“Kültürün en büyükaracı resimdir.”[1]
“Kültürün en büyük
aracı resimdir.”[1]
“Resim, yaşananların süzülmüş hâlidir,” diyen Ahmet Cemal haklıdır. Çünkü ilk iletişim sanatıdır o.
Kolay mı? Leonardo da Vinci’nin sözüyle özetlersem: “İlk çizim bir adamın, güneşin duvara düşürdüğü gölgesinin etrafında çizilmiş basit bir çizgiydi.”
Malum: Fransa’daki Lascaux mağarasındaki resimler (av ve hayvan figürleri) on binlerce yıl öncesine uzanır; belki daha da eskiye…
Resim insan(lık) tarihinde konuşma (ses çıkarma) gibi ilk dışavurum şekliydi.
Mağara duvarlarına çizilen resimler, biraz kayda geçirme, biraz da iz bırakmaydı. Yazıdan çok daha eskiydi ve bize çok daha fazla şey anlatıyordu; Edward Munch’un ‘Çığlık’ı veya Pablo Picasso’nun ‘Guernica’sındaki ya da Nuri İyem’in yüzleri de öyle değil midir?.
“Hiçbir şey göründüğü gibi değil; resimlerindeki çağrışımlarda gizli her şey.”[2] Tıpkı Albert Camus’nün, ‘Yabancı’ romanındaki “Hiçlik kadar insanın ruhunu ezen başka şey yoktur,”[3] aforizmasındaki üzere, hiçliğin kıyısındaki bir sessizlikte, içindeki bitmeyen arayışların döngüsüyle başlar resim.
Kanımca resim yapmak tam olarak İlhan Berk’in yazdığı gibidir: “yazmak mutsuzluktur. Mutlu insan yazmaz. Bu yeryüzünü olduğu gibi görmeme engel olan ve bana bu yeryüzünü cehennem eden yazmak eyleminden kurtulup mutlu olduğum bir tek şey var o da resim yapmak.”
Evet, resim içinde yaşanılan cehennemden kurtulmayı sağlayabilecek bir duygu dışavurumu biçimidir. Yani Wang Wei’nin, “Basit bir fırça yardımıyla, boşluk’un sonsuza açılan yapısını yaratmaktır” ya da Caravaggio’nun, “Her tablo, bir Medusa başıdır. İnsan içindeki dehşeti, dehşetin imgesiyle yenebilir. Her ressam bir Perseus’tur,” deyişindeki üzere…
* * * * *
Resim yapmak düşünebilen, gerçeği görebilen, toplumu anlayabilen insan(lar)ın işiyken; hayalleri muştulayan aynadır. Bu özelliğiyle de insan olmayı/ kalmayı hatırlatan resim, özgürlüğün çığlığı, başkaldırının sonsuzluğudur. Özlem, duygu ve düşüncelerin yansıtılması sanatıdır.
Tutku, dil, aşk, boya, koku, heyecan ile daha birçok şeye bürünen biçim, renk, ritm ve müziğin armonisidir; renkler ve çizgilerlerle doğayı ve insanı anlatan büyülü bir dildir.
Yapıtlarında geniş hayal dünyasıyla doğanın içine yerleştirdiği figür ya da non-figürler ile hikâyesini anlatır ressam.
Resim, gerçekliğin var olmak zorunda olmadığı bir yerdir ama, insan(lık)ı yaşanılır bir geleceğe götürür.
Yani görünen fakat görülemeyen şeyleri, görülür hâle getirerek somutlaması en önemli özelliğidir resmin. O bize insanı ve körlüğümüzü gösterir.
Özetle Balthus’un, “Resim sanatı, özgün ve eşsiz bir dildir”; Horace’ın, “Resim, kelimeleri olmayan bir şiirdir”; Michelangelo’nun, “İnsan, resmi elleriyle değil, aklıyla yapar”; Joshua Reynolds’un, “Resimlerle dolu bir oda, düşüncelerle dolu bir odadır”; Giotto di Bondone’nin, “Her resim, kutsal bir limana yapılan yolculuktur,” diye tarif ettikleri resim; Andy Warhol’un, “10-15 kişiye tavsiyelerini sordum. Sonunda bir bayan doğru soruyu sordu, ‘Evet, en çok neyi seviyorsun?’ İşte bu şekilde para resmetmeye başladım,” betimlemesindeki şey değildir, olamaz da!
Çünkü kadim resim sanatı Eugene Delacroix, Balaban, Pablo Picasso, Abidin Dino vd’lerin tuvallerinde yaşarken; bu hâliyle halk sanatıdır o.
