Ayakkabımın içine kaçmış bir taş gibi onu çıkarmadan rahat yürüyemeyeceğimi biliyordum. Canımı acıtıyordu ve ben hala durmaksızın koşmam gerektiğine inanıyordum. Neden? Peki ya sizin hayatınızdan sizi acıtan kaç insan geçti? Kaç taş vardı ayakkabılarınızda?
Kendimden kaçarken kendimi kovaladığımı fark ettiğimde anladım aslında. “Bazı mutsuzluklar aslında bir şeyin yokluğundan değil bazı şeylerin varlığından!” Oysa nerem ağrıyorsa anlatmıştım, tüm yaralarımı, nerelerden vurulduğumu, hatta tüm zayıflıklarımı göstermiştim sana. O yüzden daha hızlı oldu sanırım düşüşüm. Çok kolay oldu nereden vuracağını öğrenmek!
Beynimde koşturup duran sana dair tüm düşünceler kelimelere dökülmeden sızıp gittiler. Ben fazla ayıktım halbuki, içmişliğim dünden kalma…! Yine de birlikte düşüyorduk inceden. Tüm düşüşlerin sebebi olduğunu bilerek bakıyordum gökyüzüne. Nihayetinde oraya omuzlarda çıkarılmıştım ayağım kaymadan önce. Belki de birileri itmişti kim bilir, yoksa nasıl açıklanırdı ki sırtımdaki parmak izlerin!
Rahme kazara düşmüş gönülsüz bir bebek gibi doğum anını bekliyordum. Çok yorulmuştum beklemekten. Sisli bir havada ölümün sesi değil de ölülerin sesini duymaktan sağırlaşmıştım bu dünyaya. Yaşayanların sağır edici öfke çığlıkları daha çok çınlatıyordu kulaklarımı. Bir şeyler bekliyorlardı benden, bense ne beklediklerini bilmenin utancıyla başımı öne eğiyordum. Yaşayanların sesini kesebiliyordum onlardan uzaklaşarak ama ölülerin puslu kasveti hep benimle geliyordu. Sanki hiçbir yerde yalnız değildim yapayalnız olsam bile. İçimde öldürdüklerime bir kez daha toprak atmalıydım, bir kez daha kaçmalıydım inandıklarımdan…!
Tüm umutsuzluğumu, kaygılarımı zihnimden atıyordum oysa. Biliyorum, ‘hiç biri beni yok etmeye gelmemişti aslında, hepsi bir şeyler öğretmek için burada…!’ Sarmıştı her yerimi!
Ve sevgi sıcacıktı aslında, güvenliydi ama aşk öyle değil, kavurup yakıyordu ortalığı ve en kötüsü güven de vermiyordu. Çünkü aşk, basamakları çokça olan bir merdivendi ve en tepeye kim ulaşırsa ulaşsın, teker teker çıktığı yolları, aşağıya yuvarlanarak tamamlıyordu. Ben bu döngü seninle değişir sanmıştım, ya da kendi öykümü yazarak değişebileceğine kendimi öyle inandırmıştım ki cehennemin dibi dedikleri bu olsa gerek! Ha dünyadaki karşılığı mı? Nur topu gibi ağır bir depresyon.
Hemen sonra okuduğum bir kitapta şu söze denk gelmiştim. “Sana verdiğim değere yakışır şekilde hareket etmeyi öğrendiğinde, gel. Yeniden tanışalım.” Başka sözlerde var tabi hayatta “Her katil, mutlaka olay yerine geri döner…”
Neyse boş ver bu sözleri,
En iyisi sen bir daha gelme…!
Gülay MORGÜL