Geleceği planlarken hayal ettiğin mutluluktan sapmalar olunca biraz bocalıyor insan.
Yine de kendini tehdit altında hissettiğinde en tehlikeli canavara dönüşen insandan başkası da değil hani. Olaylar, yaşadıkların, acıların, seni bu duruma getiren dünler, hepsi üst üste toplanınca tek suçlu senmişsin gibi ortada gezinmek bir hüzün doğurabilir. Yanlış anlaşılmak, doğruların kırbaçla sırtına vurulması gibi canını acıtabilir.

Bir de geleceğe dair var olan umutların bir kâğıt parçası gibi buruşturulup ayaklarının dibine atılması cehennemden farksız olabilir. Hayatta hiçbir umudunun kalmaması bu dünyada cehennemi yaşamaya denk gelir derler tabi diğer tarafta bir cehennem varsa? Fazla pragmatist olabiliriz bu yolculukta! Sana kimin eşlik ettiği de önemli elbet. Hani derler ya:
“Sevdiğinle isen zaten her yer cennet sana!”
Gerçekten öyle mi?

Belki de bu yalanları izlerken çok sıkıldığımızdan filmin sonundaki kehaneti pek dinleyemedik ne dersiniz? Yarım yamalak yaşantımızın bizi yansıtan taraflarını alıp en uzak köşeye atmasaydık eğer daha güzel bir hayalimiz olabilirdi belki. Pembe panjurlu bir ev değil de yalnızlığını pembeye boyayacak bir hayat arkadaşı mesela. Kendimiz olmaktan korktuğumuz biriyle değil de kendimizi bulduğumuz biriyle ödüllendirilmek mesela. Çünkü ehlîleştirmeye çalıştığın bir ilişki, karşındakinin normal olan tüm eğilimlerini yok eder. İlişkinin başındakiyle sonundaki aynı kişi değildir artık. Sevdiğin kişi de, sende!

Yalanlar söylediğin kişiden doğru söylemesini beklemek gibi kısır bir döngüde dolanıp durur bu sonu gelmez hikâyeler! Oysa:
“Gerçek adalet, her hatanın bedelini bir kez ödetir. Gerçek adaletsizlik, her hatanın bedelini tekrar tekrar ödetir.”
Şimdilerde ise:
“Ölümden çok yaşamaktan korkmaya başladığımız zamanlar sarıyor her yeri, insan sevdiklerine bunu yapmamalı.”
diyor felsefi bir yazar. Susuyoruz. Yanlış bir yerdeymişsin hissi uyandırıyor bu cümleler!

Belki de “yanlış bir zamana değil de yalnız bir zamana denk geldi” de buluştu elleriniz. Ya da bir şairin dediği gibi:
“Çok yanlış kişiydin ve çok yalnız tarafıma denk geldin…”

Hepsi mümkün, her şey mümkün, peki ya AŞK?

Ve bu yıl öğrenilen tek şey:
“Her yürek sevgiye dair değil, bazen bırakmak gerek, bazen yenilenmek, bazen de boş vermek gerek, hayat sanıldığı kadar uzun değil…”
Yol aldığın biriyle aynı kafada değilsen, sadece kendine haksızlık ediyorsundur.
“Kimsenin sırrı ya da ikincisi olacak kadar değersiz değilsin.”

Hayatın tekrarı yok. Seni bin ömür seveceğim diyenlerin bir ömür sevememesi, artık oturup konuşulacak bir mevzu değil, orada bitmiştir her şey. Olmuyorsa olmuyordur, zorlamamak lazım. Bazen mutluluk, iki kadehin hemen arkası!

Yine de biz her şeye rağmen seviyoruz acıdan beslenmeyi! O yüzden:
“Acı insanı büyütür.”
diyor bir yazar. Kalbin kırılmasıyla vücuttaki bir kemiğin kırılmasının bilinçteki karşılığı aynı diyor. Kırk günde iyileşir, doksan günde normale döner, altı ay sonra unutulurmuş. Sadece soğuk havalarda biraz sızlayıp, ısınınca geçermiş.

Siz en iyisi sıkı giyinin bu aralar ve kendinize şunu hatırlatın:
“Hiç kimseye hiçbir şey borçlu değilsiniz.”
Karanlığa güneşi taşımaktan vazgeçin, kendinize taze bir bahar sipariş edip bir kahve yapın, yol uzun ve siz yalnızsınız…

Gülay MORGÜL