Yüzler, okudukça bitirmek istemediğimiz kitaplar gibidirler. Sonsuz olasılıklar toplamı. Hiç durmadan büyüyen, küçülen, uzayan, alçalan, açılıp kapanan, daralıp genişleyen, soluk alıp verdikçe devinimi sonsuza kadar uzayacak olan bir bilinmezlik. Bu nedenle portre sanatının bir yeryüzü sanatı olduğu iddia edilebilir. Bir yüzün karşısında büyülenmekten doğan sanat, tüm canlıları bir yüzün coğrafyasında eşitlemek düşüyle kardeş olur. Yüzün olanakları, gizemi, bakışın, varlığın kendisini aşan zenginliği baştan çıkarır her düzey ve düzlemdeki yaratıcıyı veya sanatçıyı. Yaşamın anlamını bulmak için yola çıkanlar önce bir yüze bakmış olmalılar anlamak için. Her canlıyı bir canlıda eşitleyen o saf ifadenin peşinde olmak, kendinden geçişin veya başkasında kendisini bulmanın da başka bir ifadesi olsa gerek.
Yüzler, bakmayı, okumayı bilene saklı kalmış tüm yeryüzü gerçeklerini ifşa eder. İfadenin sahibi bunun farkında olmuş veya olmamış ne önemi var. Tüm ifadeler ve yüzlerde sahipsiz değil mi zaten? İfadelerin sahipsizliği değil mi, onları bunca gizemli ve çekici kılan? Bu yüzden midir acaba insanlar yüzyıllardır bu gizemi çözmeye çalışmak için heves etmişler ifadeleri çeşitlendirmeye? Dünyanın üzerine yansıdığı yüzler her sabah taze bir aydınlıkla açar üzerindeki perdeyi. Oradan uzanır bir boşluktan bir boşluğa, bir yolculuktan yolculuğa veya bir yokluktan bir yokluğa. Çizgiler eklendikçe derinleşir üzerindeki anlam, ifadenin kuyusundan su çeker düşünce. Salar üzerimize gökyüzünün yedi rengini, hayatın anlamını veya anlamsızlığını.
Yüzler, yeryüzünün kimseye sezdirmeden gizemli kıldığı, açıldığı zaman ne olduğu veya ne olacağı bilinmeyen bir falı gibidir. Her bakışta bir parçası aydınlanır. Her yüz farklı bir gizli kalmış alfabenin bulunmayan harfi gibidir. Sırlarını dışa vururken temkin nedir bilmez, sözünü ve yüzünü kendine saklayamayacak kadar eli açıktır, ağzı sımsıkı kapalı olsa bile. Bu bilinmezlikle okutur kendini insanoğluna. Hem aynaya bakana hem kendine bakana içini dışa vurur hesapsızca. Çoğunlukla kendisi bile habersizken bundan.
Derinden bakılan her yüz, sözcüklerin adlandırılmadan önceki hallerini dünyanın doğuşu kadar uzak bir geçmişten biliyormuş da unutmuş gibidir. Kendisini sihirli bir elin yeniden keşfetmesini bekleyerek.
KAYNAK:
Ahmet Tulgar. İz Dergisi. İstanbul. 2013
Fotoğraflar: Ali İhsan Ökten