Bu yazımda size 16. yy Hollanda’sında yaşamış ve dönemin olaylarına duyarsız kalmamış bir ressam olan Pieter Bruegel'in bir tablosundan bahsedeceğim. Hollanda o dönem İspanya İmparatorluğuna bağlı bir krallık olarak yönetiliyor. İstanbul’un fethinden sonra çıkış arayan Avrupa, Coğrafi Keşifler, Reform ve Rönesans ile dönüşürken toplumsal sınıf tabakaları arasında da çelişki artmaya başlamıştır. Bruegel, tüm bunlardan etkilenen en önemli Rönesans sanatçılarından biri olarak girer tarihin sayfalarına. Onu önemli yapan, eserlerinde büyük insanlığın küçük dünyasına; gündelik hayata mercek tutmasıdır. Atasözleri, şenlikler, çocuk oyunları, köy hayatıyla beraber savaş ve kıtlık da konuları arasındadır. Gerçek yaşama ait olguları Antik dönem ve İncil’de geçen hikâyelerle birleştirmiş ve bu hikâyeleri yeniden biçimlendirmiştir. Önceliği sıradan insanın yaşayışı, neşesi, acısı ve çelişkileridir. Manzara resimlerinin içine küçük küçük insan faaliyetlerini yerleştirir ve dikkatlice incelediğinizde manzaradan daha fazlası vardır.
İşte size bahsedeceğim Bruegel tablosu bunlardan biri:
Resmin odağında doğa ve deniz ile birlikte; tarlasını süren bir adam, hayvanını otlatan bir çoban, kıyıda balık tutan bir balıkçı ve gemiler görürsünüz. Güneş batmak üzere ufuk çizgisinde beklemektedir. Gemi yük mü taşımaktadır? Yeni bir kara parçası mı keşfetmiştir? Kim bilir? Genel olarak baktığınızda tarım, hayvancılık ve ticaret faaliyetlerinin olduğu gündelik bir manzara vardır tabloda. Ancak dikkatlice incelediğinizde denizde kıyıya doğru yarısına kadar suya batmış sadece bacakları dışarıda bir insan figürü dikkatinizi çeker. O da tıpkı güneş gibi batmak üzere, bacakları dışarıda beklemektedir. Buradan itibaren görmeye başlar, ne olduğunu anlamaya çalışırsınız. Tablonun adını öğrenince tamamlanır her şey;
“İkarus'un Düşüşü Sırasında Bir Manzara”
Tragedya yazarı Ovidius’un Metamorphoses (Dönüşümler) kitabında İkarus ve babası Daidalos, hapsoldukları labirent şeklindeki kuleden Daidalos’un balmumundan yaptığı kanatlar ile kaçarlar. Ancak babasının önceden uyarmasına rağmen İkarus, kendini kaptırıp güneşe fazla yaklaşınca balmumu kanatlar erir ve denize düşerek boğulur. İşte Bruegel, İkarus’un boğulmadan önceki son anını resmetmiştir.
Deniz kıyısındaki balıkçı, İkarus’un düştüğü bölgenin yakınında olmasına rağmen işine devam etmektedir. Balıkçının yakınında dalda bir keklik vardır. Aslında keklik, İkarus’un hikâyesinin bir parçasıdır. Ama tabloda umursamaz bir seyircidir sadece. Güneş ise batmak üzeredir ve sanki İkarus’un balmumu kanatlarının erimesinin sorumlusu değildir, kendi gündelik rutinini sürdürmektedir. Tıpkı tarlasını süren çiftçi, hayvanını otlatan çoban ve diğerleri gibi...
Peki, Tanrısal hikâyelerin konusu olan “İkarus'un Düşüşü” neden kimsenin umurunda değildir?
Bu resme ait birçok yorum okudum isterseniz araştırıp bulabilirsiniz. Ben kendi yorumumdan daha doğrusu ne gördüğümden bahsedeceğim.
