Kalkınma ve demokrasi, günümüz toplumlarının en yaşamsal ve en çok tartışılan kavramların başında yer almaktadır. Bu iki olguda insanı çok yakından ilgilendirdiği kadar, birbirlerini tamamlayıcı nitelikler taşır.

Kalkınma, yalnızca ekonomik büyümeyi değil, aynı zamanda toplumsal refahı, eğitim ve sağlık alanlarındaki iyileşmeleri, insan hakları ve çevresel sürdürülebilirliği de kapsayan bir süreçtir.

Demokrasi ise halkın yönetimi, özgürlükleri, eşitliği ve katılımı vurgulayan bir yönetim biçimidir. Bu iki kavram, bir toplumun sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru ilerleyebilmesi için birbirinden bağımsız düşünülemez.

Kalkınma, ekonomik büyüme ve gelir artışı sağlasa da, demokratik bir yönetim şekli olmadan bu büyümenin halkın büyük kesimleri için gerçek anlamda fayda sağlaması zorlaşır. İnsanların karar alma süreçlerine katılımı, bireysel hakların korunması, demokratik değerler ve ifade özgürlüğü gibi temel unsurlar, kalkınmanın uzun vadeli başarısının garantisidir.

Demokrasi ise, halkın kendi geleceğini istikrarlı bir şekilde sürdürülebilir kılması için en önemli araçtır. Demokratik bir toplum, bireylerin kendi haklarını savunma ve yönetimle etkileşimde bulunma imkânı sunduğu için, kalkınma süreçlerinde katılımcılığın ve eşitliğin sağlanmasına yardımcı olur.

Demokrasi, sadece seçimlerle değil, aynı zamanda kurumların şeffaflığı, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi daha derin unsurlar üzerinden de kalkınmaya katkı sağlar. Bu bağlamda, kalkınma ve demokrasi arasında karşılıklı bir ilişki vardır: Demokrasi, kalkınmayı sürdürülebilir kılarken; kalkınma da demokrasiye olan güveni pekiştirir.

Ancak kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişki her zaman doğrusal değildir. Bazı durumlarda, hızlı kalkınma hedefleri, demokratik değerlerden ödün verilmesi pahasına gerçekleştirilebilir. Otokratik yönetimler, halkın katılımını engelleyebilir ve toplumda gelir eşitsizliğini derinleştirerek kalkınma sürecini kısa vadeli kazançlarla sınırlı hale getirebilir. Buna karşılık, güçlü demokratik kurumlara sahip toplumlar, daha istikrarlı, eşitlikçi ve sürdürülebilir kalkınma süreçlerine yönelir.

İşin özü; kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişki, birbirini besleyen, geliştiren bir döngüdür. Kalkınma, demokrasinin sağlıklı bir şekilde işlemesine olanak tanırken, demokratik bir toplum da kalkınmanın doğru ve adil bir biçimde gerçekleştirilmesi için temel bir zemindir.

Bu ilişki, sadece ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda toplumsal adaletin, eşitliğin ve insan haklarının önemsenmesinin de temelini oluşturur.

Kalkınma, modernleşme, paylaşma, demokrasi, insan hakları, üretim ve teknoloji; insan yaşamının şekillenmesinde ve toplumların geleceğini inşa etmesinde kritik birer rol oynayan kavramlardır. Kalkınma, bireylerin yaşam kalitesini artırmaya, toplumları güçlendirmeye ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeye yöneliktir.

Kalkınma, yalnızca ekonomik alanda büyüme anlamına gelmez. Kalkınma, aynı zamanda sosyal, kültürel ve çevresel gelişmenin toplumsal yapıya yansıması ve dönüşüm sürecidir. Bir toplumun kalkınması, insanların yaşam konforunu yükseltmek, eğitim, sağlık ve barınma gibi temel hizmetlere erişim sağlamak, gelir eşitsizliğini azaltmak ve sosyal adaleti güçlendirerek, demokratik değerleri öne çıkarma anlamına gelir.

Demokrasi, insanların fikirlerini ifade etme, kendilerini yönetim süreçlerinde temsil ettirme ve toplumsal sorunlara çözüm bulma konusunda aktif rol oynayabilmelerine olanak tanır. Bunun aksini düşünmek, demokrasiden uzaklaşmadır. Totaliter yönetime geçiştir.

Kalkınma ve paylaşma süreçlerinin sağlıklı bir şekilde işlemesi, ancak demokrasinin işlemesiyle mümkündür. Çünkü demokrasi, bireylerin haklarını ve özgürlüklerini savunur, toplumsal eşitliği sağlar ve ekonomik kaynakların dağıtımında adaletin korunmasını temin eder.

Bugün yaşadığımız ekonomik problemler, toplumsal travmalar, siyasi istikrarsızlıklar, kadın cinayetleri, muhalefetin acizliği, yönetenlerin kibir ve halktan uzaklaşmalarının belirleyici nedeni, demokrasiyle kalkınma ilişkisinin göz ardı edilmesindendir.

İnsan hakları ise kalkınma ve demokrasinin temel taşlarındandır. İnsan hakları, her bireyin doğuştan sahip olduğu haklar ve özgürlüklerle ilgilidir; yaşama hakkı, özgürlük, eşitlik, eğitim, sağlık, adil yargılanma gibi.

Kalkınma süreçlerinde insan haklarının korunması, toplumların daha insancıl, daha adil ve daha sürdürülebilir bir yapıya kavuşmasını sağlar. İnsan hakları hem kalkınmanın amacıdır hem de kalkınmanın temelini oluşturur; çünkü bireylerin haklarının güvence altına alındığı bir toplumda, kalkınma daha adil ve dengeli bir şekilde gerçekleşir.

Türkiye bu değerleri toplumsal yapının bütün katmanlarına yaymadığı müddetçe, her türlü öngörülmemiş oyunların ve senaryoların kıskacından kendini kurtaramaz.

Kalkınmanın ve demokrasinin sadece sayısal hedeflerle ölçülmesi değil, insanların yaşamlarına dokunan somut değişimlerle şekillenmesi, toplumsal ilerlemenin gerçek ölçüsü olmalıdır.

Bu bağlamda, her birey ve toplum, kendi haklarını savunma ve sürdürülebilir bir kalkınma için eşit fırsatlar yaratma sorumluluğuna sahiptir.

Türkiye badireleri atlatabilmek, medeni toplumlar seviyesine ulaşmak, milli gelirini arttırarak refah toplumuna doğru yol almak için; mutlaka demokratik değerlere önem vermelidir.

Türkiye kendi içinde barış ortamını yaratmalıdır. İlkel milliyetçilik, statükoculuk, yolsuzluk, hukuksuzluk gibi çağdışı uygulamaları terk etmeli, tüm toplum kesimlerine nefes aldıracak ekonomik, sosyal, siyasal ortamı normalleştirmelidir.

Türkiye, demokrasi denen insanca yaşama koşullarını hayata geçirmeli ve küresel dünyanın ilerleyişi ve teknolojik hedeflerinin gerisinde kalmamalıdır.