Kadına karşı şiddet, özel veya kamusal alan fark etmeksizin cinsiyete dayalı psikolojik, fiziksel ya da cinsel acı veren veya verebilecek bir fiil, zorlama, tehdit, ekonomik ihtiyaçlardan yoksun bırakma, özgürlükten alıkoyma şeklinde tanımlanmaktadır. Töre cinayetleri, küçük yaşta evlendirilme ve çocuk sahibi olmaya zorlanma, zorla işte ve evde çalıştırılma, erkeğe bağımlı halde yaşama gibi hususlar bu kapsamda sayılabilir. Anayasa ve evrensel hukuk devlete, kamu kurumlarına ve topluma cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet, ırkçılık, savaş, ayrımcılığa karşı çalışmalar yapmak için çeşitli ödevler yüklemektedir.
Bu anlamda her yılın 25 Kasım tarihi Uluslararası Kadına Karşı Şiddetin Ortadan Kaldırılması Günü olarak düzenlenmiştir. Tarihin 25 Kasım olarak belirlenmesi, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde meydana gelen bir olay sebebiyledir. Bu olay tarihe Trijillo Hükümeti’ne karşı mücadele veren Mirabel kardeşlerin tecavüz edilerek vahşice öldürüldüğü insanlığın utanç ve ayıbı olarak geçmiştir.
Rafael Trujillo’nun ülkeyi diktatörlükle yönetmesine karşı çıkan ve Mirabel Kardeşler olarak bilinen Patria, Minerva ve Maria Terasa Mirabel adındaki üç kız kardeş, Trujillo'nun, "Ülkede iki tehlike var: Kilise ve Mirabel Kardeşler" şeklinde yaptığı açıklamadan günler sonra tecavüz edilerek vahşice öldürülmüşlerdir. Cesetleri ülkenin kuzeyinde bir uçurumun dibinde bulunması üzerine önce diktatörlük bu ölümlerin sebebini trafik kazası olarak açıklamışsa da bu kadınların, diktatörlük karşıtı Clandestina hareketinin kurucuları olmalarının tehlike olarak görülmesi sonucu tecavüz edilerek öldürüldükleri ortaya çıkmıştır. Mirabel kardeşler bu anlamda verilen mücadelede bir sembol haline gelmişler, böylece diktatörlüğe karşı verilen direniş daha da güçlenmiştir. Diktatörlük nihayet bir yılın sonunda Anti-Trujilo hareketi tarafından iktidardan indirilmiştir.
1974 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Olağanüstü ve Silahlı Çatışma Hallerinde Kadınların ve Çocukların Korunmasına Dair Bildiri” kabul edilmiş, 1979 yılında bu bildirideki ilkelerin uygulanması için “Kadınlara Karşı Her Çeşit Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi” imzaya açılmış ve nihayet 1993 yılında “Kadınlara karşı Şiddetin Tasfiye edilmesine dair Bildiri” ilan edilmiştir. 25 Kasım’ın Mirabel Kardeşler’in anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edilmesi ise, 1981 yılında Kolombiya’nın Bogoto şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karaipli Kadınlar Kongresinde olmuştur. Bu karar 1999 yılında Birleşmiş Milletler kararına dönüşerek, artık 25 Kasım uluslararası düzeyde “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul edilmiştir.
Ülkemiz açısından her ne kadar kadına yönelik şiddetle mücadele için ulusal eylem planları hazırlansa da, maalesef kadına karşı şiddetin her geçen gün arttığı gözlemlenmektedir. Kız çocuklarımız ve kadınlarımız kamusal ve özel alan fark etmeksizin her alanda yaş, sosyal ve ekonomik durum, eğitim düzeyi ayırt edilmeksizin tacize, tecavüze uğramakta, şiddet görmekte, sakat kalmakta ve hatta öldürülmektedir. Yapılan onca yasal düzenleme ve değişikliklere rağmen kadına yönelik şiddet azalmadığı gibi ölüm hadiselerinin artması vahim bir gerçektir.
Ülkemizde kadına yönelik şiddetin artmasının en önemli nedenleri arasında yapılan yasal düzenlemelerle uygulama arasındaki yetersizlik göze çarpmaktadır. Kadına yönelik şiddette gerçek neticelere ulaşılmak isteniyorsa devletin bu soruna daha da ciddiyetle odaklanması gerekmektedir. Kadının sosyal yaşama katılımını engelleyen bir faktör olan kadına karşı şiddetle gerçek anlamda mücadele, kişi şiddete uğradıktan sonra değil bilakis şiddet uygulanmasının engellenmesi yöntemlerine ağırlık verilmesi suretiyle olmalıdır.
Elbette ki devletin çok yönlü politikalar üretmesinin yanı sıra toplumsal bazda kararlı bir mücadelenin önemi büyük olup bunlardan da önce toplumda kadının bir birey olduğunun kabulünü sağlayacak tarzda düşünce dönüşümü gerekmektedir. Bu doğrultuda cinsiyet eşitliği ve kadına karşı şiddete dair sosyal farkındalık oluşturmak, zihniyet değişikliği ile beraber toplumun ve kişilerin kadına bakış açısını dönüştürmek ciddi bir zorunluluktur.
Dolayısıyla kadına karşı şiddeti önleme adına devletin görevi ulusal ve uluslararası sözleşmelerle tanınan haklar çerçevesinde etkin politikalar geliştirmek ve yine bunların etkili ve eksiksiz bir şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Özellikle Türk Medeni Kanun’u, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasa ‘da güvence altına alınan hakların tüm kurum ve kuruluşlar tarafından kağıt üzerinde kalmadan gerçek manada tavizsiz uygulanması bu anlamda büyük önem arz etmektedir.