Bir yerlerde bir şeyler değişiyor, içimde çığ gibi kopan parçalar düşüyor kalbimin ücra köşelerine. Sanki sevgimin son kullanma tarihi geçmişte her şey başıma yıkılıyor gibi. Aşkı kaldırıp çöpe atıyorum mesela. Delirmiş olmalıyım! Ama ben deli değilim, tüm deliler aynı şeyi söyler biliyorum. (Siz anladınız onu)

Biraz yokum bu aralar kendimde. Biraz sarhoş, biraz başıboş, birazda karışığım sanırım. Annem ‘Arap saçı’ diyor bu hallerime! Umarım o kadar vahim değildir durumum! Biraz mutsuzluğum geçsin, biraz zaman dolansın yarınlarıma, biraz uzak kalsın kokun burnuma, birazda yorgunluğum geçsin, sonra hallederim ben her şeyi. Yeniden kalkmak için bir omuza ihtiyacım yok benim. Yeniden ben olabilmek için, yine kendime ihtiyacım var /biliyorum.

Yine de uzatmaları oynuyoruz bu ara kalbimle. Ben hakeme bakıyorum, o ise saatine! Kulaklarım çalacak son düdüğün sesinde. Sonra her şey bitecek biliyorum. Hayırlısı böyleymiş demek için çok geçti oysa. Çünkü kalbim seni seçmişti onca kalabalık arasından. Sen mi bir adım öne çıkmıştın, yoksa sen hariç herkes bir adım geriye atmış ve sen bana mı kalmıştın hatırlamıyorum. Ya ben sevmeye hazırdım seni, ya da sen beni bulmaya. Şimdi düşünüyorum da bunun bir önemi var mı şu durumda. Seni, kendi hayatıma kahraman seçmiş olmanın bana ne faydası var gidişini izlerken! Zira ‘nefes’ almadan yaşamıyordu insan. Ne çok yalancıydık “kendimize bile

Kaç mutsuzluk sonrası kalbin vazgeçer benden, ya ben kaç bahar sonra alışırım yokluğuna, kaç deneme sonrası gideriz birbirimizden, ne zaman vazgeçeriz telefona sarılmaktan. Cevapsız sorularla kahvemi yudumlarken takılıyor aklım sözlerine. Düşüyorum.

Düşmek nasıl bir duygudur bilir misiniz? Hele ki elleriniz doluyken! Tepetaklak yere yuvarlanmak ve elinizdekiler düşmesin diye onları korumaya çalışırken her tarafınızın yara bere içinde kalması. Çok acı. Bence bırakın elinizdekiler düşsün. Siz yere düşmemenin yollarına bakın. Sonucu ne olursa olsun buna değer.

Peki, siz kesintisiz mutluluk nedir bilir misiniz? Onu da bilemezsiniz çünkü yok! Tıpkı kalbin ofsaytta düşmesi gibi. Tamda gol oldu derken bayrağın havaya kalkması, varla yok arasında bir sevince gebe kalmış gibi öylece durması dudakların. Ve aynı sahnenin gözüne sokulur gibi tekrar tekrar verilmesi itiraz etmemen için. Şimdi sevineyim mi, üzüleyim mi, derdime kibrit mi çakayım, yeniden mi deneyeyim derken hayatımın, ellerimin arasından kayıp gidişini izlemek gibi bir şey işte. Bu da çok acı. (Yalnız ofsayttı güzel anlattım, kabul edin)

Yine de bazen her kötü rüyanın ardından uyanmak istiyor insan. Ama yaşadığınızın rüya olmadığını anladığınızda kopuyor kıyamet. İçinizdeki fırtınalar sizden ne götürürse artık.  Senin de yüreğinin yolsuzluğudur hortumladığın sevdam. Oysa hiç kimsenin yüzüne yakışmazdı benden çaldığın gülüşler, bir insana olan inancım! Yine de GÜLE GÜLE harca.

Hayatta her şey bir değişimdir, hayatında bir şeyleri değiştirmeli insan. Dediğim gibi aşkı, güveni kaldırıp çöpe atmalı mesela. Sana söylenen yalanlara kanacak kadar aptal olmayı bırakmalı öyle değil mi? Büyü artık Sevgili Kendim. Senden önce kaç kadına söylenmiş bayat cümlelerden yapma akşam yemeğini. Hayat yanılmaktan ibaret değil. Hayat sevmek ve sevilmekten de ibaret değil. Hayat biraz güvenmektir aslında yarı yolda bırakılmayacağına. Biraz inanmaktır yaşadığına! Belki biraz dinlenmekti sığ sularda…! Olsun, bu da böyle bir hayat işte! Belki de birazda kabullenmektir sevda.

Gitme diye yalvarmadım, dön diye de yalvarmayacağım sevgili ama yarım kalan bir hikâyemiz vardı seninle.

Düşündüm de, sende kalsın…

Gülay MORGÜL