Mahkemede suçlu sayılmak için tanık istiyor hâkimler lakin tanıklık edecek kimse yok henüz koridorlarda, mübaşir ismimi bağırıyor davacı diye, kulaklarımı tırmalıyor geriye kalan sessizliğin gürültüsü. Kimse yerli yerinde değil, kendimi savunacak kendimden başka kimsenin olmaması da cabası. Çalınmış güzel anların hesabı sorgusuzca geçmişe gömülerken kimse yargılamıyor seni. Bari bir tek kalbimin yerini söyleseydin, diğer çaldıkların sana kalsın. Kimseye açılmayan kapılardan usulca sızıp kendine kocaman yer açmıştın gitmeyeceğine söz vererek!

En kötüsü de ne biliyor musun? Uzun yıllar sonra ilk kez birine inanmak. Hatta ‘seni alnıma yazmış diyordun ya kader’ o zaman daracık yüreğimde başlattığın bu kazı çalışması da neden? Oysa ben adını dağlara bile yazacak kadar aptal biri olarak seni en sevdiklerimin arasına sıkıştırmıştım, bir yarımdan bütün olmaya çalışmıştım. Çok ağlayıp az mı güldük de pılını pırtını toplayıp sırtını döndün bana ve bu ilk değil. Büyük sorunlarımızı küçültmek için gelmiştik bir araya, küçük olanları üfleyip balon yapmak nedir? Tüm kalbimle istemiştim seni. Gerçi bilemedim insan kör olunca mı görmez, görmek istemeyince mi bilmez? Ne farkın kaldı ki diğerlerinden? Mevzu, daha büyüktü inandıklarından. Ha inanmak demişken, nedense hep inandıklarım yarı yolda bırakmıştı beni, ondandır bir zamanlar tanrıdan bile vazgeçişim. Ama ne tuhaftır ki insan yine de içindeki tanrıyı özlüyor nedense! Ama bu ilişkide tanrının bile suçu yok! Bu olanların hepsinden ben sorumluyum, “dikkat kırılabilir” diye yazmamıştım yüreğime! Sen de önemsememiştin zaten, o yüzden hoyratça bir kargocunun ellerinde pervasızca atılmıştım diğer kargo paketlerinin üzerine.

Kırılmayıp ta ne yapsın bu yürek! Söyle kaç kalbi eskittin bana gelmeden önce? Hiç mi bir şey öğrenmedin kadın ruhuna dair. Hiç mi biri iz bırakmadı da hayata dair öyle savurgansın. Kahve sevmezdin bilirim, o yüzden hatırı sayılır yıllar toz oldu avuçlarında. Çaysa demlendikçe acılaştı yüreğimde, kusmak an meselesi! Hani diyor ya bir yazar “Bütün duyguları anlatmaya yetecek kadar kelime yoktur. Gerekte yoktur.” Yine de yıllar önce saatlerce anlatmıştım sana olmayacağını bizden! Ama vazgeçmedin sen. Sonra “biz” olduk sanki! Olmamış mıydık yoksa! Oysa çok konuşmayı da sevmezdim ben, yine yazarak susuyorum!  Hani yine de her şey güzel olsun diye dua eder ya insan, belki de her şey güzeldir iyi bak diyorum kendime. Bilmezsin sen “Çok şey beklemez aslında kadınlar, deniz yırtıldıysa dikeceksin” denemek için zamanın vardı çokça. Yani biraz çaba lazımdı sadece. Sense bir korkak gibi kaçmayı seçtin. Yani tek suçlu RETRO değildir herhâlde! Hayat, cesur insanları masallara konuk eder. Gerisi hep figüran zaten. Sanırım biz birbirimizin kahramanı olamayacak kadar yoktuk bu hikâyede. Ama siz yine de tutuklayın onu Hâkim Bey; o çaldığıyla ben yaşadıklarımla kalayım. Eğer dudaklarım onun boynunda dolaşamayacaksa, ipi sallandırın gitsin. Çünkü öyle bir yerdeyim ki koşmuşum koşmuşum ama varamamışım doğruya. O yüzden suçu bana atarken yüzü de kızarmıyor!

“Gerçek hislerin, yanlış bir insana denk gelmesi de ağır bir imtihandır mesela” ve ben bedelini çok ağır ödüyorum seni sevmenin. Tüm zamanlarımı sana harcadım sen kalbimi çalarken ve çokça sevdim hatta çoktan biraz fazla. Ama geçte olsa öğrendim, israf haramdır… Ve aslında bazı kapılar sana hiç açılmamıştır. Yazık. Cemal Süreya’nın “Seni severken, kendimi çok üzdüm” dediği yerdeyim. Ben burada, o içerde kalsın Hakim bey; söyleyeceklerim bu kadar…,

Gülay MORGÜL