Tarih geçmişten hareketle bugünü anlamaya çalışan sosyal bir bilim dalıdır. Ve tarih, hep aynı şimdinin tekrarlanmasıdır. Dünya tarihi evrilme yeteneğine sahip kümülatif bir yapıdan çok biteviye kasılmalardan oluşan komplike bir hapsoluştur.
Immanuel Wallerstein, Modern Dünya Sistemi adlı eserinde “Avrupa'nın dünya finans merkezi olarak Amsterdam'a güveni 1763'e kadar sarsılmayacaktı. Fakat daha 18.yüzyılın başında Hollandalılar paralarını en çok artabileceği yere taşıyordu. Burası da İngiltere'ydi. Hollanda yatırımları İngiltere ekonomisine en az zararla savaşlara girme imkânı verdi. Sabık bir hegemonik güç ile yeni yükselen bir yıldız arasındaki birlikte yaşam anlaşması birisi için emeklilik geliri diğeri için ise rakiplerime karşı hamle imkânı sağladı. Bu örüntü daha sonra 1873-1945 arasında İngiltere'nin Hollanda rolü, ABD'nin de İngiliz rolü oynaması şeklinde yinelendi.” Bugün ise aynı örüntü ABD'den Çin'e doğrudur. Bu döngü tarihsel bir yasadır. Günümüzde Çin sermayesi ve know how'u çok büyük oranda Batı kaynaklıdır.
ABD'nin küresel hakimiyeti yani 'yeni düzen'in 1.hamlesi; 1944 Bretton Woods konferansı ile başlar. IMF ve Dünya Bankası kurulur. 2.hamle ise 1971'de yapılır. ABD, doları altına endekslemekten vazgeçer ve diğer ülkelerin aksine sınırsız olarak para basma kararı alır.
David Graeber, “Borç: İlk 5000 Yıl” isimli kült eserinde, “ABD'nin ticaret açığından ötürü, çok büyük sayıda dolar ülke dışında dolaşmaktadır; Başkan Nixon'un doları 1971'de doları dalgalanmaya bırakması, paradoksal olarak bankalar tarafından yaratılan doların dünyanın rezerv para birimi olarak altının yerine geçmesidir: Dolar dünyanın nihai değer deposu olarak, ABD'ye müthiş ekonomik avantajlar sağlamıştır. Yeni düzenlemeyi tanımlamak için birçok isim uydurulmuştur, finansın demokratikleştirilmesinden tutun da gündelik yaşamın finansallaştırılmasına kadar.”
Nixon'un 1971'de doları dalgalanmaya bırakmasının bir etkisi de, yabancı merkez bankalarının bunları ABD hazine bonolarını satın almak için kullanmak dışında yapacakları pek bir şey olmamasıdır. Nixon'un zamanından beri, ABD hazine bonolarının en önemli denizaşırı alıcıları fiilen ABD ordusunun işgali altında olan ülkelerin bankaları olmuştur. Avrupa'da Nixon'un bu konudaki en hevesli müttefiki, o zamanlar üç yüz binden fazla ABD askerine ev sahipliği yapan Batı Almanya olmuştur. Son on yıllarda, odak noktası Asya' ya, özellikle Japonya, Tayvan ve Güney Kore gibi ülkelerinin merkez bankalarına yine ABD'nin askeri koruması altında olan ülkelere kayar. Dahası, doların global statüsü büyük ölçüde, yine 197l'den beri petrolün alınması ve satılması için kullanılan tek para olması sayesinde sürdürülür. OPEC ülkelerinin başka bir para birimi ile alışveriş yapma girişimlerine OPEC üyesi Suudi Arabistan ve Kuveyt -yine ABD'nin askeri koruması altında olanlar- kesin bir tavırla karşı çıkar. 2000 yılında Saddam Hüseyin dolardan avroya geçiş yapmak için tek başına cesur bir girişim yapınca Amerika II. Körfez Savaşını başlatır.
Yeni global paranın kökleri, eskiden olduğundan çok daha sıkı bir biçimde askeri güce bağlanmıştır. İmece usulü ile ABD bütçe açığı finanse edilir. Bu durum Amerikan serbest finansal serüvenin özüdür, tüm dünyanın sırtına yüklenmiş bir tür vergi/haraçtır. Borç köleliği, tüm dünyada emek kullanımının ana prensibi olmaya devam eder. Yeni düzen'in adı; Borç Emperyalizmidir.
Dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD'yi desteklemek için hortumlanan paranın "kredi" olarak mı, yoksa "haraç" olarak mı görülmesinin daha iyi olacağı asla net değildir. Yine de Çin'in aniden ABD hazine bonolarının en büyük sahibi olarak ortaya çıkması, besbelli ki dinamikleri değiştirir. Eski başkan Trump'ın Çin' e öfkesi bununla ilgilidir. Aslında Trump etkisi ile Çin 2015 verilerinde en çok tahvil sahibi ülke olma vasfını 2020'de Japonya'ya kaptırır. 2020 verilerine göre: Japonya 1trilyon 211milyar dolar, Çin 1trilyon 78 milyar dolar, İngiltere 378 milyar dolarlık ABD tahvili sahibidir. Brezilya, S. Arabistan, Hindistan liste uzar gider.
Çin, ABD ile karlı ticaretin bir koz/bedeli olarak bu tahvilleri elinde tutar. ABD'nin kendi kontrolünde olan ülkelerin yüksek miktarda tahvil sahibi olmasıyla ilgili bir kaygısı yoktur, zira Japonya'da 86 üs ve 55 bin ABD askeri vardır. Ancak söz konusu Çin olunca durum değişir. Çin'in muazzam ve kontrol edilemez gücü ABD için büyük bir sorun teşkil eder.
Türkiye 2015 verilerine göre 82,4 milyar dolar Amerikan tahvili sahibiyken, 2020'de bu miktar 2,8 milyar dolara gerilemiştir. Atlantik prangasından Avrasya eksenine salınan Türkiye'nin, Amerika tarafından neredeyse hasım bir devlet gibi muamele görme sebeplerinden birisi de budur.
Kapitalizm bir güç ve dışlama sistemidir. Dünya klasik ekonomik sistemden, modern kapitalist sisteme geçme aşamasında bir dizi büyük savaş yaşamıştır. Külçe ekonomisinden, sanal para ekonomisine geçmeye başladığımız bu dönem de yeni bir büyük savaş kapıda ve bütün gözler Çin denizindedir. Geçtiğimiz günlerde ABD Hava Kuvvetlerine bağlı Hava İntikal Kuvveti'nin Komutanı Orgeneral Mike Minihan, birliklerine gönderdiği yazılı notta, “Umarım yanılıyorumdur, ama hissim o ki 2025'te Çin ile savaşacağız.” ifadesini kullanmıştır. Ukrayna Savaşı, Tayvan krizi yaklaşmakta olan küresel fırtınanın öncü depremleri gibidir. Tarihsel perspektife bakıldığında güç merkezi değişimleri, hiçbir vakit barışçıl olmamıştır. Ne yazık ki dünyamız tarihin militaristleşeceği dehşet verici bir döneme girmek üzeredir.