Bilinir: Her toplumun sosyal gerçekliği içinde ortaya çıkan kültürel yaşamın ve ritüellerin gerçek ya da soyut simgelerini yansıtır halk sanatı. Halk kültürünün önemli bir varsıllığını oluşturur. Bu kültürün yarattığı, görerek ve dokunarak deneyimlediğimiz nesneler; biçimlerinin ve tasarımlarının estetiği bağlamında birer sanat yapıtıdır. Her birimizin çocukluk belleğinin ışıltılı renk dünyasını oluşturur halk sanatının nesneleri.”[4]
* * * * *
Tam da burada durup “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak,” diye haykıran Pablo Picasso Ders(ler)ine müracaat etmek “olmazsa olmaz” oluyor!
Evet “Sanat, ruhlarımızdan günlük hayatın tozunu alıp götürüverir,” diyen Pablo Picasso 1902’de, ülkesi İspanya ziyaretinde gördükleri ardından büyük bir farkındalık yaşar. İspanya o sırada, ekonomik kriz içindedir. Ülkede genel bir huzursuzluk hâkimdir; şehirlerde evsizlerin sayısı gözle görülür şekilde artmış; işçiler sürekli grev yapmakta, sokaklarda çatışmalar yaşanmaktadır. Hükümetse sıkıyönetim ilan etmiştir. İspanya’da gördüğü hayat koşulları karşısında kayıtsız kalamayan Picasso artık sadece kendi dünyasına ait hüzünlü resimleri yapmaz. Maviyi daha da yoğun kullanarak çevresindeki yaşamın en hüzünlü hâllerini yansıtmaya başlar.
Bundan sonra tablolarında modern şehrin görünen yüzündense, yalnızlığı, yabancılığı, acı çekenleri resmetmeyi tercih eder. Resimlerinin ana teması, yaşlılık, fakirlik, ölüm olmaya başlar. Baş kahramanları ise fakirler, dilenciler, körler ve özelliklede toplumda acı çeken, dışlanan kadınlar olur. Çalışmalarında, figürlerin hiçbiri gülmez, gülümsemez, hâlinden memnun görünmez. Hepsi, hayatla başa çıkamayan, mutsuz, tedirgin, çaresiz, umutsuz insanlardır. Bu süreçteki resimlerinde manzara ve arka planlar yok olmaya başlar, figürler ruhları donmuş hâlde enkaz gibi bedenleriyle ön plana çıkarlar.
Aslında, Picasso’yu özel kılan bu özelliğiydi. Herkesin değersiz gördüğü şeyde bir ışık görmeyi, oradan bir eser yaratmayı başarabilmesi. Fransız eleştirmen Félicien Fargus Picasso için; “Onun objeleri kutsallaştırmak gibi bir gücü var…” demişti.[5]
Burada durup Ona dair birkaç anekdotu aktarayım:
İlki: Pablo Picasso, bir sergisi sırasında kendisine; “Bu resmi (Guernica) siz mi yaptınız?” diye soran Alman Generaline, “Hayır, siz yaptınız!” yanıtını verir.
İkincisi: Bir keresinde Picasso’ya, eserlerinin ne anlam ifade ettiği sorulur. O da, “Kuşların ne cıvıldadığını anlıyor musun? Hayır. Ama yine de dinliyorsun,” der.
Üçüncüsü: Biri Pablo Picasso’ya, “Resimlerinin amacı nedir?” diye sormuş. Picasso, “Neden bahçeye çıkıp güle sormuyorsun ‘Amacın nedir?’ diye. Neden güneşe ya da aya sormuyorsun? Beni neden rahatsız ediyorsun? Gül amaçsızca açabiliyorsa, ben neden resim yapamayayım? Resim yapmaktan zevk alıyorum ve hepsi bu kadar,” diye yanıtlar.
Önemlidir Pablo Picasso; verdiği ders(ler)le…
“Sizce ressam nedir? Çevresinde gelişen kalp kırıcı veya huzur verici hadiselerin farkına varıp, kendisine şekil veren politik bir kişiliktir. Resim, evleri dekore etmek için yapılmaz. Resim, bir savaş aracıdır.”
“Her zaman, yapamayacağım şeyler üzerinde çalışıyorum ki, nasıl yapabileceğimi öğreneyim.”
“Yapabileceğini düşünen yapabilir, yapamayacağını düşünen yapamaz. Bu değişmez ve tartışılmaz bir kuraldır.”
“Yeni şeyler yaratmak için öncelikle bir şeyleri yıkmalısınız.”
“Her yaratıcı hareket, öncesinde bir yıkımla başlar.”
“Yapıldığını görmeden ölmek için, istediğin şeyi yarına bırakmak yeterlidir.”
“Resim yapmak, günlük tutmanın bir diğer yoludur.”
