Bu söz çok etkileyici ve güçlü bir duruş yansıtıyor. “Farklıysanız sevilmezsiniz” kısmı toplumun çoğunlukla normlara bağlı yaşadığına, farklı olanın dışlanabileceğine dikkat çekiyor. Ama “sevilmezseniz sevinin” diyerek bu dışlanmayı bir özgürlük nişanesi gibi görmeyi öneriyor. Çünkü “sürüden değilsiniz”—yani düşünmeden peşinden gidilen kalabalıktan değilsiniz.
Kendin olmanın bedeli bazen yalnızlık olabilir, ama bu yalnızlık özgürlüğün, özgünlüğün ve cesaretin de bir göstergesi.
Sürüden Olmamak
“Farklıysanız sevilmezsiniz, sevilmezseniz sevinin, çünkü siz sürüden değilsiniz.”
Bu cümleyi ilk okuduğumda zihnimde bir şey kıpırdadı. Belki de hepimizin hayatının bir yerinde hissettiği o “ait olamama” hâline dokunduğu için. Farklı olmak kolay değil. Hele ki herkesin birbirine benzediği, benzemeyenlerin de ötekileştirildiği bir dünyada.
Toplum, çoğu zaman “aynı” olanı sever. Çünkü aynı olan, tehdit oluşturmaz. Aynı olan, sorgulamaz, değiştirmez, sarsmaz. Sürüyle aynı yönde yürüyen, konfor alanını terk etmez. Ama farklı olan? O rahatsız eder. Soru sorar, kendi yolunu çizer, belki de yanlış yapar ama kendi hatasını kendi sahiplenir.
Ve evet, farklı olduğunuzda sevilmeyebilirsiniz. Belki yalnız kalırsınız. Belki anlaşılmazsınız. Ama işte tam da o noktada, bu cümlenin ikinci kısmı yankılanır kulakta: “Sevilmezseniz sevinin.” Çünkü o an bilirsiniz ki kendinize sadık kalmışsınızdır. Kimseyi memnun etmek için ruhunuzdan ödün vermemişsinizdir. Kalabalığın sevgisine muhtaç olmadan da var olabildiğinizi fark edersiniz.
Asıl mesele zaten herkes tarafından sevilmek değil. Asıl mesele, kendinizi sevip sevmemeniz. Aynaya baktığınızda gördüğünüz kişiyle barışık mısınız? Onu tanıyor musunuz? Onu savunabiliyor musunuz?
Çünkü siz sürüden değilsiniz. Ve bu bir kusur değil, bir ayrıcalık. Herkesin aynı renkte boyandığı bir tabloda kendi tonunu koruyabilmek cesaret ister. Belki bu yüzden farklı olanlar tarih boyunca ya yanlış anlaşılmış ya da hayranlıkla anılmıştır.
Sürüden olmamak bir yalnızlık biçimi değil, bir özgürlük biçimidir.
Sürüden Olmamak: Farklı Olmanın Bedeli ve Ödülü
“Farklıysanız sevilmezsiniz, sevilmezseniz sevinin, çünkü siz sürüden değilsiniz.”
İlk okuduğumda bu cümle içimi hem ürpertti, hem de tuhaf bir güven duygusu verdi. Çünkü birçoğumuz, farkında olalım ya da olmayalım, bir yere ait olmaya çalışırken kendimizi kaybediyoruz. Oysa bazı insanlar —belki sen, belki ben— kalabalığın ritmine ayak uyduramıyor. Çünkü o ritim ruhumuzla uyuşmuyor.
Küçük yaşlardan itibaren öğretiliyor bize: Uyum sağla. Sıra dışı olma. Göze batma. Sorgulama. Farklıysan düzleş. Yoksa dışlanırsın, sevilmezsin. Ve zamanla, sevilmenin en kolay yolunun “benzemek” olduğunu sanıyoruz. Ama bu yolculukta asıl kendimizi kaybediyoruz. Renklerimiz soluyor, sesimiz kısılıyor, karakterimiz flu bir siluete dönüşüyor.
Peki ya farklıysak?
Peki ya kalabalığın gürültüsüyle değil de, içimizin sesiyle yürümeyi seçiyorsak?
O zaman ne oluyor?
Evet, belki sevilmiyoruz. Belki dışlanıyoruz. Belki “tuhaf”, “fazla”, “değişik” deniyor arkamızdan. Ama işte tam o noktada, bu söz geliyor aklıma: “Sevilmezseniz sevinin.”
Çünkü bu, sizin bir maskeyle değil, kendi yüzünüzle yaşadığınız anlamına gelir.
