"Polis şiddeti, keyfiyet, hukuksuzluk kanıksatılmışken, yaşananlar sıradanlaştırılmışken ses çıkartmaya gerek yoktu…."
İlk makalede Arjantin’deki askeri diktatörlük döneminde çocuklarını yitiren annelerin, Plazo De Mayo meydanında başlattıkları eylemleri, ülkemizde Cumartesi Annelerinin oturma eylemlerine neden olan olayları, amaçlarının ne olduğunu, Anayasa Mahkemesinin verdiği ihlal kararlarını, yargı kararlarını içselleştiremeyen, tanımayan siyasi iktidarın ve emrindeki kolluk kuvvetlerinin barışçıl toplanma haklarına nasıl müdahale ettiklerini, kolluğun yurttaşa karşı şiddetin her türlüsünü sergilediğini anlatmaya çalışmıştım.
Bugün ise Adana’da iki hafta üst üste yaşanan gözaltıları, polis şiddetini, insan hakları aktivistlerine yeterince sahip çıkılmamasını anlatmaya çalışacağım.
İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi kamuoyuna yaptığı çağrısında, 953 haftadır mücadele eden, eşlerini, çocuklarını, yakınlarını gözaltılar da ya da faili meçhullerde yitirmiş insanların, bu insanlara ne olduğunu, ölü ya da diri olarak ortaya çıkarılmalarını, devletin sorumluluğunda olan bu insanları kaybeden, işkence yapan, öldüren kamu görevlilerinin saptanmasını, yargılanmalarını, cezalandırılmalarını talep eden Cumartesi Annelerinin anayasa ve uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış olan toplantı, gösteri ve yürüyüş haklarının Anayasa Mahkemesi kararlarına karşın ihlal edildiği, annelerin sahipsiz olmadığı, yanlarında olduğunu göstermek, seslerini duyurmak, dayanışmayı sergilemek amacıyla 5 Ağustos 2023 Cumartesi günü saat 12:00‘de basın açıklaması yapılacağını duyurmuştur. Ben de açıklamayı okudum, sosyal medyada da gördüm. 5 Ağustos sabahı İnönü Parkına gittiğimde yüzlerce çevik kuvvet görevlisinin hazır olduğunu, parkın çevresinde polis otobüslerinin, minibüslerin durduğunu gözlemledim.
Daha sonra açıklamaya destek vermek için gelmiş arkadaşlarımızın yanlarına gittim. Selamlaşma sonrasında Adana Valiliğinin 4 Ağustos Cuma gecesi aldığı kararla, 5 Ağustos gününden geçerli olmak üzere ve sadece o güne münhasıran il genelinde toplantı, gösteri ve yürüyüşlerin İl İdaresi Yasası ve 12 Eylül Faşizminin artığı olan 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasının 17.maddesi uyarınca yasaklandığını (!) öğrendim. Bu arada saat 12 olmuştu. Çevik kuvvet açıklama yapmak isteyen bizlerin çevresini sarmaya başlamış, komiser, amirler açıklamaya izin vermeyeceklerini söylerlerken, bir yandan da klasik dağılın ihtarını da anons ettirmeyi unutmuyorlardı (!).
İHD Adana Şubesinin Başkanı Avukat Yakup Ataş ve önceki Başkan Avukat İlhan Öngör arkadaşlarımız, polis memurlarına ve amirlerine getirilen yasaklamanın anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı olduğunu anlatmaya çalışsalar da nafile olduğu ortaya çıkıyordu. Bir yandan da çember daralıyor, abluka altına alınıyorduk. Zaten on sekiz kişiydik. Polisin müdahalesi başlıyordu, itiş, kakış, arbede yaşanıyordu. Bunun üzerine İlhan Başkan, “Yere oturalım arkadaşlar. Oturmamıza da karışamazlar ya.” dedikten sonra yere oturuldu. Malûmunuz kilom nedeniyle ben, hep ayaktaydım. Bu kez de oturamayacağımız, parkı terk etmemiz isteniyordu. Anons yine başlamış, “kadınların, yaşlıların, kronik haftaların gruptan ayrılabileceği“ tekrar ediliyordu.
