21 Eylül itibariyle 18 milyon öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmen yeni eğitim-öğretim dönemine tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de covid19 pandemisinin gölgesinde başla...
21 Eylül itibariyle 18 milyon öğrenci ve 1 milyona yakın öğretmen yeni eğitim-öğretim dönemine tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de covid19 pandemisinin gölgesinde başladı.
Dünya ekonomileri ve sağlık sektörü bir bir çökerken gözden kaçan bir gerçek gençlerimizin gelecek kaygısı. Virüsten biyolojik olarak en az etkilenen gençlerimiz sosyal anlamda en fazla etkilenen kesim oldu.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından yapılan bir araştırmaya göre eğitim gören veya okulla işi bir arada götüren gençlerin %70 işyerlerinin ve okullarının kapanmasından olumsuz etkilendi. Eğitimde yaşanan aksaklıklar ve çalışan gençlerin kaybettiği işler onları gelecek kaygısıyla baş başa bırakmıştır.
Ülkemizde eğitimde fırsat eşitliğindeki uçurum bu salgınla beraber tavan yapmıştır. Salgın öncesine baktığımızda sosyal adaletsizlik nedeniyle çocuklarımız birbirinden çok farklı eğitim imkanlarına sahip olduklarını zaten görüyorduk.
Bazı öğrenciler en iyi okullarda, en iyi eğitim araç ve gereçlerini ve teknolojinin tüm imkanlarını kullanırken; bazıları ise, örneğin mevsimlik tarım işçilerinin çocukları, ortalama 5-6 ay çadırlarda ya da kamyon arkalarında okullarından çok uzakta aynı sınava hazırlanıyorlardı.
Şimdi ise kriz çok daha büyük. Kimi özel okullarda yüzyüze eğitime başlarken, kimi kişiye özel uzaktan eğitim programları uygularken, kimi de özel dersler ile eğitim açıklarını kapatmaktadır. Peki, yoksul halkın çocukları?
Hepimiz gerçeğin farkındayız. Sosyal adaletsizlik her yerde olduğu gibi eğitimde de bireyler arasındaki fırsat eşitliği uçurumunu arttırıyor.
Burada Finlandiya'nın eğitim sisteminde gerçekleştirdiği devrimden biraz bahsetmek isterim. "Kaliteli kamu eğitimi sadece eğitim politikalarıyla değil aynı zamanda sosyal politikalarla geliştirilmiştir".
Finlandiya'da tüm okullarda bir siyasetçinin, bir işadamının ve bir işçinin çocuğu yan yana sıralarda oturur, bu çocukların hepsine aynı kafeteryada ücretsiz sağlıklı gıda verilir. Tamamı ücretsiz sağlık ve diş tedavisi hizmetlerine ulaştırılır.
Öğretmen adayları üniversitede mükemmel bir mesleki eğitim alır ve sonrasında verilen mesleki seminerlerle gelişen bilim ve teknolojiye uyum sağlaması hedeflenir. Finlandiya'da gençlerin en çok tercih ettiği ilk 3 meslek içinde öğretmenlik hiç değişmeden yerini hala koruyor.
Son olarak devlet: siyasetçileri, özel sektörü, sendika ve dernekleri yani toplumun her kesimini eğitim sistemine katkı sunmak için yardıma çağırır. Sonuç 2000'li yılların başından bu yana Finlandiya, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma örgütünün (OECD) uluslararası öğrenci değerlendirme programında (PİSA) da tüm alanlarda dünya sıralamasının tepesinde yerini alıyor.
Eğitimde son 30 yılda atılan adımların meyvelerini mezun olan öğrencilerin ülke ekonomisine, sosyal adaletine ve iç barışına sunduğu katkılarla Finlandiya dünyanın en yaşanabilir ülkeleri arasında en ön sıralarda bulunmaktadır.
Şimdi kısaca ülkemize bir daha bakalım.
Yukarda bahsettiğim sosyal adaletsizliğin getirdiği eğitimde fırsat eşitsizliğinin yanında; Her gelen iktidar kendi siyasi ve ahlaki görüşüne göre öğrenci yetiştirmeyi kendine görev bildi. Eğitim sistemini yaz boz tahtasına çevirdi. Bazı yıllarda sadece bir eğitim öğretim döneminde ya sınav sistemini ya ders programı ve içeriğini değiştirdikleri oldu. En kötüsü ise hedefte hiçbir zaman bilim ve teknoloji ve insan yaşamı olmadı. Bunun sonuçlarını çok ağır ödedik ve ödüyoruz.
Peki, ne yapmalı?
Birilerinin sihirli bir değnekle ülkenin eğitim sorunlarını çözmesini beklemek şu aşamada hayalperestlik olacaktır. Bu yüzden her eğitimli bireyin toplumdan sorumlu olduğunu düşünüyorum. Tüm sivil toplum kuruluşları, odalar, dernekler, siyasi partiler ve yerel yönetimler kendi alanlarında önemli katkılar sunabilirler.
Yerel yöneticiler kentlerindeki gençlerin eğitim ve sosyal sorunları için tüm kurum, kuruluş ve eğitimcilerin içinde olduğu bir eğitim çalıştayı yaparak sorunları ortak akılla tespit edip çözüme kavuşturabilirler.
Özellikle yerel yönetimler lokal de yoksul halk çocuklarının kitap okuyabileceği ders çalışa bileceği internet erişimi olan çok kapsamlı kültür evleri (bilgi evi) açmalı ve sayısını artırmalıdır. Kent merkezlerinde yeterli sayıda tekno- kütüphaneler oluşturmalıdır. Eğitim meteryaline ulaşamayan çocuk ve gençlerimize bu araç gereçler hızlı bir şekilde ulaştırılmalıdır. Kuracakları psikolojik destek merkezleri ile sosyal adaletsizliğin ve pandeminin gençler üzerinde yol açtığı psikolojik sorunlarla mücadele edilmeli.
Yerel yönetimlerin en büyük şansı;
Geçmiş yıllarda bir çok sivil toplum kuruluşuyla yaptığım görüşmelerde bu tür girişimlere hem katkı sunacaklarını hem de manevi destek sunacaklarını belirtmeleri oldu. Kısacası her birey çocuklarımız ve gençlerimiz için elini taşın altına sokmaya hazır. Yeter ki kurumlar olarak üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirelim.