Gülay-2

Zamanda misafir gibi ağırlanıyor, sonra yolculuk nereye diye sormadan uğurlanıyor işte.  Acaba bu kez pencerede sevgili bekler gibi mi karşılamalıyım, şömine başında şarap içerken kapı açılıp rüzgârla beraber mi içeri girmeli? Çökmüş ruh halime rağmen kalkıp birkaç meze hazırlamalıyım biliyorum. Misafir dediğin iyi karşılanmalı biz böyle gördük büyüklerimizden. Bize yakışan onu rahat ettirmek, gidene kadar izzeti ikramda bulunmak!

Hoş o da misafirliğini bilip ortalığı yakıp yıkmasa hiç fena olmaz tabi. Misafir dediğin kırıp dökmez hastalık getirmez, ekonomiyi bozmaz, üretimi durdurmaz, doları yükseltmez, ödeyemeyeceğimiz borçlar altına sokmaz, haksız kazançların çoğalmasına müsaade etmez, öğrencileri ve eğitimi bu kadar piç etmez, onca insanı bir çırpıda öldürmez, kadın cinayetlerini, çocuk tacizcilerini arttırmaz.

Hırsızları, gaspçıları, katilleri tüm işledikleri suçlara rağmen sokağa salmaz. İnsanı insanlıktan çıkarmaz. Hayvanları da yaratanın, insanları yaratanla aynı kişi olduğunu bildiği halde bu canlılara zarar vermez. Bunca yangınların çıkmasına müsaade etmez. Çıkacak üçüncü dünya savaşının zeminini oluşturmaz. Bizler bir yerlerde bir şeyi yanlış anlamış olmalıyız. Sel felaketleri ile sal mı yapmayı öğreneceğiz, işsizliği başımıza taç mı edeceğiz, elimize hediye gibi verilen bu felaketlerle ne yapacağız hakikaten anlamış değilim. Neyi, nasıl ve neden kullanacağımızı gösteren kılavuzda çıkmadı içinden. Eskilerden biraz sabır depolamış olmasak ters yüz edecektik hayatı (sanki gücümüz yetermiş gibi)

Ah misafir dediğin en azından azda olsa biraz kalkıp yardım eder. Ne bilim bir bulaşık yıkamasa da ikinci bardağını kendi kalkıp doldurur mesela. Yediği tabağı tezgâha bırakır en azından. (Aslında kibarcasını yazdım oysa içimden geçenler  ‘yediği tabağa pislemez’ nakaratı.) Ne bilim misafir dediğin bir tebessüm yerleştirir yüzüne, azıcık sıcaklık verir soğuğa inat. (ben fazla üşüyorum haberi yok) Belli ki biraz daha fazla rakıya vurmalıyım. Yoksa ayık kafayla bu kadar sıkıntı çekilmez. Sabırda dediğin bir yere kadar hani. Ama derseniz ki bu yeni bir yılın suçu değil…!

O zaman yeni bir yıl bunları bize getirmiyorsa suçlu kim?

Noel baba mı?

Doymak bilmeyen tek dişi kalmış canavar mı?

Tanrı mı? Yoksa yarattıkları mı?

Yoksa tüm bunları düşünmekten kendini alıkoyamayan ben mi?

Neyse kendimizi kandırmaya, içimize yeşermeyen umutları ekmeye devam edelim en iyisi biz.

İçinde bu yazdıklarımı barındırmayan mus mutlu yeni bir yılımız olsun!...