Çünkü bu, başkaları için değil, kendiniz için var olduğunuzu gösterir.
Çünkü bu, sizi kalabalıktan ayıran ve benzersiz kılan her şeyin kıymetini bildiğinizin kanıtıdır.
Sürüden olmamak bazen yalnız hissettirebilir, evet. Ama o yalnızlık bile daha gerçektir. Daha sahicidir. Daha senindir. Kalabalığın içinde kaybolmaktansa, tek başına ama kendin gibi olmak, çok daha büyük bir cesaret ister.
Bu yazıyı okuyan ve bir yerlerde kendini hep “farklı” hisseden biriysen… Bil ki bu bir kusur değil. Bu bir armağan.
Ve unutma: Farklıysanız sevilmeyebilirsiniz. Ama sevilmiyorsanız üzülmeyin, çünkü siz sürüden değilsiniz.
Belki de en güzel yer orasıdır.
Sürüden Olmamak: İş Hayatında Farklı Olmanın Cesareti
“Farklıysanız sevilmezsiniz, sevilmezseniz sevinin, çünkü siz sürüden değilsiniz.”
Bu söz, özellikle iş hayatında kendi yolunu çizmeye çalışan biri için çok tanıdık geliyor. Çünkü iş dünyası, her ne kadar yaratıcılığı ve özgünlüğü yüceltiyor gibi görünse de, gerçekte çoğu zaman kalıplara, kurallara ve “alışılmışa” bağlıdır. Özellikle bir kadın olarak kendi çizgini yaratmaya çalıştığında, işler daha da karmaşıklaşır.
Farklı olmak çoğu zaman yanlış anlaşılır.
Kendine has bir tarzın varsa, “fazla” olursun.
Sorguluyorsan, “zor” olursun.
Yeni şeyler deniyorsan, “garanti değil” derler.
Kendine özgü bir duruşun varsa, sessizce dışarıda bırakılırsın.
Ama yine de içinden gelen sesi susturamazsın. O ses der ki: “Bu senin yolun. Ve evet, bu yol biraz yalnız olabilir.”
Kendi ofisimi açtığımda bunu çok daha net anladım. Kendi tasarım anlayışımı, iş yapma tarzımı, iletişim dilimi kurarken fark ettim ki; sıradanın içinde kaybolmamak için bazen dışarıdan gelebilecek sevgiye değil, içeriden gelen güce güvenmek gerekiyor.
Çünkü sürüyle yürümek kolaydır. Yön bellidir, ritim ortaktır, eleştiri azdır.
Ama kendi yolunda yürümek? İşte orada hem pusula sensindir, hem de rüzgârla başa çıkan.
Bu yazıyı okuyan biriysen ve iş dünyasında hep “bir şeylerin dışında” kaldığını hissediyorsan, bil ki yalnız değilsin.
Hatta o “dış” dediğin yer, özgürlükle dolu bir alandır. Orada yaratmak, karar vermek, şekil vermek sana aittir. Belki ilk başta sevilmezsin. Alkışlanmazsın. Hatta bazen görünmez bile olursun. Ama orası senin toprağındır. Orada kök salarsın.
Ve bir gün, belki arkandan gelen biri senin izlerini görür ve cesaret bulur.
Farklıysan, ve bu yüzden sevilmiyorsan, sevin.
Çünkü sen, sürüden değilsin.
Ve bu, iş hayatında sahip olabileceğin en kıymetli özgürlüktür.
Sürüden Olmamak: İş Hayatında Farklı Olmanın Cesareti
“Farklıysanız sevilmezsiniz, sevilmezseniz sevinin, çünkü siz sürüden değilsiniz.”
Bu söz, özellikle iş hayatında kendi yolunu çizmeye çalışan biri için çok tanıdık geliyor. Çünkü iş dünyası, her ne kadar yaratıcılığı ve özgünlüğü yüceltiyor gibi görünse de, gerçekte çoğu zaman kalıplara, kurallara ve “alışılmışa” bağlıdır. Özellikle bir kadın olarak kendi çizgini yaratmaya çalıştığında, işler daha da karmaşıklaşır.
Farklı olmak çoğu zaman yanlış anlaşılır.
Kendine has bir tarzın varsa, “fazla” olursun.
Sorguluyorsan, “zor” olursun.
Yeni şeyler deniyorsan, “garanti değil” derler.
Kendine özgü bir duruşun varsa, sessizce dışarıda bırakılırsın.
Ama yine de içinden gelen sesi susturamazsın. O ses der ki: “Bu senin yolun. Ve evet, bu yol biraz yalnız olabilir.”
