Adil Okay
GÜLER KALEM ve “MOLOZ BEBEKLER… TAŞ CESETLER…” *
“Karart toprağın ekranını, bağla gözlerimizi
Size kalan tek şey; moloz bebekler, taş cesetler…
Haykırmak mı?
Hayır!
Sesim çoktan unuttu sahibini…” Güler Kalem
Şair Güler Kalem, bir Antakya sevdalısı. 6 Şubat depremini de öğretmen olarak görev yaptığı Antakya’da yaşamış. Sağ çıkmış molozların arasından ama tini örselenmiş. Onulmaz bir yara açılmış yüreğinde. Depremi yaşayan yüzbinlerce insan gibi… Şimdi kendini sağaltmaya çalışıyor.
Nasıl mı? Şiirle.
Depremde yakınlarını kaybeden, günlerce enkaz başında nafile yardım bekleyen ben, sevgili dostum Güler’in “moloz bebekler, taş cesetler“ adlı, “Şey Kitap” yayınlarından çıkan son kitabında yer alan şiirlerini okurken o karanlık günleri, geceleri yeniden yaşadım. Bazen bir şiirin orta yerinde kitabı kapatıp evin içinde volta attım. Bazen de kendimi sokaklara kalabalıkların arasına attım. Bu anlamda onun şiirlerini değerlendirirken ne kadar objektif olabilirim bilemiyorum. Zira deprem ile ilgili yakılan ağıtları dinlediğimde, yapılan belgeselleri izlediğimde, kefensiz kanlı giysileriyle defnettiğimiz yakınlarım geliyor gözlerimin önüne. Antakya’da, Adıyaman’da ve diğer kentlerde yardımların çok geç gelmesi sonucu “Devlet nerede” diye bağıran, çağıran, ağlayan, isyan eden kadınların seslerini duyuyorum yeniden. Ve nesnel olamıyorum. Ama bu güçlü imgelerle örülmüş, damıtılmış şiirler değerlendirmeyi hak ediyor. Ben de onun alıntı yaptığım şiirlerindeki anahtar sözcüklerden, imgelerden yola çıkarak depremin onda, bende ve yüzbinlerce insanda bıraktığı travmanın izlerini süreceğim.
“Sözcüklerin eklem yerlerinde iflah olmaz bir bukağı
Üç dilde bağlıyor kentimin şah damarını
Ey kentim
Tozlu bir oyuncak bebeğin gözlerinden bakıyorum sana
Yüzün, kendine bağıran tanrı…”
Güler Kalem şiirlerini kimi zaman molozlar arasında gördüğü bir oyuncak bebeğin dilinden yazıyor. Kimi zaman da anonim mezar taşlarını konuşturuyor. Deprem sonrası ellerine ayaklarına ve diline yerleşen görünmez bukağıyı yerli yerinde kullandığı imgelerle aşmaya / açmaya çalışıyor. Bunu yaparken çok dilli kadim kent Antakya’nın kültürel mirasına, kırılan mozaiğe de göndermeler yapıyor.
“Neşe çok uzaklarda el sallayan bir kız adı
Maria, mum mavisini üfleyen dilek annesi
Her kimden medet umuyorsanız
Aradığınız huzur yer kabuğunda saklandı…”
Güler’in dediği gibi şimdilerde neşe – huzur uzak bir düş. Ama bu günler geçecek elbette. Ancak silinmeyecek izler kalacak geride. Bazen gömdüğümüzü sandığımız bir anı, en olmadık zamanda çıkacak saklandığı yerden, kahkahalarımız donacak yüzümüzde. Ve Güler’in şiirlerinden birkaç mısra mırıldanacağız. Bu şiirler ne zaman belleğimize kazındı diye şaşıracağız. Tek tek bireysel olarak kaydedilen anıların, kolektif hafızaya dönüşmesinde, unutmaya – unutturmaya inat hafızanın taşınmasında sanatın/edebiyatın rolü bu diyeceğiz. Bu hafızanın oluşumuna katkı sunan Güler Kalem gibi sanatçıların, yazarların, şairlerin, müzisyenlerin, sinemacıların varlığına minnet duyacağız.
“Rüzgârda savrulan çerçevelerin ölü fotoğrafları
Yüzünüzde donan gülüşünüzün ölçümsüz tapularıydı
Bir kente sığmadı adı güneş olan çocuklar
O çocuklar büyümeyecek!
O çocuklar büyümeyecek!”
Antakya’da yakınlarımın yıkılan evlerinin önünde -belki sağ çıkarlar umuduyla- yardım beklerken, soğuktan donmamak için ara sıra volta atıyordum. Ne çok dağılmış çeyiz sandığı gördüm molozlar arasında… Çiçekli yazmalar… Kanaviçeler… Oyuncaklar… Ne çok fotoğraf albümü… Tozlar içinde… Sahibini bekleyen...
“Çanaklarda kurumuş attun’un tadı durur yok olan mahfelde
Rakım incirine küstü
Kavunumda bin yılların acısı…
Durur orada öylece ninemin çiçekli yazmaları
Reyhan kokusu sardıkça terk edilmiş avluları…”
Ama Güler… Güzel kardeşim, yaralı bacım… Depremin yedinci gününde, “Ölümüzü bulduk, defnettik, artık gidiyoruz, yedi gün bu kıyamette ekmeğinizi paylaştınız bizimle, hakkınızı helal edin, siz de bulursunuz kardeşlerinizi tez zamanda inşallah… “ diye benimle vedalaşan komşunun yaslı / mahcup sevincini -tam da senin dediğin gibi- hangi şiir betimleyebilir ki…
“Şimdi ben bu sözcükleri yok ediyorsam ana dilimden
Şiirimin gücü yetmez hiçbir ağıda…”
Ah Güler ah…
Mezar taşlarına dökmeye devam et ıslak imgelerini şairim…
Seni duyuyorlar… Seni duyuyoruz…
“Şimdi ben bu sözcükleri döküyorsam mezar taşına
Gülemiyorsam avlular dolusu ikonaların kırgın bakışlarından
Ezilen bir portakal çiçeğinin çıkardığı “ses”tendir gayrı…”
Künye:
Güler Kalem, “Moloz bebekler, taş cesetler”, şiir, Şey Kitap yayınları, İzmir, Ekim 2024.
*Güney Dergisi. S. 112