Derviş bugün yaşasaydı Gazze’de Siyonistlerin soykırıma varan katliamlarına karşı “Gazze kasidesi” yazardı.
“Ve ant içtim ki
Bir mendil işleyeceğim yarına kadar
Gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
Ve bir tümceyle baldan ve öpücükten tatlı
Bir Filistin vardı, bir Filistin yine var” Mahmud Derviş
Lübnan’da Filistin Kamplarında kalırken Filistinlilerin 1 Mayıs anma toplantısı gerçekleşmişti. Güney bölgesi komutanı şiir gibi konuşuyor, halk gözyaşlarını tutamıyordu. Benim gibi bir 12 Eylül sürgünü olan tercümanımız Ahmet Rende’ye komutanın şiir gibi konuştuğunu çok etkilendiğimi söylediğimde ‘Haklısın zaten o da Mahmud Derviş’ten şiirler okuyor demişti. 1981 yılıydı. Mahmud Derviş adını ilk kez o zaman duydum. Daha sonra her yerde o ve şiirleri karşıma çıktı. Anlamadığım bir dille de olsa, o mısralardaki tılsım beni alıp götürüyordu. Kâh hüzünleniyor, kâh coşuyordum. Şiirin gücü bu işte demiştim. Yıllar sonra Mahmud Derviş’in Türkçeye çevrilen şiirleriyle karşılaşmıştım.
Her çeviride şiir değerinden bir şeyler kaybeder. Hatta şiir çevrilmez diyen şairler bile var. Ancak bazı şairlerin şiirleri daha yazıldığı zaman sanki dünya halkları için yazılmış gibidir. Örneğin Filistinlilerin yayın organında Nazım Hikmet’in Arapçaya çevrilen şiirlerini o zamanlar görmüştüm. Pablo Neruda’yı, Lorca’yı evrensel kılan da buydu. Fransızca öğrenip, Fransız şairlerini kendi dillerinden okuyunca gerçekten şiir çevirisinin kolay olmadığını anladım. Louis Aragon’u, Jack Prevert’i kendi dilleriyle-sesleriyle okuyup anlamanın verdiği haz bambaşkaydı. Türkiye’de iyi tanınan Jack Prevert’in, ‘Barbara’ adlı şiirini önce orijinal haliyle Fransızca sonra da Türkçe çevirisiyle okuduğum zaman, o yağmur yüklü mısraların nasıl kuraklaşabildiğini anlamıştım.
Mahmud Derviş kimdir
Sovyetler Birliği dağılmadan önce uluslar arası Lenin ödülü alan ve daha sonra 2003 yılında uluslar arası Nazım Hikmet ödülüyle taçlandırılan Mahmud Derviş, 1941 yılında, şimdi İsrail sınırlanı içinde kalan Celile-Akko kentinin küçük bir köyünde doğar. Altı yaşında orta öğrenimini yapmak için İsrail’in Nezaret iline gider. Öğrenciyken üç kez hapse girer çıkar. 1961–1965–1967 yıllarında çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığı şiir ve yazılarıyla haksızlığa, işgale ve yağmaya karşı çıkarak Filistin halkının kurtuluş mücadelesinin bir parçası olur. Ve Mahmud Derviş, Pablo Neruda gibi, Nazım Hikmet gibi şiirin haksızlığa karşı mücadelede ne kadar önemli bir silah olduğunu bir kez daha dünya halklarına gösterir. O hem işgalci güçlere hem de işbirlikçilerine karşı yöneltir mısralarını.
“kaydet, arabım / taş ocağında çalışıyorum emekçi yoldaşlarımla / çocuklarımın sayısı sekiz / giysilerimi defterlerimi / taştan çıkartıyorum / ekmeklerimi/ sadaka bekleyecek değilim kapında(…) öyleyse kaydet / kaydet birinci sayfanın en başına / nefret etmem insanlardan / hiç kimseye saldırmam / ama aç kalınca / yerim etini toprağımı gasp edenin, yerim / kolla kendini, kork benim açlığımdan / kork benim öfkemden (…)”
Genç yaşta şiir yazmaya başlayan Derviş, ilk şiirlerini yayımladığı dönemde, El-Ard hareketinde çalışmaya başlamıştı. Filistinlilerin yaşadığı zorlukları dizelerine taşıyan şair, El İttihad gazetesi ile El Cedid dergisinin yazı işleri müdürlüklerini yapmış, şiirleri ve yazıları nedeniyle İsrail ordusu tarafından tutuklanmış, 1970 yılında İsrail’den sürgün edilmiş, iki yıl birçok Arap ülkesinde dolaşmıştı.
