ÇOCUK YETİŞTİRMEK BİR SANATTIR
ÇOCUK YETİŞTİRMEK BİR SANATTIR
Doğal yaşam gözlemlendiğinde, bir atın at, bir kedinin kedi ve bir böceğin böcek olarak doğduğunu söyleyebiliriz. Ancak bu durum insan için de geçerli midir? Her ne kadar diğer bazı memeli türlerinde sosyal davranış kalıplarının, statü ve rollerin görülmesi olası ise de insanı bu anlamda diğer türlerden ayıran özellik, sosyalleşme sürecinde kazandığı bilgi birikimlerini ve tecrübelerini diğer nesillere aktarabilmesidir. Çünkü insan biyolojik olarak diğer hayvan türlerine benzerken, insanlaşmasını ve diğer türlerden ayrışmasını, sosyalleşmesine borçludur. Sosyalleşmiş insana ise sosyal psikolojide ''Birey'' adı verilir. Fakat bir kişinin bireyleşebilmesi bir takım koşullara ve sorumluluklara sahip olmasını gerektirmektedir.
Tarih boyunca eğitilmiş hayvanların neler yapabildiğine hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Posta güvercinlerinden, bisiklet süren maymunlara, trafikte kırmızı ışık yanarken yeşilin yanmasını bekleyen sokak hayvanlarına kadar pek çok hayvan, türe özgü hazır bulunuşluklarına uygun çeşitli beceriler kazanabilmektedir. Bu bağlamda bana ilginç gelen şudur: Bir köpeğe uyuşturucunun kokusunu, bir kediye tuvaletini nereye yapması gerektiğini, bir ayıya dans etmesini, bir maymuna bisiklet sürmesini öğretebiliyorken niçin bir insana tuvalete nasıl oturacağını, neden kırmızı ışıkta geçmemesi gerektiğini, neden gece yarısı son ses müzikle araba kullanmaması gerektiğini öğretemiyoruz?
Bu durum sizlere de ilginç gelmiyor mu?
Watson: ‘’ -Bana büyütmem ve eğitmem için sağlıklı bir düzine çocuk getirin
Oysa 20.yy başlarında Watson: ‘’ -Bana büyütmem ve eğitmem için sağlıklı bir düzine çocuk getirin; yatkınlıkları, eğilimleri ve yetenekleri ne olursa olsun kendi seçimime göre onlardan dilenci, hırsız veya avukat, doktor yetiştireyim.’’ demişti. Locke' un deneyci bilgi kuramındaki Tabula Rasa' sına ek olarak Watson, doğuştan getirilen potansiyel yeteneklerin koşullu öğrenme; Skinner ise kasıtlı (edimsel) öğrenme vasıtasıyla insan ve hayvan türlerinde istendik değişiklikler meydana getirebileceğine bilimsel olarak dikkat çekmekteydiler.
Ödül ve ceza
Davranışçıların canlılara herhangi bir beceriyi öğretmedeki temel kıstası ödül ve cezadır. Bu bağlamda, bir becerinin öğretileceği canlı, istendik davranışı yaptığında ödüllendirilmekte, istenmeyen davranışı yaptığında ise ya görmezden gelinmekte veya cezalandırılmaktadır. 20. yy' ın başlarından itibaren öncelikle ABD olmak üzere tüm dünyada çeşitli şekillerde örgün eğitimde kullanılagelen davranışçı yöntem hayvanlar üzerinde geliştirilmiş ve günümüzde de yaşamın her alanında davranış biçimlendirme amacıyla yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin araç kullanırken kırmızı ışıkta durmayan sürücülere ceza yazılması, okulda ödevini yapmayan bir öğrenciye eksi verilmesi gibi.
Türk toplumsal kurumlarında da geleneksel olarak en yaygın biçimde kullanılan bu yöntem, öncelikle anne-babalar, öğretmenler, askerler ve dini cemaatlerde davranış biçimlendirme ve kuralları benimsetme aracı olarak görülen neredeyse yegane yöntemdir. Bunun yanı sıra Türk Toplumu bir eğitim yöntemi olarak kullandığı davranışçı yöntemi çarpık bir şekilde kendine uyarlayarak, ödülü kullanmadan çoğunlukla ceza üzerine bir eğitsel sistem oluşturmuştur. Bu bağlamda bir çocuk istenilen bir davranışta bulunduğunda görmezden gelinip, hatalı bir davranışta bulunduğundaysa ceza yöntemine başvurulmaktadır. Oysa bu yöntemin doğrusu, çocuğun hatalı olduğu değerlendirilen edimlerinde cezanın daha az kullanılarak davranışın görmezden gelinmesi; istendik edimleri yerine getirdiğinde ise o davranışın zaman geçirilmeden ödüllendirilmesidir. Ayrıca ceza uygulamanın gerekli olduğu durumlarda çocuğun duygusal benliğine, kendiliğine veya kişiliğine zarar veren birinci tip cezalar (dayak, hakaret, aşağılama gibi) yerine, ikinci tip cezalar (sevilen veya istenilen bir durumu ortadan kaldırma, örn. harçlığını kesme gibi) tercih edilmelidir.
Watson ve Skinner' ın sistemleştirdiği bahsi geçen çocuk yetiştirme biçiminin, çocuğun istenmeyen davranışı yaptığında cezalandırılması üzerine kurulduğundan söz etmiştim. Bu sistemin temel mantığı çocuğun istenmeyen davranışı yaptığında sonucunun ceza olacağını önceden bilmesi ve korku tepkisinin harekete geçirilerek davranışın engellenmesidir. İşte tam bu noktada, sadece bu anlayışla yetiştirilen çocukların, büyüdüklerinde dünyayı büyük felaketlere yol açıp açmayacağından emin olamayız. Çünkü bu sistem, cezanın mümkün olduğu durumlarda işe yararken, ceza ortadan kalktığında işe yaramamaktadır.
