Bütün ülkelerin kendi çocuklarına okullarda tarih öğretmelerinin gayesi nedir? Kuşkusuz amaç toplumların nasıl değiştiğini öğrenmelerinden daha çok kendi ülkelerini onaylama, ülkesi ile iftihar etme ve iyi vatandaş olmalarıdır. Modern tarih disiplini ve araştırma teknikleri kendisini politika, savaş ve diplomasi tarihine hapsetmemekle birlikte felsefi ve metodolojik açıdan zamanın ruhundan azade olamamıştır. Bu yüzden tamamen nesnel ve değer yargılarından arınmış bir akademik tarih yazımı çok zordur.
Eğitimci Mahmut Ulubaş’ın “Günümüz Amerikan Tarih Ders Kitaplarında Türk Tarihi İle İlgili Konuların Ele Alınışı Üzerine Bir İnceleme” adlı çalışmasında Büyük Öteki/Amerika’nın Türk tarihini kendi çocuklarına nasıl öğrettiği konusu ele alınmıştır.
Amerika’da okutulan tarih ders kitaplarında İslamiyet öncesi Türk tarihi ile ilgili bilgi bulmak zordur. Avrupa Hun’larından Roma İmparatorluğu’nun yıkılışı anlatılırken söz edilmekte, Göktürkler, Uygurlar gibi önemli Türk devletleri hakkında ise hiç bilgi verilmemektedir. America: Pathways to the Present adlı kitapta I. Dünya Savaşı sırasında Amerika’da oluşan Alman düşmanlığı anlatılırken Almanların, Amerikalılar tarafından Hunlar olarak nitelendirildiği belirtilmektedir. “Hate the Hun!” ifadesi kitapta yan başlık olarak kullanılmış ve Hunların 4. ve 5. yüzyıllarda Avrupa’yı vahşi bir şekilde istila eden insanlar oldukları ifade edilmiştir.
Osmanlı militarist bir devlet olarak gösterilmiştir. Türklerin askeri maharetleri ders kitaplarında sürekli vurgulanan bir ifade biçimidir. Ancak Batı gözüyle bakıldığında militarist kavramının ilkellik ve yabaniliğe kanıt olarak gösterileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
İstanbul’un Fethinin anlatıldığı bölümde “ Bundan sonra padişah kente girdi ve onun büyüklüğünü, güzelliğini, kamu ve şahsi binalar ile kiliselerin ihtişamını görmek için etrafa baktı… O çok sayıda insanın öldüğünü, kentin harap olduğunu gördüğü zaman şefkat hisleri ile doldu ve şehrin yağmalanmasında pişman oldu. Gözlerinden yaşlar akarken derin bir şekilde inledi ve ‘bize verilen böyle bir şehri yağmalayıp harabeye çevirdik’ dedi” Prentice Hall World History: The Modern World ders kitabında diktatörlük şekillerinin anlatıldığı kısımda Fatih’in resmi de konulmuştur ki bu Fatih’in de bu kategoriye dâhil edildiğini göstermektedir.
Amerikan ders kitaplarında Türkler hakkında en çok işlenen konu Ermeni Meselesidir. Milliyetçilik fikrinin etkisiyle harekete geçen Ermenilerin yaşadıkları daimi surette vurgulanan bir konudur. Ermeni Meselesi hakkında şu iddialar gündeme getirilir: “1890’lar boyunca Türk askerleri yüz binlerce Ermeni’yi öldürdü. I. Dünya Savaşında Ermeniler, Türklerin düşmanlarına yardım vaadinde bulundular. Buna karşılık Türk hükümeti yaklaşık iki milyon Ermeni’yi tehcir etti. Yol boyunca 600 binden fazlası açlıktan öldü veya Türk askerleri tarafından öldürüldü. Bu acımasız tehcir sonucu Osmanlı Ermeni nüfusunun dörtte üçü yok edildi. Daha sonra Nazi olan birkaç Alman askeri lider, I. Dünya Savaşı boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nda bulunmuştu ve bunlar II. Dünya Savaşı boyunca Yahudilere yaptıkları zulüm için burada gözlediklerini uygulamış olmalılar.” Bu bilgilerden hareketle Ermenilerin 1915’ten itibaren Osmanlı Türkleri tarafından topluca öldürülmeleri 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak iddia edilir.
