Türkiye'de kadın olmak, boynunda bir namus yaftasıyla dolaşmak zorunda bırakılmaktır.
Türkiye'de kadın olmak, boşanmışsa dul, evlenmemişse evde kalmış, çocuğu yoksa kısır, dekolte giyiniyorsa hafifmeşrep, çok gülüyorsa oynak, çok geziyorsa sürtük diye etiketlenmektir. Türkiye'de
kadın olmak, ayıplarla, önyargılarla, geri kafalılıkla savaşmaktır. Fikrini savunamamak, düşünememek, konuşamamak, gülememek, içinden geldiği gibi davranamamak, hakkını arayamamaktır.
Türkiye'de kadın olmak, bedeninden, cinselliğinden, kadınlığından utandırılarak eğitilmektir. Sustuğunda, gözlerini yerden kaldırmadığında, başı eğik olduğunda, 'terbiyeli' sıfatıyla ödüllendirilirken,
tam tersini yaptığında ahlaksız olmaktır. Türkiye'de kadın olmak, ana babaların oğullarının çapkınlıklarından böbürlenerek bahsederken, kızlarının bir erkekle çay içmesinin bile namuslarını iki paralık etmesine tanık olmaktır. Türkiye'de kadın olmak, aynı işi yaptığı halde erkeklerden daha az ücret
almak, daha başarılı olduğu halde terfi ettirilmemektir. Türkiye'de kadın olmak, dayak yediğinde hak ettiği, taciz edildiğinde arandığı düşünülmek, tecavüze uğradığında bile suçlanmaktır. Türkiye'de kadın olmak, her türlü şiddete maruz kalıp da, polise gidince ciddiye alınmamak, devlet tarafından korunmamaktır. Türkiye'de kadın olmak, baskıcı, ikiyüzlü bir toplumda nefes almaya çalışmaktır!
Türkiye’de Kadın olmak… Bu ülkede her sabah gözlerini açtığında, “Acaba bugün bir kadın daha öldürüldü mü?” diye düşünmek, o acı haberle karşılaşma korkusuyla yaşamak demek. Üstelik sadece senin değil, tüm kadınların hayatta kalma mücadelesini izlemek ve bazen sadece susarak o acıyla baş etmeye çalışmak. Anne olmak da bundan farklı değil; sadece kendin için değil, büyüttüğün çocuk için de endişe duymak, onları bu acımasız dünyadan nasıl koruyacağını bilmemek demek.
Bir kız çocuğu büyütüyorsan, onun bir gün sırf kadın olduğu için haksızlığa uğrayacağını bilmenin yüreğinde bıraktığı ağırlıkla yaşıyorsun. Bir oğlun varsa, ona bu dünyada nasıl daha adil ve saygılı biri olmayı öğretebileceğini düşünüp duruyorsun. Kadın olmak zor. Anne olmak daha da zor…
Daha çocukken pembe kıyafetler giydirilerek “kız-kadın” kimliğine toplum tarafından atanıyoruz. Belirli yargılarla yetiştiriliyoruz. Kız dediğin hanım hanımcık olmalı, sesini çıkartmamalı, bağırmamalı, ev işleri onun sorumluluğunda; büyüdüğü zaman çocukta baksın, yemekte yapsın, ev işi de yapsın hatta kocasının gönlünü de yapsın. Eğer kadın kocasını hoşnut tutmazsa erkek başkasına gider. Kocam karakterli olduğu için dışarıya bakmasın. Böyle empoze edilerek büyütülüyoruz. Erkeklere güç veren, güçlü pozisyonuna sokan toplum, kadını hep baskılıyor. Kadın azıcık isyan etmeye, baş kaldırmaya çalışsa erkek onu bir şekilde susturuyor. Şiddetin başladığı ve sonuçlandığı yer de tam olarak burası.
Her gün haberlerde, sosyal medyada bir kadının öldürüldüğünü görmek kalbine saplanan bir hançer gibi. Belki komşumuz, belki tanımadığımız bir kadın… Ama her seferinde içimizde aynı yara açılıyor. “Neden?” diye soruyoruz ama cevabı çoktan biliyoruz: Erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Kadının değeri yok sayılıyor. Adalet, kadının değil, suçlunun yanında. Tecavüzcüler, saldırganlar serbest bırakılıyor. Kadınların hayatı bu kadar ucuz mu gerçekten?
İş yerlerinde de durum farklı değil. Kadınlar sürekli kendini ispat etmek zorunda. Erkeklerin iki adımda yürüdüğü yolları biz on adımda geçmeye çalışıyoruz. Başarıya ulaşmak için hep daha fazla çalışmak, hep daha fazla direnmek zorundayız. Çünkü bir kadının sesi, bir erkeğin sesinden daha çok boğuluyor bu ülkede. Emeğimiz görünmüyor. Başarımız küçümseniyor.
Bazen düşünüyorum, bu ülkede çocuk büyütmek nasıl bir sorumluluk? Bir anne olarak çocuğuna iyi olmayı öğretmek yeterli mi? Onları nasıl bir geleceğin beklediğini düşünmek bile korkutucu. Çocuğumun da bu adaletsiz düzenin bir kurbanı olmasından korkuyorum. Bir kız çocuğu yetiştiriyorsam, onun güvende olamayacağını bilmek; bir erkek çocuk yetiştiriyorsam, ona bu acımasız düzenin bir parçası olmamayı öğretmeye çalışmak… Hepsi ayrı bir mücadele.
Ama biz kadınlar, bu mücadeleye doğduğumuz andan itibaren alıştık. Korksak da, üzülsek de, içimizdeki öfkeyi bastırsak da dimdik ayakta durmaya çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bu hayat sadece bize ait değil. Bizim çocuklarımız var. Onlara daha güvenli, daha adil bir dünya bırakmak için direnmek zorundayız.
Kadın cinayetlerini durdurmak zorundayız. Şiddeti, tecavüzü, adaletsizliği bitirmek zorundayız. Belki bugün değil, belki yarın ama biz kadınlar asla susmayacağız. Çünkü bu dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapmak için en çok biz kadınların sesine ihtiyaç var. Ve bir gün bu sesler susturulamayacak kadar güçlü olacak.