On sekiz kişinin başında yüzlerce kolluk kuvveti, bir yandan da Çukurova’nın sıcağı. Baroda birlikte çalıştığımız Ümit Hanıma takılıyorum. “Duyuyorsun işte. Anonsta bile toplumsal cinsiyet eşitsizliği var. Kadın isen eyleme katılmayabilirsin.” sözlerime gülüyordu Ümit Hanım. Bu arada da çektiğim çeşitli fotoğrafları CHP Adana İl Avukatları Grubunda WhatsApp üzerinden paylaşırken, abluka altında olduğumuzu, polis müdahalesinin başlamak üzerinde olduğunu da yazdım. Bu grupta, avukatların yanı sıra , CHP Adana İl başkan ve yönetim kurulu üyeleri, İlçe başkanları ve milletvekilleri de bulunuyor. Devam edelim. Polisimizin sabrı taşmıştı. Oturmaya devam etmek olacak iş miydi? Biz katılımcılar, kamu düzenini bozmuyor, şiddet çağrısı yapmıyorduk. Gerçi AİHM kararları açıktı. Kamu düzenini bozsa bile, şiddet çağrısı yapmayan katılımcıların toplantı, gösteri ve yürüyüş haklarının kullanımına engel olunamayacağını belirtse de kolluk kuvvetlerinin amir ve komiserleri temcit pilavı gibi, 2911 ve İl İdare Yasasını tekrarlamaktan yorulmuyorlardı. Derken polis müdahalesi başladı. Zorla yerden kaldırma, cop, kalkan uygulamaları, itelemeler, koldan çekmeler, boyun sıkmalar, yerde sürüklemeler, kontrol altına almış olsa bile vurmaya devam etmeler, küçük ve tüm pencereleri kapatılmış polis minibüslerine iterek, vurarak, aracın içine girildiği halde devam eden vurmalar, gömleği yırtılan aktivistler... Her zaman olduğu gibi, polis şiddetinin her türlüsü, kötü muamele ve işkence örnekleri yaşanıyordu.
Başkanlığım döneminde polis cop ve gazından fazlasıyla nasip almıştım ancak ilk kez gözaltına alınıyordum. Aracın içinde pencereleri açmamaya devam ettiler. Küçük bir araç, on aktivist ve polisler. Neredeyse boğulacaktık. Bunların hiçbiri polisin umurunda değildi. Polis bizi yakalamıştı, tamam. Ya serbest bırakacaktı ya da savcılığın kararı uyarınca gözaltına alacaktı. Haklı olarak gözaltı kararını soruyorduk ve karar yok ise bizi bırakmalarını. Ortada bir karar yoktu. Hukuka aykırı, denetimsiz, keyfi durum olduğu ortadaydı. Zaten böyle sorunu yoktu polisin. Ne de olsa “Mahkeme kararı, bizim arkamızdan gelsin” diyen zihniyetin temsilcileriydi.
Sonrası malumunuz. Sağlık kontrolü ve ifade için emniyet süreci. Yaşananlara tanıklık edenler, sosyal medyada haberleri görenler dayanışma için Yüreğir Adli Tıp Kurumuna gelmişlerdi. Sohbet, geçmişte yaşananlar, katılımı ilerleyen haftalarda daha fazla nasıl arttırırız soruları, siyasi iktidarın ve emrindeki kolluk kuvvetlerinin azgınlaşması, müdahalelerin orantısızlığı, sıcak derken adli rapor bitmiş ve emniyete geçmiştik.
Avukat olarak ifademizi savcılığa vereceğiz beyanı, diğer katılımcı arkadaşlarımızın ifadeleri sonunda serbest kaldık. Yürekli, kararlı, duruş sergileyen yeni insanları tanıdım. Dayanışma için gelen genç meslektaşlarımızı tanıdım. Mutlu oldum, umudumu tazeledim.
CHP Adana İl Avukatları WhatsApp grubuna yeniden dönelim. Abluka ve polis müdahalesinin başlayacağına ilişkin mesaj ve fotolarımdan bir buçuk saat sonra genç bir meslektaşımdan ses geldi. Nerede ve ne durumda olduğumuzu soruyordu. Bunu birkaç meslektaşın mesajı, geçmiş olsun dilekleri takip edecekti. Konunun, benimle hiçbir ilgisi yok. Sonuçta anayasal hakları ihlal edilen ve polis şiddetine maruz kalan on sekiz insanın çağrısını paylaştım. Duyarlılık gösteren de sağolsun göstermeyen de. Zaten yaz sıcağı, tatil, cenaze, düğün, delege seçimleri, ilçe görevden almalar gibi durumlar varken, polis şiddeti, keyfiyeti, hukuksuzluğu kanıksatılmışken, yaşananlar sıradanlaştırılmışken ses çıkartmaya gerek yoktu….