AŞK SANATI

ya da aşkın sınıfsallığı

Bu yazımda size 2000 yıl kadar önceden, bir şairden ve onun eserinden bahsedeceğim. Publius Ovidius Naso MÖ. 43 ile MS. 18 tarihleri arasında, Roma’da Augustus döneminde yaşamıştır. Yunan Tragedyalarındaki tanrıları kaleme aldığı Metamorphoses (Dönüşümler) kitabı şiirselliği ile insanı hayran bırakır. Yunan Tragedyalarının tüm kahramanları, Roma döneminde Ovidius ile tekrar vücut bulmuştur ve Shakespeare de dahil birçok şaire, yazara esin kaynağı olmuştur. Buna en bariz örnek olarak Romeo ve Juliet’i verebiliriz. Dönüşümler’deki ‘Pyramus ve Thisbe’nin hikayesi ile ‘Romeo ve Juliet’in hikâyesi benzeşmektedir.

Onun hayatının trajedisi ise “Aşk Sanatı” kitabı ile başlar. MÖ 1-2 yıllarında yazdığı eser o dönemin mevcut düzenini altüst edecektir. Romalı genç erkeklere ve genç kızlara öğütleri vardır bu kitapta. Dönemin ahlak yasalarına meydan okuyan bir yapıttır. İmparatorluğun düzenini ve ahlaki ilkelerini hiçe sayıp aşkı ve aşkın kurallarını yeniden yazmıştır. Tabii böyle olunca toplumsal ahlakı bozduğu, aile kurumunu sarstığı ve zinaya teşvik ettiği gerekçesi ile eser, İmparator tarafından lanetlenmiş ve yasaklanmıştır. Sonrasında da Karadeniz’de kırsal ve yaban hayatı olan Tomis denen bölgeye sürgüne gitmiştir. Ömrünün sonuna kadar ailesinden ve dostlarından uzakta kalmıştır.

Peki Roma İmparatoru için aşk neden bu kadar tehlikelidir?

Ahlaki kuralların dışına çıkınca ne olacaktır?

Bunu anlamak için dönemin üretim ilişkileri ve toplum içinde kadın ve erkeğin konumlanışına bakmak gerekir. Bunun için de Yunan ve Roma Tragedyalarına bakabiliriz. Antik Çağ ya da Kahramanlar Çağı da diyebileceğimiz bu döneme ait eserlerde tanrıçaların pozisyonları kadınların toplumsal düzendeki pozisyonunu gösterir. Köleci toplumun hakim olduğu bu dönemde kadınların, erkek egemenliği ve köle kadınların rekabetiyle aşağılandığını görürüz (Engels). Homeros’un İlyada ve Odysseus’unda buna örnek olabilecek çok hikaye vardır. Yunan kadını erkeğin evlilik içinde doğan mirasçı çocuklarının annesi, onun en üst ev idarecisidir ve yine erkeğin canı istediğinde metresi yaptığı kadın kölelerinin şefidir. Engels’e göre tarihte ortaya çıkan ilk sınıfsal çelişki, tekeşli evlilikteki erkek-kadın çelişkisi ve ilk sınıfsal tahakküm ise erkek cinsinin kadın cinsi üzerine kurduğu tahakkümdür. Tekeşlilik büyük zenginliklerin bir elde toplanması ve bu servetin başka kimseyle değil de bu erkeğin çocuklarına miras bırakılması gereksiniminden doğmuştur. Bunun için erkeğin değil de kadının tekeşli olması gerekir. Atina’nın çöküşü sonrası Roma İmparatorluğu döneminde de aynı şekilde kadın ve erkek arasındaki aşk ilişkisi ancak zina şeklinde gerçekleşmiştir. Bu düzenin korunması ise tanrılar ile mümkündür. Tam da tek tanrılı dinlerin ortaya çıktığı bu dönemde imparatorluğun kendi egemenliğini ve mülkiyetini koruması için dini argümanlara, ahlak kurallarına ve tanrılara sıkı sıkıya bağlanmasından daha zaruri bir şey yoktur.

İşte tam böyle bir dönemin içinde Ovidius “Aşk Sanatı” kitabını yazar.

Bu zamana kadarki tragedyalarda her olay tanrıların isteği ya da müdahalesi üzerine gerçekleşirken Ovidius bunu değiştirmiştir. İnsan eylemleri, bilinçli irade ile gerçekleşir. İnsanlar, tanrıların müdahalesi ile savrulmaz. Tanrılar/kahramanlar ve onların hikayeleri Ovidius'un argümanlarını güçlendirecek birer malzemedir. Bu kahramanların arasında kendi iradeleri ile kararlar alan kadınlar da vardır.