Ressamın yaşadığı dönem kilisenin etkisinin azaldığı bir döneme denk geliyor. Resimde de artık gündemi etkileyen şey tanrıların/yarı tanrıların hikâyeleri değildir, İkarus ve babasının macerası onlara aittir ve toplumda karşılığı yoktur. Toplumsal yaşamın dizaynında ve gündelik hayatın şekillenmesinde etkisi azalmıştır. Herkes kendi yaşam mücadelesi içinde devinirken bunlarla ilgilenmemektedir.
Tarih kitaplarına, filmlere baktığımızda da hep ülkelerin, kralların ve imparatorların tarihini görürüz. Gerçek yaşam içinde devinen insanın faaliyetleri ve kitaplardaki başrol karakterlerin aldığı kararların, insan hayatını nasıl yerle yeksan ettiğini hiç hissetmeyiz. Kahramanlar yakarlar, yıkarlar, fethederler ama bunu bir ordu ile yapar ve ordu dediğimiz şey Bruegel'in resimlerinde de göreceğimiz küçük küçük figürler halinde duyguları, ihtiyaçları, özlemleri olan gerçek kişilerdir aslında. Ama biz onların hikâyelerini hiç bilmeyiz.
Tarihe yön veren komutanlar, tanrılar-yarı tanrılar, krallar mıdır gerçekten? Homeros’tan bu yana süregelen savaşlar ve kahramanlar tarihi içinde sıradan insan ne yaşamaktadır? Sanki onlar hiç yaşamamıştır oysa savaşa gidip kılıç sallayan, tarlasını ekip karınları doyuran, kılıçları imal eden bu sıradan insanlar değil midir? Şimdiye baktığımızda da işçi sınıfı kalmadı diyen insanlara şaşırıyorum. İşçi sınıfı yok ise üzerine oturduğunuz sandalyeleri, yediğiniz ekmeği, kullandığınız kaşığı, elektriği kim üretiyor? Bu yazıyı okurken bile elinizde tuttuğunuz telefonu ya da bilgisayarı kim üretti? Belki de Karl Marx’ın “İşçi Sınıfı” tanımını yeniden yazmak lazımdır. Bilemem… Ama sonuç olarak tarih sadece iyi ya da kötü olan tekil kahramanlardan ibaret değildir. Antik dönemden bu yana süregelen hikâyelerin gerçek kahramanları bizler gibi sıradan insanlardır.
Yani anlatılan senin hikâyendir.
Gündelik yaşamımıza ve hayatımızla ilgili kararlarımıza tanrılar, peygamberler etki ederken şimdi ne etki etmektedir? Etik değerler ve doğru-yanlış kavramların artık görece olduğu, anlamların birbirine karıştığı bir yapının içinde kuşatılmışken özgür irade ve saf akıl ile kararlar aldığımızı, duygularımızın bize ait olduğunu gerçekten nasıl söyleyebiliriz?
Eskiden soruları ve cevapları bizim yerimize filozoflar, sanatçı ya da edebiyatçılar arar, bulur, çıkarımları ile bizi aydınlatırdı. Şimdi bizim bu kafa karışıklığına çözümler üretecek, doğru soruları sormamızı sağlayacak Bruegel gibi sanatçı ve aydınlar nerede?
Belki de ‘o güzel atlara binip gittiler’ ya da ‘bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek’…
KAYNAK:
- https://www.dailyartmagazine.com/pieter-bruegels-childrens-games/
- Cenker OKTAV _Pieter Bruegel’in Resimlerinde Mekan ve Zaman Anlatımı Üzerine Çözümleme _Araştırma Makalesi _https://dergipark.org.tr
- Kenan ŞAHİN_Otuz Yıl Savaşları’nın Askerî-Politik Boyutu_Atatürk Üniversitesi Yayınları https://dergipark.org.tr
- Heri Lefebvre _Gündelik Hayatın Eleştirisi_Sel Yayıncılık _5. Basım_2020