Kendi ofisimi açtığımda bunu çok daha net anladım. Kendi tasarım anlayışımı, iş yapma tarzımı, iletişim dilimi kurarken fark ettim ki; sıradanın içinde kaybolmamak için bazen dışarıdan gelebilecek sevgiye değil, içeriden gelen güce güvenmek gerekiyor.
Çünkü sürüyle yürümek kolaydır. Yön bellidir, ritim ortaktır, eleştiri azdır.
Ama kendi yolunda yürümek? İşte orada hem pusula sensindir, hem de rüzgârla başa çıkan.
Bu yazıyı okuyan biriysen ve iş dünyasında hep “bir şeylerin dışında” kaldığını hissediyorsan, bil ki yalnız değilsin.
Hatta o “dış” dediğin yer, özgürlükle dolu bir alandır. Orada yaratmak, karar vermek, şekil vermek sana aittir. Belki ilk başta sevilmezsin. Alkışlanmazsın. Hatta bazen görünmez bile olursun. Ama orası senin toprağındır. Orada kök salarsın.
Ve Sonra Ne Oldu?
Bir zamanlar yalnız hissettiğim o yolculuk, bugün dönüp baktığımda en doğru kararları verdiğim dönemmiş. Kendim gibi olmayı seçtiğim, yanlış anlaşılmayı göze aldığım her adım, sonunda başarıya giden taşları döşedi.
Zamanla işler büyüdü.
İnsanlar beni değil, işimi değil — tarzımı fark etmeye başladı.
Projeler geldi, güzel geri dönüşler oldu, ama en önemlisi…
Ben kendim olmaktan hiç vazgeçmedim.
Bugün başarı diye tanımladığım şey sadece yaptığım işler değil; her şeye rağmen kendim kalabilmiş olmam. Ve şimdi biliyorum ki, farklı olmak yalnız bırakmaz, sadece seni doğru insanlarla buluşturur. Belki geç gelir, ama o sevgi, çok daha sahicidir.
Farklıysan, ve bu yüzden sevilmiyorsan, sevin.
Çünkü siz sürüden değilsiniz.
Ve bu iş hayatında sahip olabileceğiniz en kıymetli özgürlük.
Rekabetin İçinde Farklı Kalmak
İş dünyasında yalnızca müşterilerle değil, rakiplerle de sürekli göz göze gelirsiniz. Ve farklıysanız, rekabet daha da görünür hale gelir. Çünkü siz kopyalanamazsınız.
Tarzınız bir şablon değildir. Sizin yaptığınız işe başkası dokunduğunda eksik kalır, çünkü ruhunu taşıyamaz.
Bu da bazılarını rahatsız eder.
Bazen açıkça taklit edilirsiniz.
Bazen fikirleriniz önce küçümsenir, sonra sahiplenilir.
Bazen sesiniz duyulmaz, ama iziniz takip edilir.
İşte bu noktada kendi duruşunuza sahip çıkmak, rekabetin de ötesine geçmektir. Çünkü rakiplerinizle aynı yolda değil, kendi rotanızda yürüyorsunuzdur.
Ve bu da zaten birincilikten çok daha büyük bir zaferdir.
Ve Sonra Ne Oldu?
Bir zamanlar yalnız hissettiğim o yolculuk, bugün dönüp baktığımda en doğru kararları verdiğim dönemmiş. Kendim gibi olmayı seçtiğim, yanlış anlaşılmayı göze aldığım her adım, sonunda başarıya giden taşları döşedi.
Zamanla işler büyüdü.
İnsanlar beni değil, işimi değil — tarzımı fark etmeye başladı.
Projeler geldi, güzel geri dönüşler oldu, ama en önemlisi…
Ben kendim olmaktan hiç vazgeçmedim.
Rakiplerim oldu, elbette. Ama hiçbirinin olması beni geride bırakmadı. Çünkü ben yarışta değildim; kendi yolumdaydım.
Bugün başarı diye tanımladığım şey sadece yaptığım işler değil; her şeye rağmen kendim kalabilmiş olmam. Ve şimdi biliyorum ki, farklı olmak yalnız bırakmaz, sadece seni doğru insanlarla buluşturur. Belki geç gelir, ama o sevgi, çok daha sahicidir.
Farklıysan, ve bu yüzden sevilmiyorsan, sevin.
Çünkü siz sürüden değilsiniz.
Ve bu iş hayatında sahip olabileceğiniz en kıymetli özgürlük.
Ben yarışta değilim. Kendi yolumdayım.”