Aldatmayı kabul etmem ama sana aldanmış olabilirim, yanındayken bir o kadar mutluyken olmayışında nasıl dibe çöktüğümü de unutmayabilirim. Her şeyi hatırlamayabilirim ama benden kolay vazgeçtiğini de unutmayabilirim. Gerçi verdiği hasarı anlamayan birine neyi nasıl anlatayım ki? Hoca değildin ama hayatımın en büyük dersini senden aldım. Yine de senden gitmezdim ben ama sen valizimi dünden hazırlayınca kapı önüne, bana sadece bu yolları yürümek kaldı.

Seni affetmek için dönmeni çok bekledim, çok kavga ettim, pencerelerde yolunu gözledim, çalmayan telefonumda bir haber, bir umut aradım. Fark edersin sandım, hissedersin sandım. Çok mu şey istedim? Neyse boş ver, gereksiz bahanelerle doldurduğun valizimi boşaltıp tüm geçmişimizi doldurdum içine, hadi artık sende gidebilirsin.

Ben seni bir şekilde unuturum, birlikte kurduğumuz hayalleri, birlikte yürüdüğümüz yolları, el ele tutuştuğumuz saatleri, tenini, kokunu, hatta sana olan nefretimi her şeyi unuturum, ama bana yaşattığın hayal kırıklığını asla. Beni kaybetmeyi göze almış bir adam için oturup ağlamaktan vazgeçtim diye beni suçlamanı da unutmayacağım. Aşk diyorsun ya, bilmediği şeyler hakkında yorum yapmamalı insan. Öyle ki hiçbir doktor reçetesinin kâfi gelmeyeceği bir yara bıraktın bende. Boşa gitmiş heveslerimi, yarım kalmış hikâyemi de inanmadığım tanrıya havale ediyorum. Oysa bir zamanlar o tanrının cehenneminde bile seninle olmaya rıza gösteren ben, bir daha hiç kimseyle yaşayamayacağın bir hikâye bırakıyorum avuçlarına. Artık perde kapandı. Pes etmek değildi ki benimkisi sadece bize biçtiğin sonu kabul ettim. Bu beni ilk üzüşün değildi hani lakin bu kez yolumu bulamıyorum, tertemiz delirmekten başka bir şey kalmamıştı elimde. Ki delirdiysem bu bir şanstı. Çünkü kimsesizliğimi hatırlamamanın başka bir yolu yoktu.

Biliyor musun bir daha yanlış birini böyle sevmekten ödüm kopuyor, büyük konuşmak yerine büyük bir şişe açıyorum. İçince her şey güzel, içmeyince her yer sen. Gerek yok bütün bunlara deyip bir büyük daha söylüyorum en temizinden. Sen neredeysen orda kal, ilk defa bu kadar netim içimde, bu kadar inanmışlığın bir bedeli olmalıydı değil mi? Çünkü senin sözlerin hep defolu, sevgin çokça yalanlı, yarınların yaralı, bize dair umutsa hiç yok! Bense ilk defa birine inanmak istemiştim, meğerse inandırılmaya çalışılmış çabaların bir sonucuydu sana kanışım.

Şimdi ikimizi de özgür bıraktım. Veda bile etmedik seninle, son bir kez sarılmadık. En ağır bedelin en çok sevdiklerin tarafından ödendiği bu dünyada senden cenneti beklemek aptalcaydı zaten. Kim kazandı söyle, ya da bir kazanan var mıydı bu savaşta kim bilir, kazanmak önemli değildi ama kimin kaybettiğine zaman karar verecek sanki. Gecenin bir yarısı aşkla arabaya bindirilip ıssız bir ormana varınca amansızca terk edilmiş gibiydim. Söylememiş miydim sana; karanlıktan korkardım ben çocukken, fark ettim ki hala öyle… Bu sefer sağlam yitirdim umutlarımı. Anlamazsın duruşumdan, iyi saklarım acılarımı gülüşlerimin ardına, gerçi sen artık hiçbir şeyi anlayamazsın.

Hani bir telefonunda “gel demene ihtiyacım var” demiştin ya, ben sana kırmızı halı sermiştim. Sense döşenmiş kaldırım taşlarını bile sökmüştün gelmemem için. Benimde “gel” demene ihtiyacım vardı oysa. Kör olsa görürdü, sen görmedin! Söyle kim daha çok seviyor?

Ama sana bir çift sözüm var, çift dediysem öyle sen ben değil, biz değil yani “bir daha gelme” sadece.
Seninle savaşım bitti mi diye baktım içime, kafamdaki sesler bitmiş en azından. Her şey bir gün biter değil mi, yollar, şarkılar, sevdalar, bir ömür bile gün gelir biter. Sen bitme istemiştim, sen gitme demiştim, herkes gitse sen kal demiştim. Sense kendi haklılığınla o kadar meşguldün ki mutlu olmadıktan sonra haklı olmanın bir önemi olmadığını fark etmedin. Oysa hayat, birinin doğru davranmasını beklemek için çok kısa. Buna rağmen senin için herkesle savaşacak kadar bir yol açmıştım kendime, öyle inanmıştım kalbinde bir yerim olduğuna.

Acı da olsa öğrendim. “Seni bu dünyada asla bırakmam deyip sözünü tutan tek kişinin Azrail” olduğuna. Gerisi sadece teferruat.
Ve dediği gibi Frida Kahlo’nun “Gülmek beni yenilmez yaptı; her zaman kazananlar gibi değil, asla pes etmeyenler gibi.” Yani bahaneler sevgisi yetmeyenler içindir. Bize fabrikasında bahane üretmeyen insanlar lazımdı. Her ne olursa olsun yanında olmaktan vaz geçmeyen.

Gülay MORGÜL