerinden yapılıyor. (“Savaşı Yayıyorlar”, Birgün, 24 Ocak 2024, s.11.)

[40] “Trump’tan NATO Ülkelerine Rusya Tehdidi”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2024, s.7.

[41] “Benim ilgimi çeken insanlar deli olanlardır, yaşamak için deli olan, konuşmak için deli olan, her şeye aynı anda ihtiras duyan, hiçbir zaman esnemeyen ya da sıradan bir şey söylemeyen...” (Jack Kerouac)

[42] Onat Kutlar, Bahar İsyancıdır, De Yay., 1987, s.86.

Editör: Haber Merkezi