Adil Okay

 “SENİN ADIN X… ADİL’İ UNUT… O İSİM ARAPÇADIR VE YASAKLANMIŞTIR”

21 ŞUBAT DÜNYA ANADİL GÜNÜ VE KÂBUSLARIM

 

«17 Kasım 1999 tarihinde UNESCO, 21 Şubat’ı Uluslararası Anadil Günü olarak ilan etmiş ve 2000 yılından bu yana dünyada kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla ‘Dünya Anadili Günü’ olarak kutlanmaya başlamıştır.»

Gece rüyamda herkes anlamadığım bir dilde konuşuyor ve beni yabancı bir isimle çağırıyorlardı. Ben ısrarla adımın Adil olduğunu söyleyip duruyordum. Ama etrafımı saran insanlar beni anlamazlıktan gelip kulağıma: “Senin adın bundan sonra X, Adil’i unut, o Arapça kökenli bir ad ve yasaktır” diyorlardı. Öfkeden ter içinde kalmıştım. Etrafıma bakıyor destek arıyordum. Sesime ses veren yoktu. Sadece doğa konuşuyordu. İsimleri kimseye sorulmadan değiştirilen dağlar, nehirler, göller, ovalar, obalar, köyler, beldeler “Adımızı geri isteriz” diye haykırıyor ve “Bizi düşünmediniz bari kendiniz için ses çıkarın, onurunuzu koruyun” diyorlardı. Zorla isim değiştirmeye itiraz edip sesimi yükseltince, üniformalı iki kişi koluma girip, ‘XYZ’ devletinin kararnamesine itaatsizlikten tutuklandığımı bildirdiler.

Fotoğraf. Ozcan Yaman. Metin Adil Okay

Ve ben birden uyandım. “Oh” dedim: “İyi ki bir rüyaymış.” Daha doğrusu bir kâbus.

İşte benim sadece bir gece gördüğüm kâbusu, bu ülkede her gün gören yaşayan insanlar vardı. On yıllarca doğan çocuklarına analarının / atalarının isimlerinin verilmesi yasaklanan insanlar. Anadillerinde konuşmaları yasaklanan insanlar. Oysa Bulgaristan’da “soydaşlarımızın” adları zorla değiştirilince, ‘milletçe isyanımızı’ dile getirmiştik değil mi? Peki O “soydaşlarımız” için istediğimizi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan halklara neden çok gördük. Kürtlerin çocuklarına istedikleri ismi vermeyi yasaklamanın yanı sıra, “ülkenin asli unsurları, renklerimiz, mozaiğimiz” diye andığımız halkların yaşadıkları bölgelerin, beldelerin, köylerin adları neden değiştirildi. Ve halen değiştirilmeye devam ediliyor.

Siir Suleyman Okay

Anadil yasağının, yer isimlerinin değiştirilmesinin kime ne yararı oldu?

Dil uzmanı Markus Warasin ‘’Bir dil yok olduğunda, onunla birlikte bilgi dağarcığı da yok oluyor. Örneğin, Afrika’da bitki ve otlar konusundaki tıbbi bilgiler, yerel diller kanalıyla aktarılıyor.’’ diyor. Rakamlar tartışmalı ama dünyada bilinen 5100 dilin büyük çoğunluğu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Önlem alınmazsa 100 yıl sonra sadece İngilizce, İspanyolca ve Çincenin bir diyalekti olan Mandarince kalacak. Yani dünya daha da kuraklaşacak.

Şimdi kimileri “başka derdin/iz mi yok, emperyalizm zaten bizi bölmek istiyor” falan diyecektir. Türkiye’nin de bu emperyalist - kapitalist blokun parçası, suç ortağı olduğunu unutan insanların bu klişe - ezber sloganını kabul ettik diyelim. Doğru Kürt ve Arap halkları gibi Türk halkının da büyük çoğunluğu dil değil, iş-aş derdinde. Bu gün itibariyle –çocuk çalıştırmak yasak olduğu halde- ülkede bir milyondan fazla “çocuk işçi” var. Ama kabul edelim ki Rum, Kürt, Arap, Ermeni, Süryani köylerinin - kentlerinin adlarının Türkçeleşmesi, Türkçe dışında anadilde eğitimin engellenmesi kimsenin karnını doyurmuyor, parasız eğitim ve sağlık olanağı sunmuyor.

Türkçeleşen isimler, muktedirlerin kirlettiği denizlerimizi, kurutulan nehir ve göllerimizi kurtarmıyor.

Kadına şiddete çözüm olmuyor.

Açlığı, yoksulluğu engellemiyor.

Sınıf çelişkisini gizleyemiyor.

İş cinayetlerini durdurmuyor.

Ülkeyi de “bağımsız” yapmıyor.

Einstein’ın “İyi millet, kötü millet yoktur. İyi insan, kötü insan vardır”, sözünün halen geçerliliğini koruduğuna inanan ben, ana dili Türkçe olan bir Antakyalıyım, yer isimleri değiştirilirken görüşüm alınmadığı gibi, bu değişikliğin de bana hiçbir yararı olmadı. Tersine ana dili Türkçe olmayan, İlkokulda anadiliyle konuştuğu için kafasında sopa kırılan Arap komşularıma, Kürt arkadaşlarıma karşı kendimi mahcup hissetmeme yol açtı. Belki de kâbuslarımın bir nedeni de bu mahcubiyettir.

Bir solcunun, demokratın sonuç ne olursa olsun, kendi sahip olduğu tüm hakların ‘ötekiler’de de olması için mücadele etmesi gerekir. Bu egemen dillerin, dinlerin, mezheplerin ve cinslerin egemenliğine karşı ötekilerin hakkı için mücadele anlamına gelir.

Bir Türk göğsünü gere gere “Ne mutlu Türküm.” diyebiliyorsa, bir Kürt veya Arap da linç tehlikesi yaşamadan “Ne mutlu Kürt’üm / Arap’ım” diyebilmelidir.

“Kürtlere veya Araplara veya Çerkeslere anadilde eğitim hakkı vermeyelim bu bölünmeye kadar gider” demek de kadınlara boşanma hakkı vermeyelim aksi halde boşanmalar çoğalır, işçilere grev hakkı vermeyelim aksi takdire grev yaparlar, siyahilere eşit yurttaşlık hakkı vermeyelim, köleliği kaldırmayalım aksi takdirde şehir otobüslerinde ayakta durmak zorunda kalırız, bedava işgücünü kaybederiz demekle eşdeğerde yani değersizliktedir.

İşte burada söylenen, “‘tamam ama’ların” kıymeti harbiyesi yoktur. Artık Kürtler, Araplar, Ermeniler, Çerkesler, Süryaniler, Aleviler, kadınlar, LGBTQ+lar ve buraya yazmayı unutmuş olabileceğim tüm ötekileştirilenler, ‘en azından "Türk, erkek ve Sünni" kökenli yurttaşların var olan tüm haklarına sahip olmak istiyorlar ve bu mücadelede kendilerini 'solcu' ve/veya ‘demokrat’ olarak tanımlayanları 'ama'sız yanlarında görmek istiyorlar.

Şubat 2025

Not: 2013 Yılında Antakya Kültür Sanat Dergisi’nde yayınlanan “Dersim’den Antakya’ya yasaklanan adlarımız” adlı makalemden yararlanarak yazılmıştır..