Bugün, Türkiye eğitim tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümünü kutluyoruz. Bu vesileyle, Köy Enstitülerinin kuruluşu ve eğitim sistemiyle ilgili yaptığım araştırma ve okumalardan edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Cumhuriyetin ilk yıllarında köylerin büyük çoğunluğu eğitimden yoksun, altyapısız ve kültürel olarak geri kalmış durumdaydı. Bu tablo, halk eğitimi konusunda büyük bir boşluk yaratmaktaydı. Hareketin temel amacı, kırsal kesimdeki eğitim eksikliklerini gidererek modern Türkiye’nin temellerini atmaktı.

Bu hedef doğrultusunda, Amerikalı eğitimci John Dewey’in önerdiği Köy Enstitüsü eğitim modeli benimsendi. Bu modelin özü, okulların yerel koşullara göre uyarlanması fikrine dayanıyordu. Yereldeki, yani köylerdeki işleri eğitimle birleştirme amacıyla tasarlanan bu sistem, mezunların hem öğretmen hem de toplumun eğiticisi olmalarını hedefliyordu. Öğrenciler, kendi okullarını, evlerini, iş yerlerini inşa ederek; birlikte yaparak, yaşayarak ve üreterek öğreniyorlardı. Bu sayede üretim ile eğitim bir araya getiriliyordu.

Dewey’in devrimci ve yenilikçi bu modeli, 17 Nisan 1940 tarihinde dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un öncülüğünde hayata geçirildi. Bu yenilikçi eğitim hareketi, yalnızca eğitim değil; köy yaşamını dönüştürmeyi, halkı bilinçlendirmeyi ve sosyal eşitsizliklere karşı durmayı amaçlayan bir projeydi.

Ancak süreç içerisinde çeşitli siyasi ve toplumsal engellerle karşılaşıldı. Köy Enstitülerinin sol eğilimli bir anlayışla köylüleri bilinçlendirme çabası, Demokrat Parti ve onu destekleyen kesimlerin tepkisini çekti. Enstitülerden mezun olan öğretmenler, yalnızca eğitim vermekle kalmayıp, toplumsal ve kültürel değişimi de savunmuş; halkı bilinçlendirmeye yönelik çalışmalar yürütmüşlerdi. Demokrat Parti ise bu tür faaliyetleri, sol ideolojinin yayılması açısından tehdit olarak görüyordu.

1946 seçimleriyle iktidara gelen Demokrat Parti, eğitim politikalarına farklı bir sınıfsal bakış açısıyla yaklaşıyordu. Kırsal kesimdeki halkın yalnızca geleneksel eğitimle değil, din eğitimi ve kültürel değerlerle de yetiştirilmesini savunuyorlardı. Bu yaklaşım, Köy Enstitülerinin temel ilkeleriyle çelişiyordu. Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’nin reformist politikalarını gerileterek, İsmet İnönü’nün liderliğindeki CHP ile karşı karşıya geldi ve enstitülerin kapatılmasına yönelik adımlar attı. Sonuç olarak, bu devrimci eğitim anlayışı 1954 yılında resmen sona erdi.

Köy Enstitülerini eleştiren önemli sol-Marksist yazarlardan biri de Kemal Tahir olmuştur. Özellikle Bozkırdaki Çekirdek romanında, idealist bir Köy Enstitüsü öğretmeni olan İrfan’ın gözünden sistemin eleştirisini yapar. Öğretmen İrfan’ın reformist yaklaşımlarının, köylünün gerçek hayatıyla nasıl çeliştiğini gösterir. Kemal Tahir, bu romanda reformistlerin köy halkını tanımadan uyguladıkları eğitim sisteminin başarısız olduğunu savunur. Öğretmen İrfan, aydın bir birey olarak köy halkıyla kültürel ve sınıfsal farklar nedeniyle çatışma yaşamaktadır. Kemal Tahir, bu kurumların iyi niyetli olmakla birlikte, toplumsal gerçeklikten kopuk ve halkın değerleriyle çelişen bir proje olduğunu vurgular.

Konuyu fazla uzatmadan şunu söylemek isterim ki, Köy Enstitülerinin bize bıraktığı miras hâlâ eğitim sistemimize ilham vermeye devam ediyor. Kuruluşlarının yıl dönümünde, bu devrimci hareketin önemini bir kez daha hatırlıyoruz. Toplumun gerçeklerini gözeterek; eğitimde eşitlik, özgürlük, demokrasi, halkı bilinçlendirme ve kalkınmada eğitimin rolünü yeniden düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.

Köy Enstitülerinin kuruluş yıl dönümünde, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği ile Adana Eğitim-Sen Şubesinin ortaklaşa düzenleyeceği panele herkesi bekliyoruz. Panel, 17 Nisan Perşembe günü saat 17.00’de Selma-i Pak Kültür Merkezi’nde gerçekleşecektir.