Gelelim esere:

Eser şiir türünde yazılmıştır ve üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Ovidius, Aşk’ın öğrenilen bir şey olduğunu anlatıyor. Nasıl ki at arabası sürmek, silah kullanmak öğrenilen bir şey ise ‘Aşk’ da öğrenilebilir. Bunun için ise cesaret  ve tecrübe gerekmektedir. Genç delikanlının ilk yapması gereken bir sevgili bulmaktır ikinci işi ise hoşlandığı kızın gönlünü kazanmaktır. Üçüncü aşama Aşk’ını sürdürmektir uzun uzadıya. Her bir aşama için diyecekleri vardır Ovidius’un. Aşk’ı öğrenmek, sevgili aramak, bulduğu sevgiliyi ele geçirmek ile ilgili bilgi verir. Tüm bunlar için oturup beklememeli, yarışmalara, tiyatrolara gidilmelidir çünkü buralara genç kızlar, kadınlar da gelmektedir:

“âşık olacağını da burada bulursun, oynaşacağını da,

bir kez tadına bakacağını da burada bulursun, hep yanında tutacağını da.”

Bir at yarışı izleyicisi örneği ile beğenip seçtiği kadını nasıl etkileyeceğini anlatır:

“Dostça sohbet için bir bahane yarat işte o sıra,

başlasın ilk muhabbet sıradan konuşmalarla.

Kimin atları geliyor de, telaşla, sor, öğren;

hiç durma, hangi atı tutuyorsa farketmez tut onu sen de.

……….

olur da kazara toz zerresi düşerse kızın kucağına,

parmaklarınla hemen silkele:

Hiç toz olmasa bile, o zaman hiçliği silkele:

hizmette kusur işlemediğine dair bir bahane yarat işte.”

Birinci bölüm boyunca tanrıların, kahramanların hikayeleri ile birlikte güçlendirdiği argüman ve tavsiyelerine devam eder. Şarap içmenin adabını anlatır, kadınlara yaklaşırken dikkat edilmesi gereken nezaket kurallarından, kadınların şehvetinin gücünden, kişiden kişiye değişen duygulardan bahseder. Kentli-köylü çelişkisine değinir ve kentli olmanın kurallarını anlatır. Kitap başlangıçta bir kadın tavlama rehberi iken gitgide hayattan dersler anlatan bir hale bürünür.

İkinci bölümde ise aşkı sürdürmenin yollarını anlatıyor. ‘Yaşasın zafer!’ diye haykırmasını ister gencin çünkü artık sevgiliyi tuzağına düşürmüştür. Bundan sonra ilişkiyi sürdürmek için çaba sarf etmesi gerekecektir. Homeros ve Hesiodos’un yazdıklarından daha çok işe yarar bilgiler verdiğini söyler. İşte tam da bu bölüm aşk sanatından yaşama sanatına dönüşür. Kentli yaşamında kültürlü, kendini bilen bir Romalı erkek neler yapmalıdır? bunları anlatır. Sanki aşkı besleyen her şeyin kişinin kendisini de beslediğini, olgunlaştırıp bilgeleştirdiğini fark edersiniz. Aslında aşk dediğiniz şey insanın gelişim yolculuğunun temel taşıdır. Apollo’nun Delphi’deki tapınağının üstündeki yazıtta yazan söz’ü hatırlatır (gnõthi sauton):

“kendini bil ...

Sadece kendini bilen, aşkını bilgece yaşar,

kendi yeteneğine uyan işlere kalkar.

…..

konuşmaktan hoşlanıyorsan, kaçın suspus oturmaktan:

güzel şarkı söylüyorsan, söyle; edebinle içiyorsan iç.

Ama belagat sahibiysen, asla dalma konuşmanın ortasına,

……

Dönelim konumuza: aşkı bilgece yaşarsa kişi,

zafer kazanır, benim yolumdan gelen, aradığını bulur.”

Aşk için emek harcamanın zorunluluğunu fakirliğine de bağlar. Çok sevdiği zamanlar fakir olduğunu ve verecek bir hediyesi olmadığı için sözler sarf etmek zorunda kaldığını anlatır. Fakir erkek dikkatli sevmeli, kötü söz kullanmamalı bir zenginin katlanamayacağı şeylere fakir olduğu için katlanmalıdır.

Aşkın devam edebilmesi için çaba sarf etmek gerektiğini Troya’nın yerle bir olmasına sebep olan Helene ve Paris aşkı üzerinden anlatır. Tüm tragedyalarda lanetlenen Helene, Ovidius ile aklanır. Bu lanetli aşk hikayesini altüst eder şair. Tek başına, ilgisizlik içinde bırakılmış genç ve güzel Helene’nin yapabileceği bir şey yoktur, asıl suçlu onu mutsuz, sevgisiz bırakan kocası Menelaus’tur. Yani duygusal ve ilişkisel ihtiyaçlar ahlak kurallarının önüne geçmiştir.

