G.M. Clark’ın şehir mimarisine ve terkedilmiş mekânlara bakışını yaşadığı çevreyle olan sosyolojik ilişkileri nasıl değerlendirdiğini Liza Bear ile söyleşisinde şöyle dile getirmiştir.
“Gordon şehre ve şehrin sahipsiz binalarına büyük bir empati duyuyordu. Mimarlara nasıl ev ya da ofis olarak işlev görecek binalar inşa edileceği öğretilir ve bu bina yerel halk ile birlikte işlevini yerine getirir. Çevre değiştikçe ve evrildikçe bina kaçınılmaz olarak görünüşe ve halkın ihtiyaçlarına ayak uyduramaz. Kullanılamaz hale gelir ve sonuç olarak terk edilir. Şehirler genişledikçe ya da daraldıkça bunun tekrar tekrar gerçekleştiğini görürüz” (Clark, 2012: VII).
G.M. Clark 1970’li yıllarda olumlu veya olumsuz nedenlerden dolayı terk edilen mimari yapıları insanın geride bıraktığı deneysel mekansal hacimler olarak görür. Mimari yapıların doğal olarak entropiye uğrayarak başka bir duruma dönüşümü başka bir alana kaynak olabilir. Bunun sonucunda mimariye ve onunla yakın tanımlamaları olan heykel sanatınada katkıda bulunabilecek açılımlar getirebilir.
1970'lerin sonu ile sosyo-ekonomik açıdan toplumun büyük bir ivme ile dönüşümü, toplumsal ve fiziksel çevreyi biçimlendirecek yeni kentleşme modelerinin tasarlanmasına neden oldu. Bu toplumsal dönüşümün sonunda göçler ve atıl mekânlar doğdu. Bu mekânları mimari bir akım olan dekonstrüktivizm ya da yapısal analiz ile ele alan G.M. Clark, yapıyı oluşturan mimari unsurların bütünlüğünü parçalar. Taban yüzeylerinde ve iç mekandan dış mekana açılarak yapılan geometrik kesmeler, dış cephelerde yapılan dikaçılı kesmelerin sonucunda bir ışık süzmesi ile bölünmesi ve yapının bütünlükten koparılması gibi yöntemlere dayanarak düşlediği alternatif yaşama olanakları yaratmaktı.
G.M. Clark’ın formsal düzenlemeleri evin bölümleridir ve iç içe geçmişlerdir. Salon, mutfak, banyo, hol, tuvalet vb. gibi kendi içinde bağdaşmayan, kendilerine göre farklı işlevleri olan mekânlardır ve heykelin temel unsurları ile aynı düzlemlerde kesişirler.Bu kesişmenin merkezinde zaman, mekân, uzay gibi kavramlarla beraber, terk edilmiş binalardaki merdivenlerinin erezyona uğraması, duvarlardaki saatin, aynanın, resmin, takvim yapraklarının geride bıraktığı izler ile mekanlardaki sosyolojik bellek ve imge gibi kavramlar da önem kazanır.
Mekânın sosyolojik bellekteki psikolojinin tanımlanması Fransız Filozof Michel Foucault’nun (5 Ekim 1926–1985) Heterotopya kuramları ile heykel ve mimarideki kavramların anlaşılmasında bize yardımcı olacaktır. Michel Foucault’nun Heterotopya kavramı “Tek bir gerçek mekân içinde birçok zaman ve mekânın birden barınması” fikrinin hem mimariyi hem de heykel sanatını bir anlamda açıklıyor olabilmesidir.
Ütopyadan heterotopyaya
Öncelikle Fransız Filozof Michel Foucault’un Ütopyasını anlamak gerekir. Ütopya kelime anlamı olarak “Mekânsal ve zamansal olarak gerçekleştirilmesi imkânsız proje veya soyut olarak düşüncede oluşan yerler olarak tanımlanabilir”. Genel olarak belirgin bir düşünceye,inanca ve ideolojiye sahip olan somut mekânlar zamanlardan koparak aynı zamanda onlara benzeyen mekânları değiştirmeyi amaçladığımız hayali yerlerdir denilebilir.
Foucault’a göre:
“Önce ütopyalar vardır. Ütopyalar, gerçek yeri olmayan mevkilerdir. Bunlar, toplumun gerçek mekânlarıyla doğrudan ya da tersine dönmüş, genel bir anoloji ilişkisi sürdüren mevkilerdir. Bu, ya mükemmelleşmiş bir toplumdur ya da toplumun tersidir; fakat her hâlükârda, bu ütopyalar özünde, esas olarak gerçek dışı olan mekânlardır” (Foucault, 2000: 295).
Mekânsal olarak hayali olan ve herhangi bir işlevleri olamayan bu ütopyalar, diyalektik olarak karşıt bir kavram olan heterotopik mekânları yaratır.
Foucault, ortaçağla beraber mekânların yorumlanmasında değişikliklere gidildiğini ve bu mekânların karmaşık Heterotopyalar yaratmaya başladığını söyler. Ortaçağla beraber dini yapıdaki formların hâkim olduğu kiliseler, katedraller ve hiyerarşik (heterotopik) yapılar yapılmıştır. Endüstri Devriminin Avrupa'da 18. ve 19. yüzyıllardaki üretime olan etkisi Avrupa'daki sermaye birikimini arttırmasına sebep olmuştur. Endüstri Devrimi ilk olarak ingilterede ortaya çıkmış, sonrasında Batı Avrupa, Amerika ve Japonya'ya sıçramış ve bütün dünyaya yayılmıştır. 1900 lü yılların sonunda özellikle Endüstri devrimiyle kamusal alanların-mekanların yeniden düzenlenmesi çok hızlı şekilde gerçekleşmeye başlamış ve hayata geçirilen bu mekânları Foucault Heterotopya olarak adlandırmıştır.
Burada mimari yapıları dekonstrüktivizm ya da yapısal analiz ile ele alan G.M. Clark’ın mimari ile heykel sanatı arasındaki ilişkiden yararlanarak heterotopik mimari mekânların heykel sanatında nasıl çalışabileceği vurgulanmaktadır. Devam Edecek…