Mahkûm Deniz Tepeli içeriden dışarı yolladığı mektupta, dışarından gelecek “ses”in önemine değinip Güzel’in çağrısını destekliyor.
“Mektup yazma isteğim, bir süre sonra mektup yazma tutkusuna evrildi. Mektup yazmaya başlarken, bunun 20 yıl boyunca sürecek olan mektuplar yazışmasına döneceğini tahayyül bile edemezdim. Ne de çok sevmişim bu yazışmaları. Kısa süreçler zarfında mektup yazmadığımda, kendimden bir eksiklik hissetmeye başladım. Onun için yazmaya devam etmekte kararlıyım. Yaşadığımız süreç ve şartlar da zaten bu tür yazışmaları zorunlu kılıyor. “ Gül Güzel
İnsankızının-oğlunun iletişim araçları her çağda biraz daha gelişti. Tam tam’lardan, dumanla haberleşmeye, güvercin kanadından, telgrafın tellerine, posta arabalarından, cep telefonlarıyla yazışmaya, 140 karakterle sınırlı aşk mektuplarından, “kopyala-yapıştır” kiç mektupların yoğunlaştığı internete vardık. Peki, “mektup” bitti mi. Mektuplaşma tarihe mi karıştı? Hayır. Belki artık insanların büyük çoğunluğu elle yazmıyor. Klavye yerini aldı kalemin. Ama mektuplar, “e-mektuplar” gidip gelmeye devam ediyor. Türkülere - şarkılara konu oluyor. Ve bu yazıyı hazırlamamda bana ilham kaynağı olan Gül Güzel ve onun gibi duyarlı insanlar ile politik tutsaklar arasında mektuplaşma devam ediyor. Hapishanelerden halen el yazılı - pullu ve “görülmüştür” mühürlü mektuplar gelmeye devam ediyor. Keza bu mektuplar bazen tarihte kara sayfaların aydınlanmasına vesile oluyor. Resmi tarihin dışında gerçek tarihin yazılımına katkı sunuyor. Tarih yanı sıra edebiyat külliyatı zenginleşiyor.
Bu gün Nazım’ın Piraye’ye mektuplarını bilmeyenimiz yoktur. Rosa Lüksemburg’un “sevgiliye mektuplar” adlı kitabını daha dar bir çevre mutlaka okumuştur. Örnekler uzatılabilir: Marx’la Engels’in mektupları, Yaşar Nabi’nin Dost Mektupları (1972), Ahmet Hamdi Tanpınar’ın mektupları (1974), Kafka’nın Milena’ya mektupları…gibi… Babam şair Süleyman Okay’ın 12 Eylül darbesinden sonra illegal yollardan kaçak oğluna yani bana ulaştırdığı mektup “12 Eylül Müzesi”nde yer aldı. Leyla Erbil ile Ahmed Arif ilişkisini ölümlerinden sonra mektuplarından öğrendik ve heyecanlandık. Ve bu ifşadan sonra yeniden sorguladık “özel yaşamın mahremiyetini” ve “mektupların tasarrufu”nun gönderene mi - alana mı ait olduğunu.
Edebiyatımızda mektup türünde ilk roman, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “Mutallaka” sayılabilir. Ömer Seyfettin’in “Memlekete Mektup” öyküleri; Halide Edip Adıvar’ın “Harap Mabetler’deki imzasız mektuplar”ı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Kadınlık ve Kadınlarımız” ile Reşat Nuri Güntekin’in “Sönmüş Yaldızlar”ı ‘mektup tarzındadır. Keza Halit Ziya, Mehmet Rauf, Ahmet Hikmet Müftüoğlu ve Sait Faik’in bazı öyküleri de mektuplardan yararlanılarak yazılmıştır. Benim Ütopya yayınlarından çıkan “Arkası yarın – Bir ayrılık hikâyesi” adlı romanımda da mektuplar önemli bir yer tutar. Hüseyin Çelebi’nin “Mektuplar”ını, Osman Uludağ’ın Dönüşüm Yayınları’ndan çıkan, tutsak mektuplarına yer verilen “Bir çay da senden olsun” adlı çalışmasını da unutmamak gerekir. Tabi örnekler çoğaltılabilir. Mamak mektupları gibi.
Zindandan mektup var
İşte bu külliyata -kendisi de bir zamanlar zindanın rahle-i tedrisinden geçmiş- Gül Güzel’in Fırat Yayınları’ndan çıkan kitabı “Zindandan Mektup Var” adlı kitabını da eklemek gerekir.
