Bir makalede okumuştum; "...Siyasal mücadele, her şey bir yana 'birey'in kendi içinde sürekli bir hesaplaşmasıdır..."

Eğer birey siyasi mücadelenin herhangi bir hattında yer tutuyorsa ve bir iddiası varsa önce kendi 'ben'liğini bulmuş, bunun mücadelesini vermiş, yeri gelmiş küllerinden doğarak kendisini üretmiş ve bu 'ben'lik üretimini siyasi mücadelenin bir parçası haline getirmiş olması gerekir. Bu sayede ilmek ilmek örerek var ettiği 'ben'liğini savunan, ona sahip çıkan insan, mücadeleye ve mücadele içinde yol yürüdüğü toplama da sahip çıkabilir hale gelir.

Günümüzde siyasal mücadele hattı oluşturan sendikalar, sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler içindeki insan niteliği ‘80 öncesine göre çok farklılaştı. Geçmişte kendini mücadeleye adamış, feda etmiş eylemcilerin yerini artık daha bireyci kişiler almış gibi görünüyor. Siyasal hat içinde bulunup mücadele ören kişilerin kariyer hedefleri de buna eklenince ortaya karışık bir durum çıkıyor. Bundan kaynaklı da düzen siyasetinde yer bulamayan “solcu” kişi, bireycilikle toplumculuk arasında sıkışmaktan kaynaklı, içine kapanmakla sonuçlanan bir erime yaşıyor. Çünkü kirli siyaset içinde akıntıya kürek çekerken bir tarafta da gürül gürül akan bir dünya var. Nereye kadar bireycilik, nereden itibaren bencillik ve nasıl bir toplumculuk?

Maalesef mücadele hattı arayışı kişiyi düzen siyaseti içinde kıvrandırıyor. Kariyerist, hizipçi gruplar ile boğuşmak zorunda bırakıyor. Kişi öyle bir noktaya geliyor ki düzene karşı savaşımdan, düzen içindeki kirli ayak oyunları ile savaş haline gelen bir çelişkinin ortasında buluyor kendisini. O zaman da haklı olarak “benim burada ne işim var?” sorusunu sormadan edemiyor. Evet, ne işi olabilir siyasal mücadeleye gönül vermiş kişinin buralarda? Emek mücadelesi hedefindeki solcu değerler bütününün geliştirici, birleştirici, ileri taşıyıcı bir lokomotif olarak dalga dalga yayılması gerekmez mi? Artık eskinin örgütsel kültürü ile yeni örgütsel kültür arasındaki uçurum o kadar açılmış ki…

Uğur Mumcu bir yazısında: “Sosyalist olmak, emekten, barıştan ve bağımsızlıktan yana olmak demektir. Sosyalist olmak, bu açıdan başlı başına bir ‘kişilik’ sorunudur.” diyor.

Tam da bu nedenle, sol, sosyalist, emek mücadelesinde en çok ben'liklerini bulmuş insanlara ihtiyaç vardır. Çünkü birey, bir taraftan siyasi bir kavga verirken diğer taraftan da düzen siyaseti içinde çürümenin parçası haline gelmemek için ben'lik savaşımı içinde kendisini bulabilir. Kendi çelişkileri ile yüzleşmeyip burayı önemsemeyen insan mücadeleyi ne derece örebilir? Omurgasını ne derece sağlam tutar? Bu, o derece önemlidir ki "Tarihte Bireyin Rolü Üzerine" kitabında Plehanov'un dediği gibi "...her şey, benim eylemimin kaçınılmaz olaylar zincirinin zorunlu bir halkasını oluşturup oluşturmadığına bağlıdır..." Peki, bunu nasıl anlayabilirim? Ben'liğim bunu anlamama ne kadar izin verir? 'Özgür iradesizlik' diyor Plehanov; bilincimizde özgürlük ile zorunluluk arasındaki özdeşliği bozamamak birini diğerinin karşısına koyamamaktan bahsediyor. İçsel kimliğinin yani başta belirttiğim 'ben'liğin dışsal ifadesinin özgürlüğe dönüşmesi mücadelede tuttuğun hattı da belirleyecektir. Yani mücadele önce kişinin kendi iç hesaplaşmalarında başlar ve bunun dışarıya yansıması siyasi mücadele içindeki tavrını belirler. Bu tavır da kelebeğin kanat çırpışı ile bir kasırga arasındaki ilişkinin kendisidir.

Meşrutiyetten bu yana devam eden aydınlık ile karanlık arasındaki çelişki devam ediyor. Tarihsel çelişki, toplumsal çelişkilerin aynası olarak karşımızda duruyor. Bireysel iç çelişkilerimizi bunlardan bağımsız göremeyiz. Her şey birbirine bağlı ve bağımlı.  Karanlığı aydınlatmak ise içsel çelişkilerini doğru okuyabilenler sayesinde mümkün. Çürümenin siyasi mücadele kurumlarının içine sirayet ettiği bu düzen içinde emek sermaye çelişkisini merkeze alarak yapacağımız hesaplaşmalar bize doğru yolu gösterecektir.

Sonuç olarak, Bertolt Brecht’in dediği gibi: “Umudumuz çelişkilerde