Yaşamın, birinin eline doğarak başladığından beri hep bir başkası ile ilintili hayatlar yaşıyorsun. Hayattan kaçamamak dedikleri bu olsa gerek. Yani birinin kızı, birinin sevgilisi, birinin anası, dıdısı toplumun bir parçası! Ve tüm her şey etrafında seni rahatsız ederek dönse bile kurtuluşun yokmuş gibi birilerinin elinde de ölüyorsun. Doğum ve bitiş anı arasında geçirdiğin hayat yaşamak istediğin hayat mı? Bitmeyen avuntuların tamamlanmamış hikâyelerin içinde kaybolmuş bir hayat mı?
Bir gün gideceksin diye bugün kalmak istiyorsun ve bir gün öleceksin diye bugün yaşamak!
Ama birazda kendi savaşında yenilmekten korkuyorsun, rüzgâr girecek diye pencereni açmaktan, ayrılacaksın diye birilerini sevmekten, sobeleneceksin diye oyun oynamaktan! Dünya hep pozitif değil ama tüm kan grupları da negatif değil. Hayat zıtlıklarıyla var. Siyahla beyaz gibi, gece ile gündüz gibi, belki de sen ve ben gibi! Ona rağmen yürüyorsun, yorulunca yolu hemen bitirmek için daha hızlı biraz daha hızlı ve hızlandıkça her şey aynı görünüyor gözüne. Evler, arabalar, binalar hatta insanlar. Bir süre sonra ayrım yapamıyorsun. Herkes mi aynı herkes mi biraz ben herkes mi biraz sen diyorsun! Dönüyor hala dünya ve hala deniz mavi ve gemilerin yanaştığı mavi liman, biraz da soluklanmak için. Derinlik azaldıkça kıyıya vuran tekneler gibi kendini tanıdıkça daha da yalnızlaşıyorsun. Tüm kalabalıklar içinde kendini bulamama korkusu sarıyor etrafını. Korkma, yalnızlık güzeldir bazen.
Aslında büyürken görmedin, sen aynı kalsan da insanlar değişiyor, zaman değişiyor, fark etmiyorsun önce. Tüm herkes her şeyi çözmüş gibi akışta kal diyor sana lakin sen treni kaçırmışsın bilmiyorlar. Biri gelip seni sarstığında başa sarıyor tüm kasetler ve radyoda çalan bir parçaya eşlik ederken buluyorsun kendini. Akışta kal. Deniz mavi, liman ondan da mavi, ya gökyüzü?
Başkalarına iyi geldiğin anlarda kendinden veriyordun çokça, ya da başkalarının iyi anlarına yancı olmak için bir fotoğraf karesine gülümsüyordun. Nasıl bir ironi değil mi? Yani herkesten son hızla kaçmaya çalışırken arkana bakıp biri beni tutsun diye gözlerinin yalvarması, kaçış hızıyla doğru orantılıydı aslında ve bu tam bir sıkışmışlık duygusu! Oysa her şeye acıkmıştık, lakin ağlamayalım diye ağzımıza emzik vermişlerdi ve beklenen süt bir türlü gelmemişti. Mide asitlerimiz tavan yaptığında anlamıştık kandırıldığımızı ve hayata geç kaldığımızı…
Yine de acılarla başa çıkmanın yolu acılarınla yüzleşmekti, kaçmak değil. Aşırı kalabalık bir kalpten güçlü bir yalnızlık çıkıyor ve sen son hızla delip geçiyorsun acının içinden bir başına, herkese ve her şeye rağmen. Anahtar sensin aslında onu başkasının eline tutuşturma. İnsanların canı isteyince girip dağıtabileceği bir yer değildi kalbiniz. Hak etmeyenlere açmayın. Hak edenlere ise çokça sarılın.
Aynı gökyüzüne bakıp farklı hayaller kuran milyonlarca insanların kaç kişinin hayali birbiriyle çakışıyor dersiniz? Hayallerinizin çakışmadığı insanları mavi limanlarda beklemeyin. Karanlıkta kalsın onlar. Siz mavi sularda keyifle yüzün ve çıkın. Islanmak güzeldir güneş size gülümsüyorken. Ve sevin maviyi, mavi dalgaların sizi sürüklediği limanları. Kalbiniz nerede gülümsüyorsa siz orada demir alın. Çünkü insan anlaşıldığı yerde can buluyor, sevildiği yerde çiçek açıyor ve beklentileri karşılandığında dünyası cennet oluyor. Sevdiklerinize cehennemi yaşatmayın, siz siz olun mavi de kalın…
Gülay MORGÜL