Tutsak yazar Seyit Oktay’ın Gül Güzel hakkında yazdığı zarif metinden bir alıntı yapayım, onun hakkında diyeceklerimi özetlemiş olurum:
“Gül Güzel’in Fırat Yayınları’ndan çıkan kitabı “Zindandan Mektup Var” (…) kendisinin de ifade ettiği gibi ‘zindanlardan sesler ve mektupların diliyle bir döneme şahitlik eden belgeler’. Ancak belge-kitap ya da döneme tanıklık etme özelliklerinin yanı sıra kitabın dikkatimi çeken başka bir yanı tam bir duygu seli olması. Birkaç erkek dışında genelde hapishanedeki siyasi kadın tutsaklarla yaptığı yazışmaları içeren kitap, mektup denilen türe yeni bir boyut katmış. Yazar ve yazıştığı insanların yazdığı satırlar resmi, kuru, sıradan ya da basit bir hal hatır sorma faslının çok ötesine geçerek bazı yönleriyle bir terapi, bazı yönleriyle bir iç dökümü, bazı yönleriyle de içtenlikli, samimi paylaşımlar olmuş, hissiyatı ve empati düzeyi yüksek metinlere ve özgün bir çalışmaya dönüşmüş.”
(…) Sadece bunlar da değil, ağırlıklı 2012 yılını kapsayan yazışmalarda dönemin siyasi atmosferi, beklentiler, hayaller, hayal kırıklıkları, umutlar, yaşanan tüm duyguların bir nevi envanterini çıkarmış. Hayatın iki yönüne de ayna tutması bakımından ilgi çekici ve ilginç: Yazarın dışarıda, gezdiği, gittiği, yaşadığı yerlerden kesitleri içeriye yansıtma çabasına, içerdeki kadınlar; yaşadıkları dar, sınırlı, imkânsızlıklar ve sıkıntılar cehenneminden görüntülerle karşılık vermiş, insana bunları zihninde karşılaştırma imkânı sunarken, içerdekinin yaşadığı, hissettiği, ihtiyaç duyduğu, umut ettiği, olmasını istediği şeylerin de neler olduğunu göstermesi açısından özgün bir çalışma. “
Zulüm imparatorluğu
Seyit Oktay’a katılıyorum. Güzel’in çalışması zulmün yanı sıra içeride dışarıda zulümle başat gelişen direnişi de betimliyor. Umudu da. Tabi zulüm imparatorluğu ad ve maske değiştirerek sürüyor. 2023’te de durum çok farklı değil. 12 Eylül faşist darbesinin mirasçıları hala iktidarda. Demem o ki Şeriat soslu AKP faşizminin hapishanelerde uyguladığı fiziki ve psikolojik şiddet yeni değil. İlk değil. AKP hükümeti seleflerinden aldığı kötülük mührünü mazlumların bağrına basmaya devam ediyor. Dönem dönem “iyileştirmeler” görülse de bu devletin inayeti değildir. İçeride ve dışarıda yürütülen kararlı direnişin, mücadelenin sonucudur. Yani bu coğrafyada zulümle direniş başat gelişmiştir. Ancak içerideki insanların kolektif direnişleri zorlaştı. Eskiden bir “ceza” olarak yönetmelikte bulunan “hücre cezası” sürekli hale geldi. Kazanılmış demokratik hakları da rafa kaldırdılar. Ama tutsaklar buna rağmen direniyor.
Gül Güzel’lere ihtiyaç var
Gül Güzel bir kitaba veya bir yazıya sığmaz elbette. O şimdi memlekete hasret yaşadığı yaban ellerde tutsaklarla yazışmaya devam ediyor. Özgürlük ve eşitlik ütopyasıyla çıktıkları yolda esir düşen tutsakları yalnız bırakmayın diye çağrı yapıyor. Güzel’in çağrısını duyan tutsaklar onun çağrısına yanıt veriyor. Ama dışarıda görece özgür olan duyarlı insanlar bu sesleri yeterince duymuyor.
Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm Deniz Tepeli de içeriden dışarı yolladığı mektupta, dışarından gelecek “ses”in önemine değinip Güzel’in çağrısını destekliyor.
Sonsöz de Deniz’in olsun:
“Aslında, dışarıda olsak belki de hiç tanışamayacağımız, ya da fark etmeden yanından geçip yine de keşfedemeyeceğimiz dostlarla ancak tutsaklık koşullarında tanışabilirdik. Bu da hayatın cömertlik ve adaletlerinden biridir. Duvarlar ve yasaklar birçok şeyi sınırlar, kısıtlar. Ama engellerin çatlaklarından bir yol bulup, süzülüp, sıyrılıp gelir güzellikler. Küçük bir şey; mesela yazılan birkaç satır, yapılan bir davranış, bir ifade ediş biçimi çok şey anlatır.”
Haziran 2023
[1] https://www.avrupademokrat2.com/duygu-seli-seyit-oktay/
[1] Deniz Tepeli’nin mektubunun bütününü ve güncel tutsak mektuplarını www.gorulmustur.org adlı web sitemizde bulabilirsiniz.