İlkel insan bilinci doğanın görünüşlerinin yansımasıdır. Bu yansımaları ilkel insan bilincinde birbirleriyle ilişkilendiremiyordu çünkü düşünemiyordu. Düşünemediği için doğanın dışına çıkamıyordu.
Tarihsel süreçte insanın doğayla olan ilişkisi, etkileşimi ve çalışmasıyla elde ettiği bilgi bilinç yetisi kazanmasına neden olmuştur. İnsan bu yetiyi kazandıktan sonra eylemleriyle doğanın dışına çıkarak ve doğadaki nesneler arasında ilişkiler kurarak onları organik aletlere dönüştürerek (yontma taş devri) kendi temel ihtiyaçlarını giderebilmiştir. Bu bağlam bize insanın düşünmeyi de ögrendiğini gösterir. Yani düşünce insanın doğayla olan etkileşimi ve çalışarak biçimlendirdiği doğal nesnelerin bilinçte yansımasının birbirleriyle ilişkilendirilmesi sonucunda ortaya çıkmıştır denilebilir.
Marx çalışma kavramını şöyle ifade etmiştir;
“Çalışma eylemi doğadaki maddeleri insanın isterlerine elverişli kılma amacını güder. İnsanla doğa arasındaki madde alış-verişini sağlamak için gerekli bir durumdur bu; doğanın insan yaşayışını durmadan etkisi altında tutmasını sağlar bu durum, bu yüzden toplumsal yaşayışın biçimlerine bağlı değildir- daha doğrusu, bütün toplumsal biçimlerin ortak niteliğidir”. (K.Marx-Capital)
İnsan sahip olduğu bilgilerle doğal forma sahip nesneleri dönüştürebilmeyi öğrendikten sonra özneye evirerek tarihteki ilk sanat eserlerini yarattığını görebiliriz. Burada sanatçı doğal nesne ile özel bir bağ kurarak temsil ettiği asıl özelliğinden dışarı çıkararak farklı anlamlar yüklemiş bir sanat nesnesine dönüştürmüştür.
Resim 1 Çatalhöyük’te bulunan Willendorf Venüs’ü kireç taşından yapılmıştır. Yaklaşık olarak M.Ö 25 bin yıllarında bulunan bu heykel, cinselliği ön plana çıkarmış ve ana erkil toplumun özelliğinden kaynaklanan kadının soyu belirlemesi özelliğinden dolayı doğurganlık tanrıçaları olarak kabul edilmişlerdi. Kireç taşının matematiksel oran orantı ve geometrik şekillere göre doğal olandan daha büyük bir cinsel organı, abartılı bir göbeği, çıkıntılı kalçaları, yine doğal olandan daha büyük göğüsleri ayrıntılı bir şekilde yontularak bir sanat nesnesine (heykele) dönüştüğünü görebiliriz. Bu heykeldeki yontmalar, biçimlendirmeler insanının tarihsel süreçte kazandığı yetilerin doğal nesneler üzerinde hakimiyetinin ürünüdür.
Bu zamanda yapılan bütün heykeller doğal forma sahip nesneler üzerinden ve Resim 2 mağara resimleri de hayvan, insan veya doğanın yansımasının ürünleriydi. Yani insan bilincine yansıyan o zamana ait doğal nesneler üzerinden kurulan düşünce ile oluşturan sanatsal ürünlerdi. Bu bağlam bize sanatın çevresel koşullara, toplumsal gelişmişliğe ve en önemlisi bulunduğu zamanı yansıttığını gösterir.
Dada hareketinin en önemli temsilcilerinden ve zamana göre düşünerek ürettiği sanat eserleriyle tanınan en önemli sanatçılardan biri de Marcel Duchamp dır.
Marcel Duchamp bir söyleşisinde sanatını şöyle ifade etmiştir;
“Sanat yapıtının üretiminde sanatçının yeteneği, becerisi ve eli değil, artık düşüncesi ve o düşüncenin zamanın bilimsel, teknolojik ve endüstriyel gelişimi geçerlidir”
Resim-3: Bisiklet tekerleği 1951 ve Çeşme 1917
Marcel Duchamp söyleşisinde belirttiği gibi doğal formdaki nesneleri yontarak belli bir forma getirilerek üretilen sanat eseri yerine teknolojik gelişmelere paralel üretilen yapay forma sahip nesneleri (Resim-3) kullanarak zamanın ruhunu yansıtmıştır. Marcel Duchampın ürettiği sanat eserlerinin temeli 18.yy da başlayan endüstri devrimiyle birlikte üretilen yapay nesnelerin toplum hayatına girmesi, kullanması ve insanların bilincinde bir yer kaplayarak düşünce sistemine eklenmesin sonucudur denilebilir.