Ders kitaplarında “Bölücülük Sorunu” da oldukça tarafgir bir biçimde yerini almıştır. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin, bu ülkelerde azınlık oldukları ve özellikle Türkiye ve Irak’ta yaşayanların ayrımcılığa maruz kaldıkları ve acımasızca yok edildikleri belirtilmektedir.
Türklere karşı uygulanan ön yargı ve ayrımcılıktan tabii ki Atatürk de payını almıştır. Mustafa Kemal Atatürk, zeki bir komutan ve ülkesini modernleştirmeye çalışan bir lider olarak tanıtılmaktadır. Ancak otoriter biri olduğu, ülkeyi demir yumrukla yönettiği şeklinde olumsuz ifadelere de rastlamak mümkündür. Glencoe World History’de 1930’larda Avrupa’daki devletlerin yönetim anlayışını yansıtan bir haritaya yer verilmiş, bu haritada Türkiye otoriter rejimler sınıfına dâhil edilmiştir. 1930’larda Türkiye’yi Atatürk yönettiğine göre dolaylı olarak Atatürk otoriter rejim uygulayan biri olarak tanımlanmıştır. Türkiye’nin bulunduğu sınıfta Macaristan Yugoslavya, Polonya yer almaktadır. Demokratik ülkeler sınıfında ise İngiltere, Fransa, Çekoslovakya, İsveç, Belçika Danimarka gibi ülkeler bulunmaktadır.
Prof. Dr. Mehmet Şahingöz’ün “Balkanlar’da Eğitim Kurumlarında Okutulan Tarih Ders Kitaplarında Osmanlı- Türk İmajı” çalışmasına kısaca baktığımızda; “Türkler, Hristiyan çocukları kan vergisi altında alıyor ve mükemmel Osmanlı askeri (yeniçeri) olarak yetiştiriyordu. Bu askerler aynı zamanda fanatik bir İslâm ruhu ile de yetiştiriliyordu. Hırvatistan’da yazılan tarih ders kitaplarında sömüren, kazığa oturtan bir Osmanlı imajı çizilmiştir. Bulgar ders kitaplarında Osmanlı Devleti’nin Bulgarları sömürdüğü, zulüm ve baskı uyguladığı sürekli tekrarlanmıştır. Makedon ve Arnavut tarih ders kitapları benzer olaylara sabitlenerek Osmanlıları zalim, gaddar ve kan dökücü olduğu imajına sabitlenmişlerdir. Özellikle Sırp dilinde yazılan tarih ders kitaplarında Osmanlıya karşı ağır ithamlar vardır. Osmanlı Devleti “Sırpları kazığa oturtan” bir imge ile anlatılır.
ABD ve Balkan ülkelerinde okutulan ders kitaplarıyla büyüyen o ülkelerin genç nesilleri Türkler hakkında neler düşünür? Oysaki Türk ders kitaplarında ne Amerika ne de Balkan halklarını olumsuz gösteren hiçbir ifade yer almaz.
Tarih mesleğini yapanlar büyük ölçüde kendi rejim/ülkelerine hizmeti ve onu haklı çıkarmayı iş edinmiş insan topluluğudur. Bu durum ülkelerin kendi tarihlerini, kendi kendilerini haklı çıkaran bir mite veya tehlikeli bir göz bağına dönüştürebilir. Bu göz bağını kaldırmak ya da hiç değilse aralamak tarihçilerin görevidir.
Thomas Hobbes, Leviathan adlı eserinde; Zira hiç kuşkum yok ki, “bir üçgenin üç açısı bir karenin iki açısına eşit olmalarıdır.” düşüncesi herhangi bir insanın egemenlik hakkına ya da egemenlik kurmuş olan insanların çıkarlarına aykırı olsaydı, söz konusu insanın gücü el verdiğinde tüm geometri kitapları yok edilirdi.
Tarih kılığına sokulmuş politik ve toplumsal mitlerin yıkılması, bütün tarihçilerin esas sorumluluğudur. Ancak tamamen nesnel bir tarih yazımı mevcut düzende ne yazık ki mümkün değildir. Tıpkı bu günlerde çok popüler olan “Dijital Çağ ya da Bilgi Toplumu” gibi. İçerisinde bulunduğumuz dönem ekolojik, iktisadi, sosyal, ırk, cinsiyet vb. sorunları ile ancak toplu bir mahvoluş ve Barbarlık Çağı olarak tanımlanabilir.