“Resim yapabilmek için gözlerinizi kapatmalı ve şarkı söylemelisiniz.”
“Resim yapmak, görme özürlü insanın uzmanlığıdır. O, gördüklerini değil; hissettiklerini ve yaşadıklarını resmeder.”
“Kişi, resme, hayata yaklaştığı gibi yaklaşmalıdır, direkt olarak.”
“Vahşi bir at çizdiğimde, atı göremeyebilirsiniz… Ama vahşiliği kesinlikle görürsünüz!”
“Rafael gibi resim yapabilmek dört senemi aldı, ama bir çocuk gibi resim yapabilmek ise bütün ömrümü.”
“Küçük bir çocukken annem bana şöyle demişti, eğer asker olursan general olacaksın, rahip olursan Papalığa yükseleceksin. Ama ben ressam oldum ve Picasso olarak kaldım.”
“Çocukken herkes bir sanatkârdır, zor olan yetişkinken sanatkâr kalabilmektir.”
“Eğer kırmızım yoksa, maviyi kullanırım.”
“Cisimleri gördüğüm gibi değil, düşündüğüm gibi boyarım.”
“Eserin sana sorun çıkartmıyorsa, iyi bir eser değildir.”
“Ben aramam, bulurum.”
“Genç olmak uzun zaman alır.”
“Çok parası olan fakir bir insan gibi yaşamak isterim.”
“Hayal ettiğiniz her şey gerçektir.”
“Sanat, bize hakikati bildiren bir yalandır.”
“Soyut sanat diye bir şey yoktur. Her zaman bilinen bir şeyle başlamak zorundasınız.”
“Bir sanat eserini yaratmak için tüm kuralları görmezden gelmeli ve unutmalıdır.”[6]
* * * * *
Ellen Key’in, “Dünya daha korkunç bir hâle geldikçe, sanat daha soyut hâle geliyor,” uyarısının altını çizerek tamamlıyorum diyeceklerimi…
Bu açmaza “Hayır” demeliyiz!
Tıpkı “Biz sanatçılar yıkılmayız ve sanatımızı icra etmek için her şeye gücümüz yeter; bir hapishanede, hatta bir toplama kampında, hücremin tozlu zeminine ıslak dilimle resim yapmak zorunda kalsam bile.”
“Resim, evleri dekore etmek için yapılmaz. Resim, düşmana karşı savunma veya saldırı amacıyla kullanılacak bir silahtır,” diye haykıran Pablo Picasso gibi…
Malum: “Yaratıcı edim, yarattığı ya da yeniden canlandırdığı birkaç nesne aracılığıyla, dünyayı yeniden ele geçirme ereğini güder. Her resim, her kitap varlığın bütünlüğünün yeniden ele geçirilişidir; her sanat yapıtı bu bütünlüğü seyircinin özgürlüğü önüne getirir. Çünkü sanatın son ereği de budur: Dünyayı olduğu gibi, ama sanki kaynağını insani özgürlükten alıyormuş gibi göstererek yeniden ele geçirmek, yakalamaktır.”[7]
Kolay mı?!
“Sanat; iyiyi, özgür olarak yaratan insanı, mükemmelliğe ulaştırma yoludur… Sanat, özgürlüğün kızıdır… Sanat, özgürlük tarafından emzirildikçe büyür,” diye uyarmamış mıydı hepimizi Friedrich Schiller?!
24 Ocak 2022 15:59:34, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:247, Şubat 2022…
[1] André Gide.
[2] İbrahim Karaoğlu, “Hiçliğe Musallat Olan Resimler”, Birgün, 4 Kasım 2021, s.15.
[3] Albert Camus, Yabancı, çev: Semih Tiryakkioğlu, Varlık Yay., 1984.
[4] İbrahim Karaoğlu, “Sessiz Çığlıklarla Dolu Aynalar”, Birgün, 7 Nisan 2021, s.15.
[5] Serra Rodoplu, “Bir Tas Çorbanın Hatırlattıkları”, Cumhuriyet Pazar, 19 Aralık 2021, s.6.
[6] Mary Ann Caws, Pablo Picasso, çev: Onur Belli, Güncel Yay., 2006; Sarah Rossi, Dahiler Sınıfı Pablo Picasso Sınır Tanımaz Sanatçı, çev: Kemal Atakay, Domingo Yay., 2019; Durmuş Akbulut, Çocuklara Ressamlar Pablo Picasso, Etik Yay., 2011; Pablo Picasso, çev: Orhan Göktuğ Gündoğan , ABC Yay., 2005.
[7] Jean-Paul Sartre, Edebiyat Nedir, çev: Bertan Onaran, Payel Yay. 1995.