Rektörler atama ile atanınca rektör olmanın neliği değişti ve eğitim alanında mutlak söz sahipliği süreci tamamlanmış oldu (YÖK, MEB, Rektör). İnsanın zaafları o kadar çoktur ki keyfiyete çok yatkındır. Özellikle de mutlak güce yakın yetkiler veriliyorsa mutlak takdir yetkisi üniversitelerin yönetimlerini etkileyebilir. Rektör ataması olunca Vali, Kaymakam, iktidardaki parti il ve belediye başkanları, Jandarma komutanları, Cumhuriyet Başsavcısı, ilgili milletvekilleri, etraftaki üniversite rektörleri ve diğer iktidar yanlısı kurumlar neden hemen üniversiteyi abluka altına alırlar? Bu nasıl bir toplumsal refleks ve itkidir? Birkaç foto ile gövde gösterisi yapmak acizliğin göstergesidir ve aslında korkulan kişiler öğrencilerdir. Bu iktidar görüntüsü üniversitelerde keyfi yönetimin (kişiye özel ilanlar, atamalar…) ilk işaretleridir. İlk hain, rektörün fotoğrafını ilk paylaşandır ve rektörün yanındaki Macbeth’tir. Baba figürü tarihimizde bitmeyen bir sorundur. Rektöre, rektörlüğünü hatırlatan aslında bu iktidar yanlılarıdır. Cadılar diyordu ya Macbeth’e ‘ Kral sen olacaksın…Kral sen olacaksın…Kral sen olacaksın…’ Demokrasinin gücünü kıran bu oligarşik düşünme tarzıdır. Yani Babalar ve oğullardır. Öğrenciler, kadınlar, çocuklar, dezavantajlı gruplar öğrenci klubü (klüp zararsız bir ifade…korkulanın adını siz biliyorsunuz) kuramaz. SKS buna asla izin vermez. SKS öğrencinin celladıdır ve izin vermez. Memurların sesi hiç çıkmaz. Aslında işin iç tüzüğünü ve gerçekliğini en iyi onlar bilir. Aslında memurların sesleri içlerinde çok yüksektir ama belki de öğrenilmiş çaresizlikten dolayı Edward Said’in dediği gibi  ‘sürgün entelektüele’ dönüşmeyi tercih etmezler. İstifa eden memuru çok nadir duydum. İstifa eden akademisyeni de az duydum ama öğrenciliği bırakan öğrencilerin sayısının istifa eden memur ve akademisyenlerde fazla olduğunu biliyorum.

 Tüm birimlerde bölüm başkanları ve dekanlar özlük haklarının yok edildiğini bildiği halde neden vekilliği kabul ederler? Bir Rektör neden kimseyi asil atamaz ve sadece vekil tayin eder? Keyfi yönetim anlayışının diğer bir ürünü de budur işte. Üniversitelerde, bazı kararların, bölüm ve fakülte kurullarının hukuki olmadığını bile bile avukatlar neden (emsal davalar olmasına rağmen) hukuk dışı bir şeyi vicdani olarak savunurlar? Kişiye özel ilanlar çıkmasına rağmen ve Sayıştay uyarılar yapmasına rağmen üniversiteler neden hukukçularıyla ve yönetim kurullarıyla birlikte keyfi yönetimden vazgeçmezler? Bir de tüm bunlara fakülte ve bölümlerdeki mutlak keyfi yönetim anlayışı eklenince üniversitelerin bir nefes alma alanı iyice kapatılmaktadır. Bölüm ve fakülte kurulları kendileri etik zemine oturmadan başkalarından mutlak anlamda ahlaklılık beklerler. Bu kurulların yaratmak istediği şey homo sacer’dir.  Dedikleri şey şudur: Biz takdir yetkisini kullandık… Mutlak takdir yetkilerini keyfi bir anlayışla mükemmel uygularlar. Kendileri Firavundur aslında çünkü mutlak yetki onlardadır. Bir de bazı YÖK başkanını yakından tanıyan rektörler istemedikleri bölüm ve fakülteleri öğretim üyelerine ve öğretim elemanlarına sormadan kapatırlar. İster YÖK başkanı ister Rektör olsun demokratik bir katılım olmadan bazı bölüm ve fakültelerin kapatılması üniversitelere ciddi zarar vermektedir. İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesini, İşletme Fakültesini ve Siyasal Bilimler Fakültesini kapatıp İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi adı altında toplamak bir toplum mühendisliğidir. 6-7 fakültenin kapatılıp tek bir fakülte adı altında toplanması bürokrasiyi uzatmakta ve otonomiyi ciddi anlamda bozmaktadır.  YÖK başkanı ve bazı rektörler sonsuza dek reklam yapsın, fotoğraf çekilsin, proje yapsın ve TÜİK-tarzı açıklamalar yapsın eleştirel düşünen insanları ikna edememektedirler.

Öğrenciler dışarıda bırakılan özneler olarak üniversiteler tarafından apolitik hale getirilmektedir. Söz sadece iktidarın ve iktidar yanlılarının olmaktadır. Öğrencilerin talepleri mütevazı olmasına rağmen en çok korkulan gruplar olarak üniversitelerde yer almaktadır. Üniversiteler öğrencilere korkulmadan bırakıldığında, kendi kütüphanesini yöneten, kendi SKS kararını veren,  kendi otobüsünü süren, , kendi disiplin kurulunu kuran öğrenci olduğunda, bütçe yapmada öğrenci söz sahibi olduğunda her bölüm ve fakülte/senato kurulu toplantısında öğrenciler bulunduğunda ve karar verdiğinde işte o zaman demokratik, direk demokratik ve radikal demokratik alana geçebilir ve yeni bir toplumsal alan yaratabiliriz. Üniversiteleri iktidar yanlıları değil de bu söz ettiğimiz öğrencilerle birlikte yönetebilirsek ‘Şen Toplum’dan söz edebiliriz. Babalar ve Oğullar çatışması var olabilir. Fakat bu toplumun dinamiklerinde gençliğin etkisi toplumu demokratik alana sürükleme potansiyelini taşımaktadır. Üniversitelerde duymak istemediğim sözcükler : İktidar ve iktidar ile ilgili her şey. Duymak istediğim sözcükler: Öğrenci, öğrenci, öğrenci!!!