Kıbrıs küçücük bir yer, çok. Herkes, herkesin akrabası eşi dostu, haftada en az bir kere birbirini gördüğü bir yer. Öyle “şu ilimiz, şehrimiz yasta kan ağlıyor” falan yok bizde, tüm ada yastayız, kan ağlıyoruz.

Yarınlarımızı, çocuklarımızı kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Lisede bizleri okutan hocalarımızı, komşularımızı, kardeşlerimizi, evlatlarımızı, yeğenlerimizi kaybettik. Pazartesinden beridir tek yürek güzel bir haber, bir umutla bekliyoruz. Kalbimiz ağzımızda.

Hiç iyiyim, iyiyiz demeyeceğim. Evet nefes alıyoruz, ama ona bile utanıyoruz. Yutkunamıyorum.

Yalan yanlış haberlerle bizleri oyalayan, yanlış yönlendirenleri affedemiyorum. Çok öfkeliyim. Çocuklarımızı kurtarmaya Adıyaman’a ancakta pazartesi akşamı varan ekiplerimiz orada çalışmalar oluyor sanıyordu belki de. Belki de daha erken oranın insanlıktan çıkmış kişilerce mezar yeri gibi bırakıldığını bilseydiler daha erken davranabilirdiler.

Küçücük “yavru vatan” koskoca Türkiye’ye şapka çıkarttırır. Arama kurtarma ekiplerimizin, ailelerin ve gönüllülerimizin çabası, çalışmaları takdire şayan. Uykusuz, daha önce hiç karşılaşmadıkları hava şartlarında, susuz, aç canla başla çalıştılar, çalışıyorlar. Öyle ki yakınlardaki enkazdan bir çocuk kurtarmıştır Kıbrıs’tan giden ekibimiz. O küçücük kız çocuğunun ümitsiz anında enkazdan çıkınca duyduğu ilk şey Kıbrıs şivesi ile “hoş geldin abim, geçmiş olsun abim. Bravo!” oldu. Tüm Kıbrıs ayni duayı etti, ediyor. Dinleri, dilleri, ırkları fark etmeksizin, tek bir ağızdan “şampiyonlarımızı bekliyoruz” diyoruz.

Adıyaman’da enkaz da çalışan bir gönüllünün çektiği videoyu gördüm, açtıkları koridora doğru “sesimi duyan var mı?” diye soruyordu, o sessizlik var ya, aldığımız o nefes kurşun gibi ağır geldi hepimize.

Küçücük, el kadar çocuklarımızı kaybettik!

Nesiller yetiştiren öğretmenlerimizi kaybettik!

Yemeden içmeden, evladını, gençlerimizi, sporcularımızı desteklemeye giden velilerimizi kaybettik!

Sporcularımızı kaybettik!

Aslında kaybettik değil, öldürüldüler. Özür dilerim şimdi vakti değil belki de ama haklıyız! Evlat acısının yanında öfkelerimizin hiçbir önemi yok, değeri de yok, aramızdan ayrılanları geri getiremez tabii ki. Fakat söylemek zorundayız! Bunun hesabını sormak zorundayız!

Mimarlar, mühendisler, müteahhitler, işçiler, inşaat malzemelerini sağlayanlar, denetçiler, devlet kurumları ve makamları siz, abuk sabuk imar yasalarınız ve cüzdanlarınız katilsiniz!

Daha önce mühürlenen, torpillerle depreme dayanıklıdır denilen yerlerde nasıl oluyor da kalınabiliyor?

Ders falan değil bu. Siz sadistsiniz! Bu işten zevk alıyorsunuz bence. Ders dediğine çalışılır! Siz dersten kalmaktan utanmıyorsunuz, üstüne bir de nasıl oluyorsa yine de okuldan atılmıyorsunuz! Saygısız davranıştan disipline verilmiyorsunuz!

Tutuklanmanız gerekiyor, yargılanmanız gerekiyor hepinizin!

Çünkü sizler birer katilsiniz!

Yalancısınız!

Oturduğunuz koltuk 6 Şubat depreminde sallanmamışsa bile çok güvenmeyin derim. Sallamasını elbet bileceğiz. Siz bizim hayatımızı aldınız, yıktınız! İnsanlarımızı, çocuklarımızı enkaz altında bıraktınız! Bunun hesabı elbet sorulacak.

Anavatan yavru vatan arasını bozmaya falan çalışma değil bu.

Bilinçli insanların, aklı başında insanların düşünceleri.

Siyaset, rant ve milliyetçilikle bürünmüş gözünüz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nden gelen yardımı kabul etmeme, Yunanistan üstünden yollasınlar demek, erzak üstündeki Rumca yazıları çıkartma zorunluluğu, işleri ne kadar zorlaştırdığınızı, süresini uzattığınızı, yardımın önünde engel olduğunuzu gösteriyor.

Ya düpedüz; “bizler sadist katilleriz” diyorsunuz!

Ve halen daha bunu duymak istemeyenler var. Duymuyorlar.

İnsan hayatı bu kadar ucuz ve değersiz olmamalı. İnsanlıktan yoksunsunuz.

Şiirler vardır, çocukların ve ölümün yan yana durmasının normal olmadığını anlatan bizlere..

Hepimizin başı sağ olsun.

Hepimize geçmiş olsun.

“Çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filân;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında.
Kırematoryum, kırematoryum, kırematoryum.
Bir deniz görüyorum
                     ölü balıklarla örtülü bir deniz.
Negatif resimcikler boşluğun karanlığında,
yaşanmamış günlerimiz
                           çocukların avuçlarıyla birlikte yok olan.”

-          Nazım Hikmet Ran