Örneğin, kişi trafik cezası yiyebileceği noktalarda kırmızı ışıkta dururken, hiçbir ceza yemeyeceği noktalarda kırmızı ışıkta durmayabilecektir; amfide toplum içinde beyefendi görünecek ancak hiç tanımadığı insanların arasında lümpenleşebilecektir, cemaat yurdundaki tuvaleti temiz tutup okul tuvaletini -ötekilere bilinçaltındaki öfkesini kusarak- kirli bırakabilecektir; sosyal düzeni korumak üzere asker veya polis olup emir aldığında çocukların üzerine hiç düşünmeden atom bombası atabilecektir. Bu anlamda 2. Dünya Savaşı' nda Almanya' nın ve İtalya' nın daha önce toplum tarafından en saygın kabul edilen profesörleri birer canavara dönüşmüş ve Yahudi çocukları üzerinde, onları daha hızlı öldürebilecek kimyasal gazlar denemişlerdir.
Çünkü ödül-ceza ve korku yöntemi ile çocuk yetiştirme biçiminde, dikkat edilirse çocuk bir makine veya robot gibi ele alınmakta, duygu ve düşünceleri yok sayılmaktadır. Oysa son yüz yılda yapılan araştırmalar, insan yavrusunun sağlıklı olarak gelişebilmesi için üç farklı alanda gelişim göstermesi gerektiğini bildirmektedir. Bu gelişim alanları fiziksel gelişim, bilişsel gelişim ve duygusal gelişimdir; sağlıklı, ahlaki veya norma uygun olarak tanımlanabilecek davranışlar ise ancak bu üç farklı alanın birbirine uyum sağlaması ve eşgüdümsel gelişimiyle mümkün olabilmektedir.
Piaget ve Kelly' nin sistemleştirdiği bilişsel gelişim, zihinsel gelişimi açıklamaktadır. Bu kurama göre çocuklar, dünyaya belli bir potansiyelle gelirler ve bir alt basamaktaki sistem yeterli uyaranı aldığında bir üst sistemin gelişmesini sağlar. Böylece sağlıklı bilişsel gelişim aşamalarından geçerek yetişkin olan bir birey, yaptığı bir davranışı niçin yaptığının; ayrıca yanlış ve doğru davranışın yere, zamana ve şartlara göre değişebileceğinin farkındadır. Bu bireyin davranışı iradi bir davranıştır. Tek başına kaldığında sorumluluk alabilecek ve toplum tarafından denetlenmese bile doğru eylemde bulunabilecektir. Kelly' e göre bilişsel yeterliliğe sahip bireylerin kişilik yapılarının birbirinden farklı ve özgün olmasının yanı sıra bu kişiler dünyayı değişim içerisinde algılayabilme ve değişen şartlara göre yapılandırabilme yeteğine haizdirler.
Duygusal gelişim
Duygusal gelişimi ise ilk olarak Mahler sistemleştirmiştir. Mahler, bebek ile ilk bakıcısı (çoğunlukla anne veya baba) arasındaki duygusal etkileşime dikkatleri çekerek, bir yetişkinin öteki canlılara güvenme, yakınlık kurma, sevme, empati kurabilme gibi yetenekler geliştirebilmesi için sağlıklı bir duygusal gelişime sahip olabilmesi gerektiğini belirtmektedir. Mahler'e göre bebeklerin duyguları, bakıcılarıyla senkronize olmaktadır. Bu yüzden bebeğin sağlıklı duygusal gelişimi, annenin duygusal olarak sağlıklı olmasına bağımlıdır.
Duygusal gelişim, kişiler arası ilişkilerde de önemli bir yer tutar. Yetişkin bir bireyin, diğer yetişkinlerle iletişiminde gösterdiği duygusal tepkiler, çocuklukta ebeveynleriyle etkileşimlerindeki duygusal tepkileriyle benzerlik göstermektedir. Bu anlamda Mahler kişiler arası ilişkilerinde problem bulunan narsisistik, borderline ve çekingen kişilik gibi kişilik örüntülerini duygusal gelişimdeki aksamalarla açıklamaktadır.
Ayrıca uzmanlar tarafından, çocukların duygusal ifadelerinin çok önemli olduğu görülmüş; aileler tarafından çocukların korku, sevinç gibi tüm duygularının önemsendiği hissettirilerek, bu duygularını ifade etmede çocuklarına destek vermeleri ve rahat bir ortam sunmaları özellikle bildirilmiştir. Ayrıca çocukların kendilerini aile içinde önemli, değerli ve sevilen olarak hissetmeleri de gerekmektedir.
Sorumluluk aile ve tüm toplumundur
Yukarıda açıklandığı üzere bir insan yavrusunun, insanlaşabilmesi ve birey haline gelebilmesi bir takım gelişimsel aşamalardan sağlıklı bir biçimde geçebilmesiyle mümkün olabilmektedir. Kek yapmayı bilmeyen ama elinde en kaliteli un, şeker, yağ ve kakaoya sahip olan bir kişi nasıl ki güzel bir kek yapamaz ise; yeni doğmuş ve sağlıklı bir bebeğin gelişimsel ihtiyaçlarını bilmeyen bir ailede sağlıklı bir insan ve birey yetişemez. Bu sebeple, insan yetiştirmek isteyen ebeveynlerin öncelikle kendi duygusal durumlarının sağlıklı olması ve çocuk yetiştirme konusunda asgari düzeyde bilgi sahibi olabilmesi gereklidir.