Kitapları yirmiden fazla dile çevrilen Filistinli şair Mahmud Derviş’in adı, 2006 Nobel Edebiyat Ödülü adayları arasında yer almıştı.
Mahmud Derviş’in Türkiye’de basılan şiir kitapları arasında ‘Zeytin Yaprakları, Filistinli Sevgili, Gecenin Sonu, Uzak Bir Sonbahar’ın Hafif Yağmuru, Celile’de Kuşlar Ölür, Düğünler, Uykudan Uyanıyor Sevgilim, Yedinci Deneme’ bulunuyor. Evet Derviş, sürgünü tattığında yedi yaşındaydı. 67 yıllık ömrü boyunca sürgünler ve hapishanelerin de yer aldığı siyasi mücadelesi boyunca şiir yazmayı da sürdürdü. Yirmiyi aşkın kitap yazıp pek çok ödül aldı.
Sabra Şatila katilamı ve Derviş
Derviş, 1982 Eylül’ünde Sabra-Şatilla’da yaşananların ardından Beyrut Kasidesi’ni yazmıştı.
“Beyrut yok/ Sırtımız önümüz denizin sırları yok… /Kanımızı yitirene kadar evet/
Anıların sözcüklerini yitirene kadar … /Ancak söylerim şimdi yok /O son bombardımanda yok /
O yer çukurda başka bir şey kalmadı yok/ O ruh içinde kalmadı yok / Beyrut yok...”
Derviş bugün yaşasaydı Gazze’de Siyonistlerin soykırıma varan katliamlarına karşı “Gazze kasidesi” yazardı.
Yaşamından söz ederken şunları söyler Derviş: “Çocukluğum tüm halkımın dramıyla ilişkili olarak, kişisel dramımın başlangıcı oldu. 1948 yazının gecesinde dingin bir köyde atılan mermiler, ayrım gözetmedi. 6 yaşımdaydım; zeytinliklere, sonra dağlara koşar buldum kendimi, bazen yalınayak bazen yere kapaklanarak. Korkuyla ve susuzlukla geçen kanlı bir geceden sonra Lübnan denen ülkede bulduk kendimizi.”
12 Eylül sürgünleriyle aynı duyguları yaşayan Mahmud Derviş’de ‘yersizliğin yurtsuzluğun’ acısını şu dizelerle anlatıyor:
“Tanıyamadılar beni/ Pasaportta rengimi emen gölgede/ Yaralarım bir sergiydi onların nezdinde…/ Tüm gözler benim alnımdaydı/ Ama onlar/ Tümünü sildiler pasaportumdan…/ Ellerimle işlediğim toprakta bir utanç…/ Benim uyruğum/ Tüm yürekleridir insanların/ Varsın alınsın pasaportum…”
Filistinli siyasetçi Hanan Aşravi de şunları diyor: “Mahmud Derviş, bugüne kadar hiçbir Filistinlinin yapamadığı yollarla, Filistinli olmanın ne anlama geldiğini anlattı. Hepimizin hissettiği duyguları, işgal altında yaşamı tasvir etti.”
Benim gibi bir zamanlar Filistinlilerin tuz ve ekmeğini yiyen Temel Demirer, Mahmud Derviş için şöyle yazmıştı: ”Ancak unutulmamalıdır ki dünyada çok sevilen bir şair olmasına rağmen Derviş, Arap ülkelerinde yıllarca dışlanıp yasaklanmıştı. Çünkü Arap yönetimlerinin uzlaşmacı tavrını kınayıp, onları Filistin mücadelesine zarar vermekle suçluyordu.”
Sonsöz: Mahmud Derviş, ana dilinde, halkının kalbinde yerini aldı. Şiirin ve şairin ölümsüzlüğü böyle bir şey olsa gerek.
Şimdi Mahmud Derviş’i yeniden okuma zamanıdır.
Şimdi Gazze’de yaşanan katliama karşı ses yükseltme zamanıdır.