belma122

İnsanlar sahip oldukları özellikler ve sıfatlar gereği ayrıcalıklı bir konuma sahiptirler. İnsanların bu ayrıcalıklı konumları beraberinde bazı hak ve özgürlüklere sahip olmaları ve korunmaları ihtiyacını getirmektedir. İnsanlar insan onuruna sahip olarak doğarlar. İnsan haklarının ortaya çıkışı da insan onurunun her tür saldırıdan korunması ihtiyacından doğmuştur.

Geçmişe baktığımızda insanlığın hak arayışının çok eskilere dayandığını görmekteyiz. Bu arayış sonucunda birçok kural, kurum ve mekanizmalar oluşturulmuştur. Özellikle 20. yüzyılda insanlık iki dünya savaşına tanık olmuştur. Bu savaşlarda insan hakları ihlalleri sonucu ne denli acı tabloların ortaya çıktığı görülmüştür.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı'nda 60 milyonun üzerinde insan hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra milyonlarca insan yaralanmış, ayrıca birçok salgın hastalık ortaya çıkmıştır. Bu savaş sonrası dünya devletleri bir araya gelerek kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin teminat altına alınması hususunda anlaşmışlardır. 

İnsan Hakları Bildirgesinin Kabulü

Bunun üzerine savaştan üç yıl sonra Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından Haziran 1948 yılında İnsan Hakları Bildirgesi oluşturulmuştur. 10 Aralık 1948'de Genel Kurulun Paris'te yapılan oturumunda da bu bildiri kabul edilmiştir. Bildiri, çekimser kalan 6 ülke, Güney Afrika Birliği ve Suudi Arabistan dışında kalan ülkelerin oylarıyla kabul edilmiştir. Daha sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, tüm devlet ve sivil toplum organizasyonlarını davet ederek kurulda yaptığı oylama sonucu 10 Aralık tarihinin "Dünya İnsan Hakları Günü" olarak kabul edilmesine karar verilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde 'herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahip olduğunu' ifade edilmektedir. Dolayısıyla bildirge, en başta yaşam hakkımız olmak üzere insan onuruna yakışır şekilde tüm haklarımıza ulaşmamızı hedeflemektir. Bildirge bağlayıcı bir hukuk normu olmasa da kendinden sonra oluşturulan metinlerin referans aldığı manevi bağlayıcılığı kabul edilen bir norm haline gelmiştir.

Bildirgenin kabulünden bu yana geçen 74 yılda gerek ulusal gerekse de uluslararası platformda temel hak ve özgürlükler konusunda şüphesiz pek çok ilerleme kaydedilmiş, yeni birçok düzenlemeler yapılmıştır. Aslında bu hususta en öncelikli ve asıl koruma ulusal hukuk sistemlerinin görevi dahilindedir. Uluslarüstü koruma ise, ikincil nitelikte olup bu haliyle ancak ulusal korumayı tamamlayıcı şekilde gerçekleşebilmektedir. 


Bu anlamda kişi ancak iç hukuk yollarını tükettikten sonra uluslarüstü korumadan faydalanabilmektedir. Ulusal bazda insan haklarının korunması anayasa gibi temel normlarla teminat altına alınarak yine bu yönde oluşturulacak ulusal kurumlarla mümkün olacaktır.

Günümüzde İnsan Hakları İhlallerindeki Artış


Bunca gerçekleştirilen ilerlemeye rağmen günümüzde dünyanın farklı yerlerinde maalesef insan haklarının yoğun bir şekilde ihlal edildiğine şahit olmaktayız. Özellikle en sıkı biçimde korunması gereken yaşam hakkı, ayrımcılık ve adil yargılanma gibi temel haklardaki yoğun ihlaller bize, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi temelinde ciddi somut adımların derhal atılması gerekliliğini göstermektedir.


Ancak bütün bunlara rağmen günümüzde halen milyonlarca insanın savaş ve çatışmalarda hayatını kaybettiğini, taciz, şiddet, sömürü ve istismara maruz kaldığını görmekteyiz. BMMYK'nin verilerine göre 2022 yılının ilk 6 ayında 103 milyon kişi zorla yerinden edilmiş, 144 ülkeye 1.1 milyon sığınma başvurusu yapılmıştır. Bu 2021'in aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzde 89'luk çok ciddi bir artış anlamına gelmektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve UNICEF'in 10 Haziran 2021 tarihinde yayınladığı rapora göre, çocuk işçi olarak çalışan çocukların sayısı son dört yılda 8,4 milyon artarak dünya genelinde 160 milyona yükselmiştir. Girls Not Brides verilerine göre de, 650 milyon kadın ve kız çocuğu 18 yaş altı evliliğe zorlanmıştır.


Bütün bu çerçevede konuya bakıldığında, ulusal ve uluslararası aktörlerin insan haklarının korunması ve geliştirilmesi temelinde yükümlülüklerini hangi oranda yerine getirdikleri hususu büyük önem arz etmektedir. Kaldı ki insan haklarının korunması ve geliştirilmesi konusunun kurum ve normlardan bağımsız olarak vazgeçilmez değerli bir fikir olduğu kesinlikle unutulmamalıdır.