Bu bölüm boyunca sır saklama, aldatma, aldatılma, kadının ve aşkın onurunu koruma, erkeklik ve eril söylemlerin biçimine, samimi olana ve diğerine saygıya değinir. Hiçbir kadının aşkı görev olarak yaşamaması gerektiğini vurgular ve bu durumdan duyduğu nefrete değinir.

Üçüncü bölüm ise kadınlara yazılmıştır. Kadınlara erkeklere göre güzellikleri nedeniyle avantajlı olduklarını söyler ve genç görünmelerinin sırlarını anlatır. Makyaj ve bakım kremlerinin bu dönemde de kullanıldığını öğreniriz. Aynı zamanda erkekler ile olan av-avcı ilişkisinde sırları vardır Ovidius’un. Kültürlü olmalarını kadından da ister. Nazlanmalar, hilelerin kötülüğü, zarafetin güzelliği ve avantajından bahseder. Köylü/taşra eleştirisine burada da değinir. Sanki kentli kültürü oluşturmak istiyordur. Roma imparatorluğunun genişlemesi ve zengin kaynaklara ulaşması ile birlikte medeniyetin de oluştuğundan dolayı mutludur şair:

“medeniyete kavuştuğumuzdan mutluyum, atalarımızdan bu yana süregelen

taşralılığımızdan, bu yaşadığımız çağda kurtulduğumuzdan.”

Şair, kadınlardan pahalı takılar ve giysiler ile gezinmelerini istemez. Onlar için zarafet, doğal görünmek, saçların savrulması, temiz bir vücut, insanlara özellikle kölelere kibar davranmak ve en önemlisi kendini bilmektir aslolan. Uzak durulması gereken erkek tiplerini tanımlar, dikkatli olmalarını ister. Aşkı nasıl yaşayacaklarını anlatır kadınlara da ve böylece bitirir şiirini.

Binlerce yıl gerilerden bir şair seslenir bize ve şimdiye bakınca aslında aşkın hâlâ ne olduğunu öğrenemediğimiz çıkar ortaya. Oysa insanlık tarihi kadar eski olan duygular neden belli bir olgunluğa ulaşamamıştır? Belki de bunun cevabı düzen devam etsin diye dayatılan kurallar, tabular bütünüdür. Ya da eşitliğin hâlâ mümkün olmadığı bir ortamda gerçek, saf aşka ulaşmak da mümkün olmamaktadır. Belki de aşk denilen şey yaşamın ta kendisidir. Aşkı iki insan arasındaki duygusal, bedensel haz ilişkisine sıkıştırmak aşka haksızlıktır. Sanatın metalaşması, pop kültürün bizi kuşatması, medya ve edebiyattaki konuların bu kadar sığ ve yüzeysel olması ve bundan etkilenen bizlerin yozlaşması… Sonuçta kadın ve erkek arasındaki samimi ilişkinin maskelerin ardında hapsolması... Leyla Erbil’in de dediği gibi kadının ‘en ince anlarda araya aklını bıçak gibi sokmak’ zorunda kalması. Erkeğin toplum içinde erkeklik yükünü taşıma zorunluluğu ve daha sayamayacağım neler neler gerçek, saf aşkı yaşamamızın önündeki kalın duvarlara sebep oluyor. Sonuç olarak her şeyin mümkün olduğu koşulda içtenlikle sarılacağınız aşkınızla bir bakıyorsunuz ki birer yabancı olmuşsunuz. Bunların farkında olmak da yeterli gelmiyor çünkü yine Leyla Erbil'in dediği gibi; ‘anlamak ve bilmek açmazlardan kurtulmak değildir.’

Cevapsız sorular soruyorum kendime;

Başka bir yaşam mümkün müdür?

Bu dünyayı açlık mı, aşk mı, felsefe mi yönetir?

Fakir olan için aşk zor mudur? ya da aşk sınıfsal mıdır?

Peki öyleyse sevgi nedir?

Düzene yenik düşen aşklara…

Kaynakça:

  1. Publius Ovidius Naso, Aşk Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IX. Baskı, 2022
  2. Publius Ovidius Naso, Dönüşümler I-IX, Yapı Kredi Yayınları, III. Baskı, 2022
  3. Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Türkiye İş Bankası Yayınları, VIII. Baskı, 2023
  4. Maksim Gorki, İlk Aşk, Yazılama Yayınevi, I. Baskı, 2023
  5. Leyla Erbil, Tuhaf Bir Kadın, Türkiye İş Bankası Yayınları, XI. Baskı, 2021